Selamların en güzeliyle…Çok değerli gönül dostlarım,14 Şubat Sevgililer Günü’nde yazdığım bu yazıma şöyle başlayalım: “Evrenimiz birlik, galaksimiz dostluk, gezegenimiz saygı, coğrafyamız sevgi, yurdumuz beraberlik, mâbedimiz kardeşlik ve gönüllerimiz muhabbetle dolsun!” Öyle ya, varlığın en büyük gayesi ve özüdür sevgi. Sevgisiz bir evren; muhabbetsiz bir ev ve aşksız bir kalp gibidir;sevgisiz bir dünya da ışıksız bir oda ve herkese dargın,gönlü kırık bir kimse gibidir.
Sevgi bir sırdır sevmesini bilenlere ve gerçek aşka erenlere. Saygı varlığın Yaratıcısına hürmettir başta; sonra tüm varlıkların hakkını korumaktır ve dahası kendi sorumluluğunu bilmektir. Birlik gücünü Bir’den alıp birleştirmektir tüm güçleri; dertte, tasada ve saadette bir ve beraber olmaktır ömür boyunca. Birimizin hepimiz, hepimizin birimiz olmasıdır birlik. Birliğe,“Benden çok kardeşimin olsun, senin olsun.” diğerkâmlığı ile ulaşılabilir elbet.Haset ve çekememezlik,ateşin yanan odunu bitirmesi gibi bitirir birliği, dirliği ve iyilikleri. Kin ve garaz söndürür bucakları ve ocakları.
İhtiyar gezegenimiz olan dünyamız sevgi saygı ve birliğe ne kadar da muhtaç değil mi? Dünyamızın son üç asrı baş döndürücü icat ve medeniyet nimetlerine kavuşurken; ne yazık ki aynı oranda sevgi, saygı ve birlik nimetlerine kavuşamadı. Modern bilimler uzayın derinliklerini, atmosferi, atomu ve hücreyi en ince ayrıntısına kadar keşfederken; yine üzülerek belirtelim ki insanın ruh kökleri, sevgi,saygı ve birlik evreni keşfedilemedi.Bunda şüphesiz modern fen bilimcilerinin bilimsel keşiflerini ve insanlığa hizmetlerini görmek ve takdir etmek hepimizin borcu iken; sosyal bilimcilerin, sosyolog, ilahiyatçı (teolog), psikolog, tarihçi ve edebiyatçıların çalışmalarının yetersiz kalıp uygulama alanı bulamadığını da fark etmemiz gerekiyor. Bu istenmeyen ve olumsuz bir gelişmenin nedeni sosyal bilimlerin teorik bilgilerini somutlaştırıp birleştirememesi ve uygulama fırsatı bulamamasıdır. Farklı ve çatışan teoriler ise başka bir nedendir. Genel geçer algı olarak da sosyal bilimlerin fen bilimleri kadar ekonomik yani parasal getirisi olmaması ön kabulü tüm dünyada ve ülkemizde sosyal bilimlere verilen değeri her zaman azaltmış en büyük zarar vermiş bir etkendir. Geleceğin dünyasında şayet sosyal bilimlere verilen değer yeterince artırılmaz ve uygulama alanı sağlanmazsa medeniyet nimetleri birer zararlı fanteziden öteye gidemeyecek ve dünyamızın bir medeniyet çöplüğüne dönüşmesinin önüne geçilemeyecektir.
Dinî inanç temellerinin taassuptan ve dogmalardan arındırılıp barışçıl, sevgi ve saygı temelinde öğretilmesi en önemli meselelerdendir. İncil’in ilk emri “Sev!”, Tevrat’ın ilk emri “Yaşat!”, Kur’an’ın ilk emri ise “Oku!” dur.Bu emirler çoğunlukla bilindiği halde sevgiden çok nefrete yönelmiş, yaşatmaktan çok öldürme ve yok etmeye meyilli ve okumak ve anlamaktan çok ezberci din adamları ve sözüm ona dindarlar dünyanın tamamında asırlar boyunca amansız mücadelelerle korkunç cinayet ve savaşlara sebep olmuşlardır.
Hz. Muhammed (sav) “İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden iman etmiş olmazsınız.” güzel ve kutsi sözü ile adeta bizim hem dünyamızı hem de öbür dünyamızı cennete çevirmenin anahtarının “sevmek” olduğunu bizebildirmiştir.
