Üstat Necip Fazıl Kısakürek “Zaman” şiirinde zamanın ne olduğunu sorar: “Nedir zaman, nedir? /Bir su mu, bir kuş mu? /Nedir zaman, nedir? / İniş mi, yokuş mu?” Gerçekten de zamanın mahiyetini biliyor muyuz? Biliyorsak bunun derecesi nedir, ne kadar biliyoruz onun hakkında?
Zamanın ne olduğu, onun mahiyetinin nelerden oluştuğu soruları ve bunlara verilecek cevaplar elbette önemli.
İnsan denen varlık, diğer varlıklar gibi zaman ve mekân ile mukayyet yani onlarla sınırlı ve onlarsız edemez.
İnsanın bir yolcu olduğu öteden beri söylenegelen, vurgulanan, anlatılan bir olgudur. Bu yolculuğa insan ne zaman çıkmıştır? Yolculuğun başlangıcı neresidir? Konu burada da yine gelip zamana dayandı.
İnsanın zaman ırmağındaki yolculuğu ilk yaratılışı yani ruhlar âleminde başlıyor. Sonra bir maddi bir bedene bürünme zamanını bekliyor. Vakti gelince yeni bir döneme, anne karnında geçecek dokuz ay on günlük bir süreye evriliyor. Vakit orada da geçiyor ve bu fani dünyaya teşrifi söz konusu oluyor.
Dünyaya teşrif ettikten sonra insanın ömrü başlamış oluyor, dünya hayatındaki ömrü. Ömür bir sermaye olarak insan bahşedilen ömür. Sonunda kimisine elmas olur kimisine de kömür. Bu ömrün belli bir kısmı dünya hayatına hazırlanmak ve alışmakla geçer; bu, bebeklik, çocukluk nihayetinde âkil ve bâliğ çağına gelir. İşte orada hesap kitap işlemeye başlar. Ömrün insana elmas mı kömür mü olacağı orada yaptıklarıyla belli olacak.
Aslında o zaman başlıyor insanın zihninde o deli sorular. Bir şimşek gibi çakıyor, yer yer yıldırım gibi düşüyor zihinlerden o çetrefilli sorular… Ben kimim, dünya nedir, evren nedir, bilgi nedir, zaman nedir, ömür nedir? İnsan bu dünyada niçin vardır, dünya niçin vardır, kâinat niçin yaratılmıştır? Sorular sorular üstüne ama hakikatli cevabı bulabilen az! Eğer aklına ve kalbine, idrakine vahiy ve hakikat rehberlik etmezse insan, başını “örse vurabilir.” Her yolculukta olduğu gibi bu zaman ırmağı yolculuğunda da kılavuzun niteliği ve durumu çok önemli. Kılavuzun kendisi kılavuza muhtaçsa, o zaman eskiler devreye girer ve “Himmete muhtaç dede, nasıl himmet ede!” deyiverirler hemen!..
Zaman ırmağında seyahat gençlik sandalıyla devam ederken insan bu sandalın eskiyebileceğini, yıpranabileceğini çok da hesap edemiyor. Oysaki zaman nehri durmadan akıyor, bu nehrin üzerindeki sandal da yıpranıyor. Önceden nehre gelmiş sandalları görüp de bak bunlar yıpranmış eskimiş, bu güzelliklerin geleceğe elmas hükmüne geçmesi için bir çaba sarf edeyim düşüncesi çok da belirmiyor. Belirmesi lazım mı, evet lazım!
Zaman ırmağında durmadan yol alıyoruz. Hem ırmağın suyu akıyor hem de biz yola alıyoruz bu arada. Bu yolculukta insan da bedeni de sandalı da hep bir değişime uğruyor. Bu değişimi ise insan hemen fark edemiyor, yıpranmışlık ve değişim had safhaya ulaşınca ancak bilebiliyor bunu. Ve o zaman söyleniyor söylenmesine; ama bu söylenme geçmişi, geçmiş güzellikleri, dinginliği geri getiremiyor. İşte tam da bu noktada Cahit Sıtkı ırmağın yolcularına tastamam ses oluyor ve diyor:
“Zamanla nasıl değişiyor insan! /Hangi resmime baksam ben değilim. /Nerde o günler, o şevk, o heyecan/Bu güler yüzlü adam ben değilim;/Yalandır kaygısız olduğum yalan.”
İnsan bu yolculuğunu en güzel şekilde tamamlamalı. Buna erişmek için yolculuk boyunca hep güzellikler peşinde olmalı. Bu ırmaktan aldıkların var, o ırmağa bıraktıkların var. Irmakta olan her şeyi de sakın almaya kalkma; sana yarayanı, uygun olanı var; zararlı olanı, sana yararsız olanı var. Tıpkı senin ırmağa bıraktıklarının hepsinin iyi, güzel ve yararlı olmadığı gibi. Keşke sadece hep iyi, güzel ve yararlı olanları bırakabilseydik. Ama bu, bu ırmağın şartlarına aykırıdır zaten.
Bu ırmak yolculuğu bir imtihan sürecidir. Bir sınanma süreci, bir seçim, bir eleme söz konusu. Dedik ya bu ömür sermayesi sonunda ömrün elmasa mı dönüşecek yoksa kömüre mi? Elmasa dönüşüp sonsuz bir güzellikler hayatı seni mi bekliyor yoksa dönüştürdüğün kömürle ebedi bir azap mı hazırladın kendine. Çünkü cennet bir ihsan-ı İlahî olmakla birlikte cehennem kişinin bu dünyadan götürdüğü ateşle var olur kişi için.
Irmak yolculuğunun nasıl geçtiğini, geçmekte olduğunu her insan kendine sormalı her gece başını yastığa koyduğunda. Bir tefekkür, bir kendini sorgulama sürecine almalı insan. Nasıl ki bir olay sonrası savcılar failleri veya zanlıları bir sorgulamadan geçiriyor; insan da bunu kendi kendisine yapmalı. Kendisine ve yaptıklarına savcı kesilmeli. Savcı kesilmeli ki bundan sonra yapacaklarında tatsızlık çıkmasın, yaşadıkları kendine zehirli bal hükmüne geçmesin!
Irmak yolculuğunda sandalın hem kendine yani sana zarar vermesin hem de başkasına. Ötelerden gelen kadim bir söz vardır: Zarar verme! İyilik yapmanın, iyilikte bulunmanın birinci merhalesidir bu zarar vermemek. Yararın dokunmuyorsa zarar verme ki en azından böyle biriyiliğin dokunsun.
Ey insan ve ey nefsim! Bu ırmak yolculuğunu iyi ve güzel sürdürmeye ve tamamlamaya bak. Bu yola ve yolculuğa bir daha çıkmayacaksın. Yolculuğun sonunda elinde senin söndüremeyeceğin ateş olması ve sadece ve sadece sana ihsan edilmiş elmaslar olsun. Geleceğini sonsuz hayatını bu mücevherler ile seni Yaratandan satın al! O çok merhametlidir kullarına. Sen de senin gibi bu ırmak yolcularına merhametli ol ki Yüce Rabbino elmaslardan sana da ihsan etsin!
Hayırlı yolculuklar!