Hemen belirtmeliyim ki okuyacağınız bu metin, siyasî bir yazı değildir! Başlıktaki sözcüklere bakarak buna “konjonktürel bir yazı” gözüyle bakılmaması, metnin doğru alımlanmasını ve anlaşılmasını sağlayacaktır.
Hayat bir bakıma seçimlerimiz demektir; ancak seçimlerimize bağlı olmayan hayatlarımız da yok değildir. Ama nihayetinde hayat, insanoğlu için tercihler bütünüdür.
Doğuştan gelen, bizim tercihlerimize bağlı olmayan ama bizim ve hayatımızın bir parçası olan, hayatımıza doğrudan etki eden amiller de vardır. Anne babamız, doğum yerimiz, milliyetimiz, cinsiyetimiz, bedensel özelliklerimiz vb. bunlardan hiçbirini bizim seçme, irademizle belirleme imkânımız yoktur. Bunlarla ilgili olarak bir sorumluluğumuz da yoktur; ahiret hesabında bu özelliklerimiz sebebiyle sîgaya çekilecek değiliz. Çünkü bunlar bize merhamet sahibi yüce yaratıcının bizlere birer hediyesi ve ikramıdır. Sîga deyince aklıma Yunus Emre’nin asırlar öncesinden gelen hoş bir uyarısı aklıma geldi. Şöyle yalan yanlış söz söyleyenlere şöyle seslenir koca Yunus:
Derviş Yûnus bu sözü
Eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeker
Bir Molla Kāsım gelir.
Anlatırlar ki Yunus Emre'nin vefatından yüz yıl sonra yaşayan, Molla Kasım adında, devlet görevinde etkili ve yetkili biri varmış. Bir gün, Yunus Emre'nin şiirlerini yazılı olarak Molla Kasım'a getirip vermişler. Molla Kasım, bir nehir kenarına gelmiş ve yanında getirdiği Yunus Emre şiirlerini okumaya başlamış. Şiirlere dar bir bakış açısıyla baktığı için okuduğu her şiiri dine, şeriata aykırı bularak yakıp suya atmış. Derken sıra,
“Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir,
Seğirdüben sesine varıp yetesim gelir.
Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir,
Varıp anın üstüne evler yapasım gelir.”
dizeleriyle başlayan şiire gelmiş. Bu şiiri de okumaya başlayan Molla Kasım, şiirin sonunda kendi ismini görünce (yukarıya aldığımız dörtlük) şaşırıp kalmış. Nasıl şaşırmasın ki kendine yüz yıl önceden hitap eden hatta bir bakıma olacakları önceden -Allah’ın ilhamıyla- bilen bir Allah dostunun şiirinde kendisinin ikaz edildiğini görmek kimi şaşırtmaz ki!.. Molla Kasım bu şok hâlinden sonra, yaktığı ve suya attığı şiirler için çok pişman olmuş, yakmadığı suya atmadığı şiirleri de bir hazine gibi saklamış. Evet, onlar gerçek bir hazinedir, kıymetini bilene!.. Her neyse, Yunus da kendi seçimiyle, Molla Kasım da kendi seçimiyle bu fâni âleme veda ettiler. Biz de öyle yapacağız, buna şüphe yok!..
Çiftçiler, yetiştirdikleri ürünlerin arasından bazılarını seçerler, onları “tohumluk” olarak ayırırlar. Ürünlerinin kalitesini artırmak, daha bol ve kaliteli ürün yetiştirebilmek için geleneksel ve modern bilgileri mezcederek işe koyulurlar; bu da onların sahadaki bir seçimidir. Aynı şekilde besiciler için de benzer durum söz konusudur. Onlar seçip ayırdıkları bu hayvanlara “damızlık” derler. Kelimenin köken bilgisini merak edip baktığımızda karşımıza şu bilgiler çıkar: “Damız”, Sümerce, “dumuzi”, İbranice “tammuz” döl tanrısı, bolluk, bereket tanrısı demek; Adonios’un başka bir adıdır. Halkın dilinde ise “içinde hayvan üretilen ve yetiştirilen yer, ahır.” Anlamına gelir bu kelime. “Damızlık” kelimesi buradan türetilmiş; eskiden daha geniş bir anlama sahipmiş: “dölü alınmak amacıyla yetiştirilen ve dayanıklılık, verimlilik, sağlam döl verme gibi üstün nitelikler taşıyan (hayvan veya bitki).” anlamlarıyla kullanılmış. Günümüzde ise “damızlık” kelimesi, sadece “Yalnız dölü alınmak için yetiştirilen yüksek nitelikli (hayvan)” anlamıyla kullanılıyor.
Bilhassa Ege’deki şehirlerin semt pazarlarında daha sıklıkla gördüğümüz bir durumdur alacağı ürünleri müşterinin seçebilmesi. Diğer şehirlerin semt pazarlarında ise ürünlere dokunan neredeyse “yanıyor, azarlanıyor.” Pazara gittiniz; domates, biber, patlıcan, patates, kavun, karpuz vs. alacaksınız. Tezgâhın başındaki satıcı, farklı ses tonlarıyla “Seç, doldur abla, teyze, amca!” diyerek poşeti müşterinin eline tutuşturur. Müşteri de gönül rahatlığıyla tezgâhtaki ürünlerden dilediği miktarda, dilediklerini seçerek tarttırarak alır, huzurla evinin yolunu tutar. Seçim ve alışveriş budur!..
