ALTINDAN KIYMETLİ ÖĞRETMENLER
{eğitim eğitim eğitim}adını verdiğim serinin bugün24. bölümünü yazıyorum. Eğitim denince akla ilk gelen bileşenlerinden ve eğitimin öneminden, toplum hayatına etkilerinden söz etmeye çalıştım. Aslında yaptığım şey, toplumsal bir görevdir. Hem görevdir (Allah’ın omuzlarımıza yüklediği bir görevdir de.) hem haktır. Yani buna, her vatandaş gibi, toplumun üyesi olan her birey gibi benim de hakkım var. Benim de çocuklarım var, benim de torunlarım var, sonuçta ben de bu toplumun kaderini paylaşmak zorundayım. Ben de sizlerle birlikte aynı gemideyim çünkü. Öyleyse toplumsal gidişâtın yönünü belirlemede benim de söz hakkım olmalıdır. Kaldı ki ben bir profesyonelim. En az 15 yıl süren öğrenciliğimin yanı sıra 35 yıl da öğretmenlik yaşamım var, toplamda yarım asır eder. Yazdıklarımı okuyup okumamakta; tespitlerimi, tekliflerimi kabul edip etmemekte sizler özgürsünüz elbette. Okuyanlara teşekkür ederim, düşüncelerimi haklı bulanlara da minnettârım.
Benim şöyle bir hatâm bulunabilir; bardağın genellikle boş tarafını görüyor ve gösteriyorum. Doğrudur bu. Fakat, bir profesyonel olmam hasebiyle bunu en sağlıklı yapacak kişilerden biri olduğumu da lütfen kabul ediniz. Dolu tarafını zaten herkes rahatlıkla görebilmektedir, değil mi?
Evet, eğitimimizin genellikle aksayan, arızalı yanlarını nazara verdim. Ancak bu, nice güzelliklerin, nice güzel örneklerin bulunduğunu bilmediğim anlamına gelmez. Çok güzel şeyler de yapılıyor, çok güzel öğretmenler de var elbette. Hele yarım kalmış bir şarkının bestecileri, icrâcıları, koristleri, solistleri olan eğitimciler var ki yazdıkları destanları anlatmakla bitiremem. Belki bir gün onları anlatmak için de vakit bulabilirim. Şimdilik teberrüken birkaç örnek vereyim isterseniz:
Hemen aklıma gelen ilk örnek, Rahmetli Sami Yıldırım Bey’dir. Tam ideal bir öğretmen, tam idealist bir eğitimci idi. Kendisi, herkesin tanıdığı Sezen Aksu’nun babasıdır. Köy Enstitüsü çıkışlıdır. Çeşitli okullarda öğretmenlik, idarecilik ve İzmir İl Eğitim Müdür Yardımcılığı yapmıştır. Şimdi maalesef kapatılmış olan bir özel lisede yıllarca emrinde çalıştım Sami Bey’in, kendisini yakından tanıma fırsatı buldum. Erdem, fazilet dediğimiz pek çok şeyi şahsında toplayan örnek bir eğitimci idi. Yurt sevgisi, millet sevgisi, insan sevgisi, saygı, ahlâk, vakar, nezaket, sabır, hoşgörü, özveri, gayret, disiplin, tertip, bilgi, inanç ve benzeri nice erdemlerin sanki somut birer örneği idi. Tam bir centilmendi. Çok mükemmel bir orkestra şefiydi. Biz öğretmenler, öğrenciler ve öğrenci velileri, onun yönetimiyle, eğitim adına çok ama çok güzel şeyler yapmıştık yıllar boyunca. Okulumuz, İzmir’de, belki de Türkiye’de örnek gösterilecek bir okul olmuştu. Bütün anne babalar, çocuklarını okulumuza yazdırabilmek için yarışırlardı. Sami Bey’in bu yazımı okuyan öğrencileri de bunu doğrulayacaklardır mutlaka. Yatılı olan okulda, iğneden ipliğe her şeyi hesaplar, planlar ve takip ederdi. Sanırım hayatı boyunca hiç yapmadığı şey; israf idi, özellikle de zaman israfı idi. Vaktini öylesine programlı kullanırdı ki... Bizlere öyle hârika telkin ve tavsiyelerde bulunurdu ki şimdi bile hiçbiri aklımdan çıkmıyor. Örneğin “Sabrın bittiği yerde sabır başlar.” der dururdu bizlere. Kendisi de bu kuralı harfiyyen uygulardı. Öğrencilerle birlikte bütün okul personelini eğitiyordu. Bir bakanlık teftişi sırasında hiç unutmam; öğretmen arkadaşların ve okul personelinin teker teker kıyafetlerimizle, tıraş durumlarımızla bile ilgilenmiş, uyarılarda bulunmuştu. 24 saat işiyle, sorumluluğuyla doluydu. Bazen gecenin bir vaktinde öğretmenlerden birini veya bir müdür yardımcısını telefonla arar, kafasındaki bir konuyu istişare eder veya bir talimat verirdi. Bence, yaşamı, insaniyeti, eğitimciliği, bir seminer, bir konferans konusudur. Ruhu şâd olsun.
