Çok nezih bir coğrafyanın kadr ü kıymetini çok az bilen oğullarıyız. Bilmenin elbette birçok dereceleri vardır ama görünen o ki bu coğrafyada, yeryüzünün yaşamak için en güzel bölgesi olan bu topraklarda insan olarak daha huzurlu bir hayat sürebilecekken ne yazık ki bu değerbilmezliğimiz sebebiyle her zaman, asûde bir bahar ülkesi arıyoruz, elimizdeki, o aradığımız binler bahar ülkelerine bedel coğrafyayı, toprağı unutarak, hor ve hakir kullanarak!..
Geçmiş bahar türkülerini söylemek değil gayem; o türkülerle birlikte yeni, yepyeni söz ve bestelerle geleceğe uzanmak. Geleceğin iç huzuru, dinginlik, mutluluk veren coğrafyasında “mutlu insanlar fotoğrafhanesi”ni oluşturabilmek biraz da. Biraz da aşkı, aşkın bir duyguyla yaşayabileceğimiz söz ülkesinin kulakları ve gönülleri süsleyen söz bahçelerini kurabilmek, söz bahçelerini kuraklıktan kurtarıp kelimelere can suyu vermeye çalışmak. Bütün derdim bu. Bunu yaparken geçmişin ustalarını, değerlerimizden bir değer olarak vefa ile selamlamak, onlara el sallamak zümrüt yeşili donanmış dağların ve tepelerin üzerinden. Bu dağ ve tepelerdeki soy kayaların, turkan yamaçların üzerine çıkıp geçmiş asırların bilgelerine, söz sultanlarına, kelam bahçesinin bahçıvanlarına, kelimelere çobanlık eden ozanlara, haslara, avamlara… Güzel Türkçemizin her an, her saat, her gün ve her ay, her yıl çiçekler açtıran halkıma, atalarımıza en kalbi duygularımla bahar kokulu, tertemiz ve rengarenk çiçeklerden demetler yaparak, sözlerimden ve onların sözlerinden oluşturduğum söz demetlerini musikinin kurdelasıyla süsleyerek selamlamak, bu huzur ve barış dilinin kadim kahramanları sizlere bu yazılarımla bir nebze olsun teşekkür etmek istedim, bütün mesele bundan ibarettir. Kelam bahçesinin solmaz, dipdiri çiçeklerinin kokusunu bizlere ulaştırdığınız için teşekkür etmek istedim. Binler teşekkür sizlere: Aprinçur Tigin, Bilge Kağan, Kültigin, Tonyukuk; Pratyaya-şiri, Şıngku Şeli Tutung, Ki-Ki, Asıg Tutung, Çısuya Tutung, Kalım Keyşi, Kül Tarkan, Çu- Çu.; Yusuf Has Hacip, Abdülkerim Satuk Buğrahan, Kaşgarlı Mahmut, Edip Ahmet, Ahmet Yesevi; Yunus Emre, Mevlâna, Sultan Veled, Hacı Bektaş-ı Veli, Sarı Saltuk, Tabduk Emre, Yunus Emre; Âşık Paşa, Ahmed Fakih, Gülşehri, Hoca Dehhani, Şeyyad Hamza, Haliloğlu Yahya Burgazi, Ahmedî, Nesimî ve Kul Mesud ; Dede Korkut, Ali Şir Nevai, Şeyhî, Ahmed Paşa, Necati, Süleyman Çelebi, Hacı Bayram Veli, Kaygusuz Abdal, Eşrefoğlu Rumî, Sinan Paşa, Âşıkpaşazade, Mercümek Ahmed; Adlî (II. Bazezid), Muradî (II.Murat), Avnî (Fatih) Cem Sultan… 16. yy. ve sonrasına ait söz ustalarını da buraya alacak olsam başkaca bir söz söylemeye imkân kalmayacağından, onların da yukarıda adını andıklarıma nazaran bilinirlikleri daha da artmış olduğundan onları başka bir yazımıza havale edelim.
Bir gönül ustası
İçinde bulunduğumuz haftanın kültür ve sanat eksenli olarak Yunus Emre’ye atfedilmesi sebebiyle bu yazıda daha çok, ondan bahsedeceğiz.
