Bu yazı, ona bir yardımım olabilir mi düşüncesiyle imkânsızlıklar içindeyken bile imkâna vesile olmak için koşturan, çocuklarını dünya ahiret kurtuluşuna vesile olur diye gönderdiği, halkın yüreğinde taht kuran okullardan, imam hatip liselerinden mezun bir kalem tarafından yazıldı. Bu bağlamda yazı, imam hatip okullarıyla ilgili “içten bir değerlendirme” olarak okunabilir.
***
Aslında ne oldu?
Yazar ve akademisyen Erol Mütercimler’in, hafta içinde, katıldığı bir televizyon programında tarikatlerin yapısı ve Türkiye’deki durumları, bu çerçevede ortaya çıkan yanlışlar üzerine yaptığı konuşmasının bir yerinde imam hatip mezunlarıyla ilgili olarak “cinsi sapık, sahtekâr, ahlaksız” gibi asla bir eğitimciye yakışmayacak ifadeler kullanması üzerine, başta Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk olmak üzere bazı sivil toplum kuruluşları ve birçok sosyal medya kullanıcısı, tepkilerini sosyal medyada dile getirdiler. Toplumdan gelen bu tepki seli üzerine medya aracılığıyla bir açıklamada bulunan Erol Mütercimler “Toplumun bir kesiminde oluşan yanlış bir algıyı dile getirmek istedim. Yanlış anlaşıldım, özür dileyeceğim.” dedi.
Erol Mütercimler’in ifadeleri meselenin hangi noktasında olursa olsun “talihsiz bir beyan”dır ve asla kabul edilemez. Bu, insani olarak kabul edilemez bir durumdur. Hangi grup, topluluk, tüzel kişilik, camia, cemaat olursa olsun, “suçun şahsiliği esası” greğince suçu kim işlemişse o sorumlu tutulmalıdır. Yoksa böyle bir söz, yanlış yapmayanları ve bir camiayı genel olarak töhmet altında bırakır. Bunun yerine suçluluları okuluna, görüşüne, aidiyetine göre sınıflandırmadan, “şahsilik” çerçevesinde cezalandırarak çürüklerin ayıklanmasıyla kalitenin devamı sağlanmış olur.
Suçlama ve temize çıkarma konusunda ifrat ve tefritten daima uzak durulmalıdır. Kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi sunmaya çalışan bir kesim diğer kesimi her türlü istismarın, tecavüzün, aldatmanın odağı gibi göstermeye çalışması, göstermesi hiçbir zaman kabul edilebilir bir tavır değildir. Diğer kesimin de bu tür olumsuz hadiseler sanki hiç yaşanmamış gibi sessizliğe bürünmesi hatta olayların üstünü örtmeye çalışarak onları yalanlamaya kalkışması, toplumda yanlış algıya sebep olmaktadır. Her toplumda, düşüncede, grupta çürükler, menfaatperestler, benmerkezciler, tacizci, tecavüzcü ve istismarcı bulunabilir. İnsanları olumsuzluğa sevk eden onların içindeki “kötülüğü emreden” nefisleridir, nefis de herkeste vardır.
Bu tavrımız, imam hatip meselesinde olduğu gibi başka konularda da böyle olmalıdır. Bu, hem insani hem de dini bir tavırdır. Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi “Hiçkimsenin günahını bir başkası çekemez.” “Oku!”, “Tefekkür et.”, “Düşün.”, “Aklet.”, “Bir facirin getirdiği haberi hemen doğru kabul etme, araştır, sor soruştur; sonra kararını öyle ver!”, “Zandan sakın!”, “Adaletle muamelede bulun!”, “Bir topluluğuğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin!” gibi düsturlar, bize Allah’ın birer emri olduğu gibi aynı zamanda evrensel hukuk ölçüleridir: “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90)
Asıl reklam ve hâl dili
Reklam ve iletişim konusunda en genel geçer olan nedir bilir misiniz? Hemen söyleyelim: Ayaklı reklam. Ne demek ayaklı reklam? Şu demek; bir ürünü alıp kullanan eğer ondan memnun kalmışsa onu arkadaşına, eşine, dostuna, konu komşusuna, çevresine hararetle tavsiye eder. Böylelikle herkes için albenisi yüksek, aranan bir ürün olur. Üretici de amacına ulaşmış olur.
