İnsanın her daim aradığı bir hâldir huzur. İnsanlık tarihi kadar geçmişi vardır bu arayışın. İlk insanla başlayan, oradan günümüze kadar gelen ve kıyamete kadar da devam edecek olan bir süreçte insan, huzuru arama devam edecektir.
İnsanlık her dönemde huzuru aramıştır. İnsanların, insanlığın, toplumun huzurunu kaçıranlar da aslında huzur arayışından azade değildir. Onların da aradığı huzurdur ama onlar, arama işinde aşırılık, ifrat, haddi aşma eylemlerini de beraberinde işledikleri için başkalarının huzurunu kaçırmaya sebep olmakta, dünyayı, hayatı yaşanmaz bir hâle sokmaktadırlar.
Her dönem insanlarınca aranan bu huzur nedir, neyin nesidir? Her kelime ve kavramda olduğu gibi huzur kelimesinin de farklı farklı anlam katmanları vardır. Gelin, bu katmanlara hep birlikte bir göz atalım, anlam ve anlama yolculuğuna çıkalım.
Güncel Türkçe Sözlük (TDK), “huzur” kelimesini beş ayrı anlam katmanında görmüş ve anlatmış. Bunları şöyle sıralamamız mümkün: En genel ve temel anlamıyla huzur, “dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı” demektir. Kubbealtı Lugatı’nda ise “iç rahatlığı, hâlinden memnun olup gönlünde rahatlık duyma, kendini rahat ve memnun hissetme durumu” şeklinde izah edilmiş. Evet, aradığımız şey tam da budur. İkinci anlamı, birincisini tamamlar mahiyettedir; “rahat” olma, rahatlık yani!..
Huzur’un üçüncü ve dördüncü anlamı “makam, kat” demektir. Devlet yönetiminde belli bir hiyerarşik sistemde, tüzel kişiliği olan bir makam. Müdürlük, Kaymakamlık, Valilik vb. makamların makam odaları ve o makamda bulunan kimselerin önü, kat. Bu bağlamıyla aslında herkes en azından bir huzurdadır. Çünkü yönetim bağlamında bir makama zaman zaman çıkıyor olsa da hiçbir zaman ayrılmadığımız bir huzur var aslında: Allah’ın huzuru!.. Evet, kelimenin bir anlamı da budur zaten: “Cenâbıhakk’ın varlığının her şeyi kaplayıp başka şeye yer bırakmayacak şekilde hissedildiği mertebe”. Kişi, bunu hissetse de hissetmese de k Onun huzurundan azade, uzak kalması kişinin mümkün mü hiç?.. Bilinçler dünya sarmalında eriyip gidince nerede bulunduğumuzun farkında olamıyoruz çoğu zaman. Herkes her daim Allah’ın “Huzur”unda olma bilinciyle yaşamış olsa, bu tınıda yaşayabilse dünyada huzursuz kimse kalmazdı.
Kelimeyi deyimleşmiş olarak da buluruz: “Huzur batmak: İçinde bulunduğu gönül rahatlığının kıymetini bilmeyip durduk yerde huzurunu, rahatını kaçıracak bir iş yapmak. Huzur vermek: Gönül rahatlığı vermek. Huzur vermemek: Rahat bırakmamak, durmadan rahatını kaçırmak. Huzura çıkmak: Büyük bir kimsenin yanına kabul edilmek. Huzurunu bozmak (kaçırmak): Tedirgin etmek, rahatsız etmek:” (Kubbealtı Lugatı)
Kelimelerdeki anlam avını sözlüklerle destekle yapmak, yakalamak bir çabadır, bundan başarıyla çıkmak mümkündür. Ancak, kelimeler cümlede hayat bulur, hayatın içerisinde canlılık kazanır. Güncel kullanımlarla daha farklı anlam tınılarına yol bulur. Onun için, huzuru anlama, arama ve bulma yolculuğumuzun rotasını hayata çevirelim:
İnsanların aklından geçeni, kalbinde hissettiklerini, ruhundaki daralma ve genişlemeleri bire bir okuyabilme, bilme, anlayabilme yetimiz olsaydı, hiç şüphesiz ki huzurun insan hayatında yer alma durumunun ve pozisyonunun fotoğrafını tam olarak çekebilirdik. Bireyden topluma bir çizgi çizdiğimizde bu fotoğrafın karelerini tamamlayabilmek de olduğunca mümkündür.
Hayat iş, aş, eş, evladüiyal sarmalında devam ediyor. İşinden, aşından edilenler gün geliyor eşinden ve evladüiyalinden de oluyor. Bu yokluk ve yoksunluklar, mahrumiyetler o denli bir hâle geliyor ki kişi hukuksuzluk ortamında eşinden, aşiyanından, yuvasından ve de özgürlüklerinden edilebiliyor, olabiliyor.
Hukuksuzluk varsa huzursuzluk vardır. Hukukun olmadığı yerden huzurun var olması mümkün değildir. Hukuksuzluğun olduğu yerde değerlerin aşınması söz konusudur. Değerler aşınınca toplumda bireyler, değer yargılarından uzak, hoyrat bir menfaat sarmalı içinde yaşamaya başlar. Bu da gerek bireyin gerekse toplumun huzursuzluk girdabında boğulması ve akabinde elbette iflası gelir.