Mevlâna’nın “Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz/Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...” sözü işin özü değil midir? Yunus Emre’nin “Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü!” diyerek herkesi kucaklayıp “Sevgi baht olmuş ezelden bize,/ Sizde bir türlü, bizde bir türlü,/ Alaca düşmüş gördüğümüze,/ Sizde bir türlü bizde bir türlü!“ dizeleri ile de birbirimizi sevmenin bahtımız olmakla birlikte; aynı sevgiyi görüp yaşatamadığımızı da “Siz de bir türlü bizde bir türlü!” diyerek çok güzel ifade etmiştir.
Sevgi ve saygı ile donanmış toplumlar medeni toplum olma yolundadırlar. Engin inanç ve gönül coğrafyamızda hoşgörü ve iletişime çok büyük ihtiyaç vardır. Bunun temeli de her bir insanı olduğu gibi sevmek; inanç ve inançsız, mezhep ve meşrep, ırk ve cinsiyet ayırımı yapmadan herkesi hür ve eşit görebilmektir. Bunu öğretip benimsetebilirsek ancak toplumlar ve insanlık gerçek uygar topluma kavuşabilir.
Bireğitimci olarak uzun yıllar, geleceğin öğretmenleri olacak olan öğrencilerime derslerimde sevgi ve saygı ile ilgili olarak hep şu örneği verdim: “Aşûre çağlar boyunca aktarılıp gelen birlik, inanç ve sevgi tatlısıdır.İçerisinde kırktan fazla besini birleştirir ve çok nefis bir tatlı ortaya çıkar. Kazana konulan maddelerden hiçbiri özelliğini kaybetmeksizin ortak tatlıya katkı yapar.” İşte toplumsal farklılıklar zenginliğimizdir; herkesi olduğu gibi sever ve saygı duyarsak o toplum aşûre tadında olduğu gibi ahenkli ve huzurlu bir yapıya kavuşur.
Sevgi üzerine aşk üzerine saygı ve birlik üzerine ne kadar yazarsak yine de az gelecektir. Ancak yazmanın okumanın yanında bunu hayatımıza geçirmenin ve yaşatmanın önemi ve gereği yadsınamaz ve tartışılamaz. Çağlar öncesi kültür ve inanç dinamiklerimiz içerisinde Mevlâna’nın (ona atfedilen) ümit ve sevgi dolu “Gel, gel, ne olursan ol yine gel,/İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel,/ Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir,/ Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...” şeklindeki büyük çağrısını belki günümüz modern Mevlevî anlayışı olarak“Kim olursanız olun biz gelelim.” şeklinde sevgi ve saygımızı ortaya koymamız en önemli ihtiyaçtır.
Her dönem çok sevilerek izlenen Çöl Aslanı (Ömer Muhtar)filmindeÖmer Muhtar karakterini canlandıran AnthonyQuinn yıllar önce şöyle diyordu: “Bir insanın iki günü vardır; biri kendi ömrü diğeri ise çocuklarının ömrüdür. İnsan bu iki gününü onurlu yaşamak durumundadır.” Bu büyük söze ne diyebiliriz! Sevgi bu onurlu yaşamın en güçlü harcı değil midir?
Sözlerime yukarıda “Evrenimiz birlik, galaksimiz dostluk, gezegenimiz saygı, coğrafyamız sevgi, yurdumuz beraberlik, mâbedimiz kardeşlik ve gönüllerimiz muhabbetle dolsun!” sözüyle başlamıştım bu haftaki yazımın sonunda yine aynı sözlerle tamamlıyorum. Sevgi ile kalın, sağlıkla kalın, hoşça kalın dostça kalın! Selam ve sevgilerimle…
Not: Kıymetli okuyucularım gönülcoğrafyamızdaki gezilerimizin Irak ve Suudi Arabistan kısmını geçen hafta tamamlamıştım. Sizlerden, çok olumlu tepkiler aldım; çok sağ olunuz, eksik olmayınız. Heybemizde ne varsa onu paylaşıyorum, testimizde ne varsa ondan ikram etmeye çalışıyorum. Bundan sonraki yazılarımda sizleri Suriye ve Ürdün’le ilgili seyahat hatıralarımı buluşturacağım.
Bu haftanın özelinde “sevgi, saygı ve birlik” üzerine yazmayı yazmak istedim. Gezi hatıralarıma haftaya devam edeceğiz inşallah!”