“Seni de vururlar bir gün ey Acı/Uçuşup durduğun kanatlarından/Sazın, sözün, türkülerin tükenir/Ellerin koynunda kalakalırsın// Şakaklarına kar yağıyor bilesin ey Acı/ Gül açan yüzlerimizde/ Göğeriyor rengin senin de/”
Acı isimli şiirine bu dizelerle başlıyor içli şair Ferman Karaçam. Hayatımızı baştan başa kuşatan, içine alan bir duygu hangisidir diye sorsalar birçok kişinin cevabı herhâlde “acı” olurdu. Şiirde dile getirilen acıların fotoğrafları dünden bugüne hiç azalmadı, bilakis daha da arttı.
Yepyeni bir duygu değil elbette acı, sadece yaşamakta olduğumuz yıllara mahsus da değil. Geçen günler, haftalar, aylar, yıllar yüzyıllar… belki nice milatlar acılarla yoğrulmuş, nice canlar o acının sularıyla yunup yıkanmış.Geçmişe dair anlatılan insanlık hikâyelerine, peygamber kıssalarına hiç mi hiç kulak vermezssin? Hem acıları sayabilir misin sen? Bir acı; binlerin, milyonların acısı olmadıkça azalır mı sanırsın sen acıları?
Coğrafya kaderdir derler; ama o coğrafyanın öyle oluşuna insanların hiç mi hiçbir dahli yok? Bütün sorumluluğu başımızdan savıp uzaklaştıran cebrî bir kadercilik anlayışı senisorumlu olmaktan gerçekten kurtarabilir mi?
Acıları ateşleyen bir başka söz, atasözümüz: Ateş düştüğü yeri yakar. Hem gerçek hem mecazi anlamıyla bu söz ne yazık ki bizim gerçekliğimizi, vurdumduymazlığımızı yansıtıyor. Bir ocağa düşen ateşin her ocağa düşmüş gibi ondan, acı duyabilseydik acılarımız gitgide azalacaktı. Tamamen kesilir miydi bilmemem; zira bu dünyada tastamam bir rahat ve huzur elde edilemez. Zira İki Cihan Güneşi (sallallahu aleyhi vesellem) buyurmuşlardır ki “"Lâ rahate fi’d-dünya illâ fi’l-âhire" yani “Rahat dünyada değildir, ancak ahirettedir.” Bu, şu dünyada hiç rahat ve huzur yok anlamında değildir elbette ama bir sınav yeri olan bu dünyada her şeyin güllük gülistanlık olmayacağına bir işarettir.
Geçen günler acılarla yoğurdu bizi, acılar dağladı kalbimizi… Kaç zaman oldu ki insanımız acısız bir güne uyandı. Ama o acılar kimin, kimlerin dünyasını kararttı, kimler o kararan dünyanın üstünde dans etti? “Yaprak döker bir yanımız/Bir yanımız bahar bahçe” diyen şair Hasan Hüseyin ne kadar da haklıdır bu siteminde, insanın çelişkiler yumağı oluşunu dile getirişinde!
Acılar sefer eylemişler de geliyorlar çığlar gibi üstümüze. Bir acının ağırlığını kaldırmaya çalışırken diğeri binmekte yüreğimizin üstüne. Bir yanda İdlip’te biri sivil sekiz askerimiz şehit olmasından kaynaklıolarak yüreklerimizi burkan acısı henüz kabuk bağlamamışken çığlar altında can verenlerin içimize serptiği acılar!.. Önce çığ altında kalan 2 kardeşimiz, onları kurtarmaya giden arama kurtarma ekibinin ikinci bir çığ felaketiyle karşı karşıya kalması sonucu ilk etapta 33 kardeşimizin ebedî âleme doğması, derken gidenlerin sayısısın 38’e yükselmesi, şimdi de 41 olması acıları çoğalttıkça çoğalttı. Akabinde İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanına, özel bir şirkete ait uçağın inişi sırasında pistten çıkması sonucu 3 kişi ölmesi, 180 yolcunun yaralanması; olay mahalline giden 5 özel harekat polisimizin kaza geçirmesi sonucu yaralanması;Hakkari'nin Çukurca ilçesinde el bombasının patlaması sonucu şehit olan Piyade Er Özgür Çelik’in,baba ocağı Develi'de gözyaşları arasında toprağa verilmesi...Ardından,geçen gün, Hatay Valiliği önüne gelen Adem Yarıcı adında bir kişi “Çocuklarım aç, iş istiyorum anlamıyor musunuz?” diyerek kendini yakması.Kendini yakma girişiminde bulunan Yarıcı’ya polisin yangın söndürme tüpleriyle müdahale etmesi sonrasında Yarıcı’nın kalp krizi geçirmesi sebebiyle vefat etmesi acılar üstüne gelen acılardan…
Bir yanda bu acılar yaşanırken diğer tarafta işinden aşından, eşinden olmuş yuvaları dağılmış nice insanlar ailesine hasret, mesleğine hasret… Bu sebeple intihar edenler, türlü sebeplerle bu fâni âlemi iş ve sosyal imkanlarının kısıtlanması sonucu terk edenler!..