Bir başka husus da bir hakikati anlatmada en etkili dil, “hâl”dir. Hâl dili, kal yani sözden daha etkilidir. Çünkü anlatılmak isteneni kişi hayatına hayat kılmıştır. O, bu dil ile “Bak, kardeşim anlatmak istediğimi ben yaşıyorum ve bu çok güzel. Bu güzelliği senin de yaşamanı dilerim.” der. Bunu şunun için yazdım:
Özünü koruyana başkası zarar veremez
Bir topluluk, camia, grup, tüzel kişilik yaptıklarının doğruluğuna güveniyorsa ona başkaları, düşmanları, muarızları, kendilerini çekemeyen hâsidler, fettanlar gerçek anlamda asla zarar veremezler. Bu konuda Allahü Teâlâ, “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar veremez. Hepiniz dönüp dolaşıp Allah'ın huzurunda toplanacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir bildirecek, karşılığını verecektir.” (Maide, 105) buyurarak kişilerin kendilerini istikamet üzere olmada dikkat etmelerini emir buyurur. Kendini kötülüklerden arındırmış fertlerden oluşan topluluklar da istikamet ehli olanlardır.
İmam Hatip camiası eğer insani ve dini olanı gerçekten yapıyor ve yaşıyorsa başkalarının ne dediği çok da önemli değildir. Önemli olmadığına, bugüne kadar başkalarının söylediklerinin camiaya varoluşsal bir zarar vermemiş olması bir delildir.
Cumhuriyet projesi okullar
Hiç şüphe yok ki imam hatip liseleri bir ihtiyaçtan doğmuştur. Ama ne yazık ki zaman içerisinde milliyetçi ve muhafazakâr siyasetin arka bahçesi yapılmak istenmiş, konu bu yönüyle, zaman zaman biraz istismar edilmiştir. En son “siyasal islamcı anlayış” onu yaygın hâle getirerek bu güzide kurumların toplum nezdindeki itibarına gölge düşürmüştür denilebilir.
İmam hatip liselerini daha önceki adıyla okullarını ilk açanlar, sanılanın aksine Demokrat Parti değil, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarıdır. Kökeni Osmanlının son zamanlarında açılan Medresetü’l-Eimmeti ve’l-Hutaba kabul edilebilir. Ancak bugünkü imam hatip liselerinin çekirdeğini “1949 yılında, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı “imam hatip kurslarında” din hizmeti görevlisi yetiştirme uygulaması” oluşturur. İmam hatip liseleri bu yönüyle bir “Cumhuriyet projesidir.” Ancak, okulları açanların niyetleri bir bütünlük arz etmez.
Demokrat Parti iktidarında “kurs”tan “okul”a dönüştürülür. Bu, yetmişli yılların ortasına kadar devam eder. 1973 yılında, okulların adı İmam Hatip Liseleri (İHL) olarak değiştirilir ve bu kararla mezunlarına fark dersleri vermeden üniversitelerin edebiyat kollarına gidebilme hakkı tanınır. Bu karar, kimi anlayışlara göre yozlaşmanın bir adımıdır.
Sistem, toplum üzerinde yürüttüğü dini kontrol etme mühendisliğini Diyanet ve İmam Hatipler üzerinden sürdürür. 12 Eylül Darbesi sonrası, okulun bazı kültür dersleri öğretmenleri üzerinden öğrencilerin zihinlerine operasyon çekildiği gözlenir. Kültür dersleri öğretmenlerinin bazıları, öğrencilerle polemiğe girer ve onlar için “yeşil komünist” gibi biraz aşağılayıcı ifadeler kullanır. Bu satırların yazarı öğrenciliğinde bunlara şahit olmuştur.
Okulların, devletin okulu olmasına, her şeyi Millî Eğitim Bakanlığının belirlemesine rağmen, bu okullardan mezun olan öğrenciler yıllar yılı, bürokraside, yargıda, askeriyede, emniyette üvey evlat muamelesi görür. Bu durum, aslında, Necip Fazıl Kısakürek’in “Düşmanıma” şiirinde “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;/ Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!” dediği gibi camiaya bir bakıma ters motivasyon etkisi de yapar.