Dershane öğretmenliğim sırasında bir Naim Hoca vardı. Aman Allah’ım, beşerî bütün takıntılardan sıyrılmayı başarabilmiş, kendisini mesleğine ve öğrencilerine adamış bir öğretmen örneği idi. Fizik öğretmeniydi ama o gün hangi dersin öğretmeni gelmemişse, yerine sokulmaya elyak ve hazır bir adamdı. Benim yerime Türkçe dersine girse inanın gözüm arkada kalmazdı. Öylesine yetkindi. Bakın ne söyleyeceğim: Fizik öğretmeni olan bu adam, yüzlerce sayfalık bir (üniversite adayları için) Sosyal Bilgiler kitabı yazmıştı. Düşünebiliyor musunuz; içinde mantık, felsefe, sosyoloji, psikoloji, tarih, coğrafya konularının bulunduğu bir Sosyal Bilgiler kitabı! Aynı adam, akşamları da doktora veya doçentlik sınavlarına girecek akademisyenlere İngilizce öğretirdi. Öğrencilere çay yapar ikram ederdi. Onların tuvaletlerini temizlerdi. Gerektiğinde fırçayı eline alır, duvarlara badana yapardı. Tatil bilmez, izin bilmez, evine gece yarıları giderdi. Ne kadar gerekiyorsa o süre boyunca kurumda kalır, didinir dururdu. Sağdır kendisi. Evindedir, torunlarını büyütmektedir. Allah selâmet versin.
Yine onun adaşı ve branştaşı bir başka Naim Hocamız vardı. Kendisi yıllardır, İzmir Bornova’da medfundur. Fizik öğretmeniydi. Ama nasıl bir fizik öğretmeni bilseniz... Önüne taşı oturtsanız, onun anlatımıyla fiziği öğrenirdi. O da adanmıştı. Tatil, izin, gece, gündüz bilmezdi. İyi hatırlıyorum: Tam da hızlandırılmış kurslara denk gelen bir Ramazan geçiriyorduk. Seksenli yıllardı, Ramazan orucu tutuyorduk ve yaz mevsiminin en sıcak günlerini yaşıyorduk. İzmir sıcağını bilenler bilir. Dershanemizde klima falan yoktu. Gece etkinlikleri bir kenara, her gün 8 saat derse giriyorduk. Öğrenciler de oruçluydu, onları da uyanık ve diri tutma derdimiz vardı. Bir gün, Rahmetli Naim Hoca’nın pili bitmiş, sınıfta ders anlatırken düşüp bayılmış. Öğretmen arkadaşlar koşuştuk, karga tulumba taşıdık kendisini öğretmenler odasına. Yaşantısıyla, hâl ve hareketleriyle bütün öğrencilerin örnek alması gereken rol-model bir insan oğlu insandı. Ne para pul hesabı yapardı ne kılık kıyafet. Öğrencilerine ayırdığı zaman kadar, öz çocuklarına zaman ayırmamıştır. Mekânı Cennet’tir inşallah.