Değerlerin aşındırıldığı yerde, hayatını değerlerle hayat kılma derdinde olanların huzursuzluğu had safhadadır. Bu gibi durumlarda bireyler arasında iletişim ve birbirini anlama da yok derekesine iner. Toplumun en küçük birimi olan aile fertleri kendi âleminde yalnızlığa gömülür. Her biri diğerlerinin kendini anlamadığını düşünür. Çünkü herkes kendi doğrularının üzerinde hayatını şekillendirmek arzusundadır. Oysaki gençler; büyüklerinden, anne babasının tecrübelerinden yeterince istifade etmek yerine onları zamanı ve gereklerini okuyamayan kişiler olarak görerek kendilerini ayrı bir yerde konumlandırmaları sebebiyle huzursuzdur. Anne baba ise evladını toplumu ayakta tutan ve tutacak olan değer yargılarıyla yetiştirmek, evladının hayatını o değerlerle hayatlandırmak istemektedir; bütün çabası ve arzusu bu yöndedir. Bu arzunun emarelerinin evladı üzerinde yeterince görülmemesi, evlatlarının buna içtenlikle ve ivedilikle evet dememesi sebebiyle anne babalar da huzursuzdur.
Dinini iyi ve doğru anlama ve yaşama, hayatına hayat kıldığı değerleri toplumun ve başka insanların da aynı şekilde hayatlarına hayat kılma derdiyle yanıp kavrulanlar da hayatın “reel politikliği”, makyavelist iki yüzlülüğü karşısında üzgün ve huzursuzdur.
Çalışan işçi ve memur, hayatın gitgide pahalılaşması, geçim şartlarının zorlaşması karşısında çaresizdir ve huzursuzdur. Çaresizlik ise huzursuzluğun en büyük besleyici ve tetikçilerindendir. Emeğinin karşılığını alamamak ise insanın ömrünü tüketen bir törpüdür, her daim ömürden bir şeyler alıp götürür.
Okulda mesleğini en iyi şekilde icra etme derdiyle dertlenen eğitimcinin ilgisiz ve gayretsiz öğrenciler karşısında huzursuzdur. İşini iyi yapmayan diğer meslektaşlarının ve idarecilerin varlığı da bu huzursuzluğun tuzu biberidir. Bu hâl, sadece öğretmenler için geçerli bir durum değildir. Bütün meslek ve memuriyet alanlarında da geçerli bir durumdur.
Hukuk ve adaletin tesisi hem birey hem de toplum için hayati önemi haiz bir durumdur. Bunda paydaşların, bileşenlerin birbiriyle uyumlu bir şekilde çalışması ve hareket etmesi elzemdir. Aksi takdirde hukukun ve adaletin inşası mümkün değildir. İddia makamının yeterli ve hukuka uygun delilleri toplamamış olması karşısında hâkim huzursuz; yeterli ve hukuka uygun delilleri toplayan iddia makamının bu gayretine karşı hâkim heyetinin veya hâkimliğin hakka ve hukuka aykırı, siyasilerin emirleri doğrultusunda karar vermesi karşısında da iddia makamındakiler huzursuzdur. Herkesin hukuksuz kararlar aldığı bir süreçte hukuka uygun kararlar vermek isteyen hakim ve savcılar da huzursuzdur; çünkü bu durumda cüzdanları ile vicdanları arasında sıkışıp kalmışlıkları söz konusudur.
Öte yandan insanın istediklerinin hemen gerçekleşmesini arzulaması da huzursuz olmasına sebeptir. “Şüphesiz ki insan çok acelecidir.” Halbuki her şeyin bir vakti merhunu vardır; her şey vaktinin gelmesini bekler.
Dünyada birçok insan huzursuzdur; salt huzursuzluktan öte düzenli ve düzensiz savaşlar, saldırılar, zulümler ve işkenceler, haddi aşmışlıklar yüzünden var olma savaşı içerisindedir. Şimdilerde Ortadoğu’da Filistin’de katil ve zalim İsrail bir soykırım fiilini işlemektedir. Doğuda mazlum, mağdur ve sahipsiz Doğu Türkistan’da Uygur kardeşlerimiz; Çin’in gaddar, zalim ve hoyrat idarecilerinin zulüm, tecavüz ve alçaklığının pençesi altında ve dost ve kardeş bildiklerinin vefasızlığı karşısında inim inim inlemektedir. Ailenin erkeklerini toplama kamplarına alıp, aileye Çinli erkek ajanlar yerleştirilerek Türk soyu lekelenmekte, Türk insanının kanına ve genlerine girilmektedir. Ama beri tarafta bu durum, menfaatperestlerin, hatta Türklüğü davalarının esası kabul eden muktedirlerin kanına dokunmamaktadır.
Çileler, zorluklar, hayatın çetinlikleri karşısında bir yandan mücadelesini sürdüren insan, diğer yandan da Yüce Mevla’ya hâlini arz etmeli, içini dökmeli, dua dua yalvarmalı. Kutlu Beyan’ın “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura erer!” (Rad, 28) ikazını hatırdan uzak tutmadan şu dünya hayatını tamamlamaya bakalım. Aşırı derece sahip olma hırsıyla hareket edersek dünyanın mal ü menalı da huzursuzluğumuza sebeptir.
Rabbim, insanlığın ve insanların huzurunu kaçıran zalimlere verdiği mühleti en kısa zamanda sonlandırsın. Bir cennet numunesi olan şu dünyayı cehenneme çevirenleri ıslahları mümkün ıslah eylesin değilse kahr u perişen eylesin. Çocukların, beli bükük ihtiyarların, anaların, bacıların, eşlerin, kardeşlerin ağlamaları son bulsun. Rabbim gönlümüze inşirah salsın!..
.