28 Şubat Postmodern Darbesini icra edenler, imam hatip liselerinin önüne hukuksuz katsayı engelini koyarak halkın bu okullara öğrenci göndermesine engel olmaya, okulların etkisiz bırakılarak kapanmasına çalışırlar. Ayrıca bu dönemde, ilköğretim kanunu ile bu okulların orta kısımları kapatılır. Katsayı garabeti aynı zamanda meslek liselerinin de ölümcül darbe almasına sebep olur, böylelikle ülke büyük kayıplarla karşı karşıya kalır.
Yüze gülen siyaset
Siyaset kurumu elini bu okullardan hiçbir zaman çekmez. İktidar, bu kez, yaptığı düzenlemelerle bu okulların bahar dönemine girmesine vesile olur: İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile birlikte 2012-2013 eğitim öğretim döneminde imam hatip liselerinin ortaokul bölümleri tekrar açılır ve 5. sınıf öğrencileri bu okullara kaydedilmeye başlanır.
Bunun yanı sıra son beş altı yıldır, bilhassa “15 Temmuz Hain Kalkışması”ndan sonra –Allah’ın laneti yapanların üzerine olsun- Türkiye genelinde imam hatip liseleri ve ortaokulları oldukça yaygın hâle getirilir. Bu yaygınlaştırma, kimi anlayışa göre aslında bu okullara yapılan ters operasyondan başka bir şey değildir. Çünkü kalite, yaygınlaşma, popülerleşme ölçüsünde elden gider.
Gitmiştir de! Şimdilerde bu okullarda okuyan öğrencilerle bundan otuz kırk sene önceki öğrencilerin bilgi, başarı, ahlâk ve meslekî donanımları arasında büyük farklar vardır. Önceden hemen hemen her ilde, bazı ilçelerde de bir tane var olan okullara öğrenciler isteyerek gidiyordu. Ama şimdi, bazıları nitelikli okullar bazıları normal imam hatip lisesi statüsünde olmak üzere bir şehirde ona yakın imam hatip lisesi var. Nitelikli yani merkezi sınavla öğrenci alan okullar arasında yer alanların bilgi, kavrama ve anlama seviyeleri biraz daha iyi olsa da yerel yerleştirmeyle öğrenci alan okul statüsünde olanlarda öğrencilerin okula istekli olarak gitme, derslerine verimli çalışma, okulu benimseme oranlarında eskilere oranla büyük düşüş var.
Selâm İmam-Hatplim
İmam hatip okulları hiç şüphe yok ki Anadolu insanı tarafından benimsenen, desteklenen okullardı. Bu okulların birçok yurdunu halk, teberru makbuzları ile para toplayarak inşa eder, bu okullara her yönden sahip çıkar. Esnafı maddi olarak sanatçısı da albüm hazırlayarak destek olur. Bilhassa “28 Şubat Postmodern Darbesi” sırasında sanatçılar bu okulları anlatan eserlere, albümlere imza atarak okulları gündemde tutarlar. Bunlardan Mehmet Emin Ay’ın “Selâm İmam Hatiplim”, halk ozanı Hilmi Şahballı’nın “Okulumu Almayın Beyler” adlı albümleri unutulmaz çalışmalar arasında yer alır.
Sözylediği ezgi ve ilahileriyle tanınan ilahiyatçı-akademisyen Mehmet Emin Ay’ın bestelediği eser, bütün imam hatiplilere, okulların kuruluş ruhuna, duygusuna, tertemiz kalplere, körpe dimağlara ve bu okullardan yükselen sadâya selâm gönderdikten sonra “Kaldır artık başını gün alnın parıldasın,/ Işık saçsın etrafa, tüm cihan aydınlansın/ Çağımın ruhu hasta, nurunla şifa bulsun,/ Selâm sizden yayılan güzel nidaya selâm...” diyerek yıllar yılı ezilmiş, horlanmış ve ötekileştirilmiş bir dünyanın ayağa kalkışını selâmlar. Bu selâmlamada Hz. Peygamber (s.a.v) ve çağlar açıp çağlar kapatan Fatih Sultan Mehmet Han da unutulmaz.