İskandinav denilen oturma takımları vardır, bilir misiniz? Tahtadan yapılan basit koltuklardır. Üzerlerine de incecik bir sünger minder konur... İşte kimya öğretmeni Yavuzlar, geceleri öyle bir üçlü iskandinav divanda yatardı. Süngeri de o kadar incelmişti ki, yatanın sırtında tahtaların izleri oluşurdu. Yavuzlar Hoca, bekârdı. Çoğu zaman gecenin geç vakitlerine kadar çalıştığı için bekâr evine gitmez, o iskandinavda kıvrılır yatardı. Kişiliği, öğrencilerle ilişkisini anlatmayacağım; ama kimya dersini kendisinden daha ballı börekli anlatabilecek başka bir öğretmen yoktur diye düşünüyorum. Öğrenciler de öyle düşünürlerdi. Olmaz böyle şey; sıkmadan, güldürerek, eğlendirerek, akıtırdı kimyayı çocukların beyinlerine. Yine İzmir. Yine aynı dershane. Yine Ramazan ve yine İzmir sıcakları... Yine günde sekizer saat ders (Tabi bu dersler, okul dersleri gibi değil. Mikrofon hep öğretmenin elinde.)... Hoca, gün boyu dili damağında ders anlatıyor, ter siliyor. İftarı yine orada alelusul yapıyor. Sonra koyuluyor soru hazırlamaya, ders notu yazmaya... Dahası var; o sıra bir de kimya kitabı kaleme almakta Yavuzlar. Gece yarısı bu defa da oturuyor kitap çalışmasının başına... Sahur vaktine kadar. Bekâr adamın bir başına yaptığı sahuru sizler tasavvur edebilirsiniz. Hah şimdi yatma vakti geliyor. Ve uzanıyor sünger minderi incelmiş iskandinavın üzerine. Uyuyor(!) Saat 08.30’da maratona kaldığı yerden devam. Bir ayda eridi Yavuzlar Hoca, vücut ağırlığının yarıdan fazlası yok oldu. Kemerini sıktığı zaman pantolonu belinde kat kat, boğum boğum oluyordu. Niçin böyleydi, niçin yapıyordu bunları Yavuzlar? Daha çok para kazanmak için mi? Şöhretini artırmak için mi? Komik olmayalım. O bir öğretmendi. Tam bir öğretmendi. Adanmış bir öğretmendi. Nerelerdedir şimdi, bilmiyorum. 1980’li yılların İzmir Fen Lisesi öğrencileri, Bornova Anadolu Lisesi öğrencileri, Atatürk Lisesi öğrencileri başta olmak üzere İzmirli yüzlerce öğrenci iyi hatırlıyorlardır kendisini. Benim eksik bıraktıklarımı onlar tamamlayıversinler.
Daha kimler kimler... Eyüp Hocalar, Ahmet Hocalar, Ali Hocalar, Yusuf Hocalar... değil anlatmak, saymakla bitmez ki.
1960’lı yıllarda İzmir Şirinyer Orta Okulunda bir fizik dersi öğretmeni Semahat Hanım vardı. Benim öğretmenim. Benim canım öğretmenim. Öğretmendi be! Her bakımdan. Onunla fiziğe âşık olmuştum. Orta üçüncü sınıf talebesi olan ben, bizzat ellerimle termik ampermetre yapmış çalıştırmıştım. Sorun bakalım lise fen bölümü öğrencilerine, acaba termik ampermetre nedir, biliyorlar mı? Âhirettedir şimdi. Ruhu şâd olsun.
Yine aynı yıllarda, aynı okulda bir tabiat bilgisi dersi öğretmeni Hasan Gözenç vardı. Talat Aydemir olayları nedeniyle ordudan ihraç edilmiş bir subaydı aslında. Öğretmendi be! Ders anlatışı, öğrencilerle ilişkileri, yaptırdığı etkinlikler, götürdüğü geziler... Kişiliği... En başta anlattığım Sami Yıldırım’ın bir kopyasıydı. Onun da ruhu şâd olsun.
Ve ilkokul öğretmenim Vâhide Kurt... Ruhu şâd olsun.
Eğitim dünyamız boş değil dostlar. İsimleri altın harflerle yazılacak nice mükemmel eğitimciler geldi geçti. Şimdilerde de var böyleleri mutlaka. Ölenlere rahmet, kalanlara selâmet diliyorum. Ve iyi eğitimcilerin sayılarını artırsın diye Allah’a niyaz ediyorum. Vesselâm.
R. Serdar Özmilli