Bütün şairlerimiz şiirlerini elbette içten ve duyguyla yazar veya söylerler. Yunus Emre, yazma ve söylemeyi bir arada tutan ulu ozanlarımızdandır. O “yetmiş iki millet”e “bir göz”le bakan ve “yaratılanı Yaratan’dan ötürü” seven bir idrake sahiptir. Namaz kılmasının kişiye katkısının onun başkasına davranışında gizli olduğu gerçeğinden hareketle “namaz kılma” ile “gönül kırmama” arasında bir ilişki kurar ve bunu şöyle ifade eder:
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Bir gönülü yaptınısa
Er eteğin tuttunusa
Bir kez hayır ettinise
Binde bir ise az değil”
Namaz kılmadan önce, namazın dışındaki şartlarından biri olan abdestin alınması gerekir. Abdest almadan namaz kılınmaz. Yunus Emre burada “elin yüzün yumaz değil” diyerek namaz için abdest alıp Allah’ın huzuruna varsan da “Allah’ın evi” mesabesindeki “gönlü” kırdığın takdirde namazın olmaz, çünkü abdest alma ve namaz kılma amelinden geriye sadece “elini, yüzünü yıkamak” kalmıştır, bunu da zaten inanan inanmayan herkes yapmaktadır, der. Bir başka şiirinde din adamlarına seslenerek gönül kazanmanın ne denli önemli olduğunu vurgular. İşte o şiirden bir dörtlük:
Yunus Emre der Hoca,
İsterse var bin hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir.
Bu dörtlükte, bir gönlü kazanmanın bin kez hacca gidip gelmekten daha önemli olduğu vurgulanır. Yunus Emre’nin yaşadığı dönemin ulaşım şartları dikkate alınırsa bir kez olsun haccedebilmenin ne kadar zor olduğu ve sevabının da o nispetle çok olacağı düşünülmeli; gönül kazanmanın sevabının ve mevhumu muhalifiyle gönül kırmanın, yıkmanın ne kadar günah olduğunun hesabı ortadadır. Çünkü gönül, yukarıda da kısmen değinildiği gibi “Allah’ın evi”dir. Aynı tanımlama dikkat edilirse “Ka’be” için de yapılır ve onun diğer adı “Beytullah”tır ki “Allah’ın evi” anlamındadır. Bunu Yunus’un o bilindik “Sarı Çiçek” ilahisinde de görürüz:
“Yine sordum çiçeğe
Sen Ka’be’yi gördün mü
Çiçek eydür ey derviş
Ka’be Allah evidir”
Niyazi Mısrî’nin “Hu Diyen” redifli şiirinde Allah’ın mümin kulunun gönlünü seçtiğini ifade eder:
“Yere göğe sığmayan bir müminin kalbindedir
Katremin içinde ummanımdır Allah Hu diyen”
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Gecelerde” redifli şiirinde;
“Dil beyt-i Hüdadır anı pak eyle sivâdan
Kasrına nüzül eyler o sultan gecelerde”
Kalbin, gönlün “Allah’ın evi” olduğu vurgusu yapılır ki bunu yine Yunus Emre’nin bir başka şiirinde yer alan şu dörtlük izah eder:
Gönül Çalab'ın tahtı
Çalap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise
Bu dörtlükte de Niyazi Mısrî’nin yukarıya aldığımız beyti ile aynı anlam vurgusu söz konusudur: Allah, mekândan münezzehtir ama tahtını kulunun gönlüne kurmuştur. Burada bu sefer gönül yıkmanın cezasının iki cihanda bedbaht olmakla eş tutulduğunu görüyoruz.
Yunus’ta gönül yolculuğunu şu dörtlükle sonlandıralım:
“Âlimler kitap düzer
Karayı aka yazar
Gönüllerde yazılır
Bu kitabın sûresi.”
Yunus, bu dörtlükte ilim sahasında kalem oynatanların zaman zaman hataya düşebildiklerini bu sebeple karayı aka yazabildiklerini ama değişmez, yanılmaz olanın -Kur’an gibi- gönülde yazıldığında böyle hataların olmayacağını söyler. Çünkü bu kitap içten, samimi, aşkla yazılmaktadır.
Yunus, çağlar ötesinden, 13. asrın minaresinden bütün zamanlara, dili güzel kullanmanın önemini, itidali, hoşgörüyü, samimiyeti, aşkı aşkla anlatarak seslenir, bu çağrıya bütün Muhammed ümmetinin uyması gerektiğini hem söylem hem de eylem olarak ifade eder.
Türkçemizin gönlünde herkesin yer bulduğu bu dev şairini bu vesile ile şükran, minnetle, saygı ve rahmetle anar, ruhunun şâd, makamının cennet olmasını Yüce Rabbimden dilerim.