Halk ozanı Hilmi Şahballı’nın “Okulumu Almayın Beyler” adlı eseri de bu okullara ugulanan baskıyı dile getirir. Şahballı, şiirine “İnananlar bir bütündür/ Bölmeye kalkmayın beyler/ Yeter artık üstümüze/ Gelmeye kalkmayın beyler” diyerek başlar. Onları bölüp parçalamayın, üstüne üstüne gelmeyin der sonra haklı olarak. Evet, inananlar bir bütündür, bir vücudun azaları gibidir. Şahballı, şiirinin devamında dört halifenin öne çıkan vasıflarını hatırlatarak İmam Hatip gençliği ile irtibat kurar, Müslümanım diyenlerin de bilinçlenmesini, âlimlere saygılı olmasını ister. Şahballı, albüme isim olan eserini “Laf söyletmem dinimize/ Hakkı yazdık kalbimize/ Ağlanacak halimize/ Gülmeye kalkmayın beyler// Kan ağlarım yaram sarıp/ Öz yurdumda garip garip/ Fazla üzerime varıp/ Dalmaya kalkmayın beyler” diyerek 28 Şubat sürecinde yaşanan zulümlere dikkat çeker ki bu albümüyle haksızlığın duyulmasına vesile olur.
Gümüşhaneli Âşık Figanî ( İbrahim Okur) İmam Hatip Liseleriyle ilgili olarak “Aydın Olsun Gözün İmam Hatiplim” başlıklı yazdığı bir şiirinde bu okulların idealini, ruhunu ve ona yapılan olumsuz muameleleri dile getirir. Hiç şüphe yok ki imam hatip liseleriyle ilgili olarak verilen eserler sadece bunlarla sınırlı değildir.
Diyanet, imam hatip ve bir değini
İster eğitim kurumu isterse başka bir kurum fark etmez, bir siyasi görüşe angaje olursanız o cenahtan gelen İslam’a aykırı davranışlara ses çıkarmayarak o yanlışları dolaylı biçimde onaylamış olursunuz. Bu tavrınız, sizin kendinizle varoluşsal bir çelişki içerisine girmeniz demektir. Düşünce bakımından bir inhiraf, bir bozulmadan başka bir şey değildir bu.
İmam hatipli olmanın devlet nezdindeki tüzel kişiliği Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatıdır. Atatürk tarafından cumhuriyetle birlikte kurulmuş olan bu teşkilat, kimi çevrelerce laikliği zedeleyen bir yapıdır. Onlara göre, dinler karşısında taraf olmaması gereken devlette bir dine ait işlerden sorumlu bir teşkilatın olmaması gerekir, varlığı kabul edilemez.
Teşkilatın kurulmasının sebepleri kanaatimizce Atatürk’ün Kastamonu konuşmasında belirtilir: “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.” Bu cümleden olarak dini konuların hangilerinin, topluma ne oranda ve nasıl verileceğinin belirlenmesi vazifesi Diyanet teşkilatına verilmiştir.
Nihayetinde, imam hatip liseleri imamlık, hatiplik ve vaizlik hizmetlerini yerine getirmesi amacıyla imam, hatip ve vaiz yetiştimeye matuf açılan okullardır.
Diyanet Teşkilatı ve imam hatip camiası, genel olarak hayatı algılayış ve değerlendiriş bakımından bugünkü siyasi iktidara angaje olmuş durumda mıdır ve onların yanlışlarına yanlış diyebilmekte midir? Kimden ve kime gelirse gelsin, yapılan zulme, haksızlığa, adaletsizliğe karşı çıkabilmekte midir? Kul hakkını göztebilmekte midir? Dinin gerçeklerini tam olarak halka verebilmekte midir? Yoksa bırakılan alan nispetinde midir yaptıkları? Bütün bunların cevabı okurlarıma bırakıyorum.
Ama biliyorum ki aşırı derecede yaygınlaştırılan değerden düşürülendir. Söz Yunus Emre’nin: “Sırat kıldan incedir/Kılıçtan keskincedir.”