Eskiden amele pazarında işçi seçerken şöyle bir yol izlerlermiş: Beş işçi alacaksa mesela iki fazla çağırır, onlara önce güzel bir yemek yedirirlermiş. Yemek yiyişlerindeki canlılık ve iştahlılık durumlarına göre işçileri seçerlermiş. Onun için yemek yerken yavaş ve iştahsız davrananları işe almazlarmış. Bu da işverenin işçi seçimi. Hayat, insanlara farklı farklı davranmayı öğretiyor. Bu da insanların bir seçimi!...
Önümüzdeki hafta ortaöğrenimlerini tamamlayan öğrencilerin girecekleri Yükseköğretim Kurumu Sınavları (YKS) yapılacak. Yapılıp da ne olacak? Yükseköğretime öğrenciler seçilecek… Ortaöğrenimini tamamlayan herkesi üniversiteye alamadıkları için bir seçme işlemine tabi tutuluyor. Devlet diyor ki bazen senden bazen de benden kaynaklı olarak yükseköğretime hazır olmayanlara ben yükseköğrenim imkânı veremem. Bundan dolayı sizi birkaç sınavdan geçireceğim. Bu sınavları başaran, yükseköğrenim görmeye hak eder. Değilse unutun!.. Bu, yarım asrı aşkın bir süredir böyle; tarzları, biçimleri, nitelikleri değişmekle birlikte böyle… Burada seçme de var seçilme de! Devlet, kurumuyla öğrencileri seçiyor, öğrenciler de puanlarıyla meslek ve üniversiteleri ve bölümlerini seçiyor. Bu, aynı zamanda hayatları etki eden önemli bir seçim oluyor.
Hayatımızı etki eden seçimlerimizden biri de okuldur, buna bağlı olarak meslek, ona bağlı olarak da iş seçimi söz konusudur. Bunlar aradaki bazı değişkenleri ayrı tutarsak birbiriyle bağlantılı durumlardır; birini seçmemiz diğerini etkiler, diğerini seçmemiz ötekini etkiler. Birbirleriyle etkileşim içinde olanlar, birbirlerinden şikâyet etme hakkına sahip değildir; bunlar iradî tercihlerle bir arada bulunan hususlardır çünkü…
Örgün eğitimin bütün basamakları bir bir çıkıldıktan, iş hayatına atılıp bir mesleğe sahip olduktan sonra sıra hayatımızın önemli basamaklarından birini çıkmaya, önemli kapılarından birini açıp geçmeye gelmiştir sıra: iki canın hayatını birleştirmesi, sonsuzluğa yol arkadaşlığının ve yol arkadaşının seçilmesi. Bu seçim, gerçekten hayatî önemi haiz bir seçimdir!.. O derece önemlidir yani…
Yeri gelmişken halk arasında konuyla alakalı bir durumdan bahsedeyim: Kız istemeye gidildiğinde derler ki misafir olarak gelenlerden biri, oğlan tarafı yani, bir bardak su istermiş. Eğer, gelin adayı sadece bir bardak su getirirse oğlan tarafı kızı istemekten vazgeçerlermiş. Su istendiği zaman sadece bir bardak değil, bir sürahi ve bir bardakla gelmesi istenirmiş. Tabii bunların yerindeliği, doğruluğu yanlışlığı ayrı bir konu. Bu da halkın seçme biçimi, ona saygı duymak gerek.
Önümüzde ülkenin kaderine etki edecek, ona yön verecek bir seçme işi daha var ki bütün reşit vatandaşlarımızı doğrudan ilgilendirmektedir. Herkesin vatandaşlık görevini en demokratik bir biçimde yapmasına ihtiyaç vardır. Vatandaşlık ödevini yerine getirirken her vatandaş, seçim vaatlerini akıl ve mantık süzgecinden geçirmeli, vatan ve milletin yararına olup olmadığını, yapılan işlerin vatan ve millet için yapılıp yapılmadığını, adil ve hukukî davranılıp davranılmadığını sorgulamalıdır. Bundan sonrası, herkesin siyasî anlayışı kendine; istediği adayı tercih edebilir, istediği siyasî anlayışa oyunu verebilir. Bu eyleminden dolayı kimse kınanamaz, kınanmamalı. Bu, anayasa ile güvence altına alınmış bir haktır aynı zamanda. Kimse düşüncesini açıklamaya zorlanamaz ve kimse düşüncesinden dolayı da kınanamaz.
Sözün özü; hayatta türlü türlü seçmelerle karşılaşıyoruz. Bazısında seçiyoruz bazısında seçiliyoruz. Seçtiklerimizde de seçildiklerimizde duamız: Rabbim her şeyin hakkımızda hayırlı olanını versin. Vatana ve millete hizmet yolunda, bu duygu ve düşünceyle hareket eden; hakkı ve hakikati, adaleti, hukuku üstün tutma gayreti içinde olanların Allah yâr ve yardımcıları olsun. Rabbim vatanımızı, milletimizi ve ülkemizi şerlilerin şerrinden korusun. Aramıza nifak sokmak isteyenlere fırsat ve imkân vermesin!