Bir acıya bile tahammül edilemezken üstüste gelen acıların rikkatli bir kalbi darma duman etmesi kaçınılmazdır. “Çekemem doğrusu şu sıkleti güçtür güç!”der Leylâ Hanım, ne kadar da veciz bir şekilde ortaya koyar hassasiyet gamzeden bir yüreğin sıkıntısını.Şairin dizelerinde acılar bile güzelleşir, tatlılaşır bazen: “Dostum, dostum güzel dostum/Bu ne beter çizgidir bu/Bu ne çıldırtan denge/Yaprak döker bir yanımız/Bir yanımız bahar bahçe//Öyle bir yerdeyim ki bir yanım çığlık çığlığa” Hasan Hüseyin Korkmazgil, acıları ve hayatın gerçeklerini, böylesine zıt bir ortamın bizi alabildiğine kuşattığının resmini çizivererek anlatıvermiş bu dizelerinde. Şair Yusuf Tuna da insanın farklı bir yönünü, kendinden başkasını görmeme yönünü işaret etmiş şu dizelerinde: “Tok insan açın halinden anlamaz,/Tok olan cümle alemi tok sanır./Açlık çeken kimseler söz dinlemez,/Aç olan cihanda ekmek yok sanır.” Bencil düşüncelerden dolayı insan olarak birçok felaketiyaşıyoruz. Dayanışma ve yardımlaşma içinde hareket edebilmiş olsak birçok meseleyi kökünden çözmüş olacağız ama heyhat!.. Benzer düşünceleri yıllar yıllar önce Orhun Abideleri’nde Bilge Kağan en veciz bir şekilde dile getirerek Türk milletini uyarmış: “Ey Türk Milleti! Sen, aç olunca tokluk nedir bilmezsin, fakat tok olunca da açlık nedir düşünmezsin!”
Yardım etme, iyilikte bulunma şüphesiz en yakından en uzağa doğru olması gerekir. Şu noktanın da her an hatırda tutulması çok önemli: "Yanıbaşındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü'min değildir." diye buyuranPeygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) nerede, onun ümmeti nerede? Kimileri bir eli yağda bir eli balda hayat sürerken kimileri de borcunu ödeyemediği, çocuklarına harçlık veremediği için kendini yakarak intihar etmekte. Ey Müslüman, sen de sormalısın kendine, bunda benim de bir kusurum, sebep olmuşluğum var mı diye?
Hiçkimse acı çekmesin, acılar içinde kalmasın! İnsana evvela insan nokta-i nazarından bakalım. Başkasının acısı bizim de acımız olsun, öyle bilip öyle yaşayalım. Sevdiğimizi diğer insanlar içinde sevelim; sevmediğimizi başkaları için de sevmeyelim. Düze çıksın şu insanlık artık, gayyalarda debelenip durmasın öyle! Yazımı, Tolstoy’un o harika sözüyle noktalayayım: “Acı duyabiliyorsan, canlısın;başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın!”
Karaçam Ferman eder: “Seni de vururlar bir gün ey Acı”
Bilmem, anlaşıldı mı?