{NUTİZM VE NUTİSTLER-34}
EYYÜHEL EVLÂD! (EY ÇOCUKLARIM!) Yaşadığım bir olayı anlatarak başlayacağım:
-“Şuna bakar mısın Serdar Hoca, nasıl da kırıtıyor.”
Hanım, kaş göz işareti de yaparak bu cümleyi söyledi. Baktım. Daha doğrusu birlikte baktık. Bir süre konuşamadık. Sessizliği yine o bozdu:
-“Doğal yürüyüşü değil asla. Özellikle kırıtıyor.” Cevap veremedim. Ben yine bir müddet sessiz kaldım. Sonra:
-“Çok görme karıcığım, şimdi artık böyle kırıtan erkekler de cirit atıyor ortalıkta.”
-“On yedi yaşında yoktur. Ancak on beşinde, on altısında. Anası babası ne diyor acaba bu duruma? Asıl onları sorgulamak lâzım. Başını örttürdüklerine göre, önem verilmesi gereken değerlerden haberdar kimseler olmalılar.” dedi hâtun ve
-“Ama onlar, kızlarının sokaktaki bu hâlini bilmiyorlardır bence. Bari başını açsın da diğer örtülüleri töhmet altında bırakmasın.” diye ekledi.
Başında, şu türban denilen türden bir örtü ama altında vücuduna tamamen yapışmış daracık pantolon olan bir genç kız, bizi sollayıp önümüze geçmişti. Terbiyeli, hele hele başı örtülü bir kıza hiç yakışmayacak şekilde abartıyla kırıtarak yürüyordu. Yalnızca karımın değil, gören herkesin de dikkatini çekiyordu. Görenler, durup bakıyordu ardı sıra. O da bunu istiyordu belli ki. İkimizin de ruhu sıkıldı. Kafalarımızda soru işaretleri, duygularımız allak bullak. Yürüdük, yolumuza devam ettik.
Kendi kendime düşündüm:
Öncelikle, ‘bilmiyor’du bu kız. ‘Câhil’di. Bilmeyince de ‘inanmıyor’du. Üstelik “İnanıyorum.” diyenlerden olmasına rağmen. Ve görünen o ki pek zeki de değildi.
Sonrasında, teşvik ve tahrik ediliyordu: Romanlar, şiirler, şarkılar, klipler, filmler, diziler, reklâm görselleri, gazete ve mecmualar, moda pompalaması… edepten yoksun arkadaşları… örtülü olmaktan duyduğu eziklik... İçinde yaşadığı vasat sürüklüyordu onu bu hâle. Terbiye gibi, te’dib gibi, toplumun otokontrol hakkı gibi enstrümanlar ise, bodur beşer aklının üretimi olan medenî kanunlarla delik deşik edilmiş, işlevsiz hâle getirilmişlerdi. Gerek erkeğin gerekse kadının fıtratlarına imtihan için konulmuş negatif kuvveler göz ardı ediliyor, daha doğrusu o dürtüler kutsanarak serbest bırakılıyordu modern(!) ilkeler çerçevesinde. Bütün bunların yanı sıra insanlar da öyle veya böyle kırıtana ilgi gösteriyorlarsa… Erkeklerin ve özellikle delikanlıların ilgisi söz konusu oluyorsa… Kızlar, kadınlar, bol bol kırıtacak, çalkalayacak; açılıp saçılacak demektir, besbelli. Başını şu ya da bu nedenlerle güya örtmek zorunda olan bu kız da belki açılamayacak ama açılamayışının öcünü alırcasına saçılacak ve ille de kırıtacak demektir, var mı ötesi? Ama bu zavallı kızcağıza hücum etmekle sorun çözülebilir mi? Asla!
Çünkü dahası var: Tamamen özgür olanlar var. Tamamen özgür, başıboş bırakılanlar var. Özgürlük var. Özgürlükçü aileler var. Feministler var. Demokrat(!)lar var. Özgürlükçü kanunlar var. Hiç kimse başkalarının yaşayış biçimine karışamaz ya... Kırıtmak ne kelime, zina yapıyor olsalar bile karışamazsınız. Müdahale ederseniz siz suçlu olursunuz. Kanunî işlemler bir kenara, linç edilirsiniz. Komşunuza, çırağınıza, memurunuza, öğrencinize, hattâ evlâdınıza müdahale edemezsiniz. Hele bir kulağını çekin çocuğunuzun bakalım neler geliyor başınıza. Böyle bir cürüm(!)den dolayı savcının eline düşmeyegörün... Elbette isteyen, istediği şekilde açılır saçılır, istediği şekilde kırıtır, kıvırtır. Başı örtülü olsa bile kırıtır. Büyük demez, küçük demez, toplum içi demez... çirkin şakalar, müstehcen espriler yapar, kötü kadınlar gibi ortalığı yıkacak şekilde kahkahalar atar. İstediği şekilde fingirder, istediğiyle çıkar, istediğiyle birlikte yaşar; yatar, kalkar. Özgürlük var. Seni rahatsız ediyor, senin günaha girmene neden oluyor, çoluğuna çocuğuna kötü örnek oluyor olsa bile. Konuyla ilgili olarak dininiz size müdahale etme emri vermiş olsa bile. Karışamazsınız. Uzun süredir bu böyle değil mi maalesef. Bir mübarek(!) ağızdan dökülen şu mâlum şarkıya bakınız:
Hiç rahat yok mu bana şu yalancı dünyada
Kimin ne hakkı var ki karışır hayatıma
Hesap soramaz bana kim çıkarsa karşıma
Kimin ne hakkı var ki karışır hayatıma
Canım nasıl isterse gezer eğlenirim
Hür doğdum hür yaşarım kime ne kime ne
Yazılarımda tekrar tekrar önünüze koyacağım bu şarkıyı söyleyeni ve sevip alkışlayanları biliyorsunuzdur. Onlara yakışıyor da belki. Ya bizim çocuklarımıza, karılarımıza, kardeşlerimize ve tabi annelerimize... müslümanım, diyen kimselere? Aslâ! Ama ne utanç verici bir durumdur ki sorumlu olduklarımıza da karışamıyoruz artık. Aklıma bir türküdeki şu ifade geldi, bakın: “Çığrık benim, tel benim, kâhyam mıdır el benim!”
“Hafta başında Düzce Üniversitesi Bahar Şenliği etkinlikleri sırasında, başörtülü bir kızın, bir erkeğin omzunda dans etmesiyle gündeme gelen…” diye bir şeyler okumuştum tâ 17 Mayıs 2014 tarihli bir gazetenin cumartesi ekinde. Bir kısım dindarların geçirmekte oldukları buhranın fotoğrafı olarak değerlendirilmiş bu tür olaylar. Gazete yazısı şimdi de önümde. “Buhranın tezahürü daha ziyade başörtülü kadınlarda gözlemleniyor. Önceki başörtülüler, sosyal hayatta yer alma savaşı veriyorlardı. Bugün o savaşı kazanmış olduklarına üzülesi geliyor insanın.” denilmiş. “Tesettürlü kadınlarda, dinin ruhuna uymayan davranışlar, hiç kimsenin gözünden kaçmıyor. Araç-amaç kargaşası yaşanıyor, çok âşikâr.” Gelişmeleri gözlemleyenlerin kimileri kızıyor, kimileri üzülüyor, kimileriyse seviniyor gördüklerine. Sevinenler çok. Bazı kadınlar, başka kadınları da kendi aralarına kattıkları için, Cehennem’e yalnız gitmeyecekleri için seviniyorlar. Cibilliyeti bozuk bazı erkekler de kendilerine yeni görseller, yeni suç ortakları çıktığı için seviniyorlar.
Bu konunun, ruh sağlığı, ahlâk ve sosyoloji açısından incelenmesi, kapsamlı analizlerinin yapılması âcilen gerekmektedir. Sağlıklı teşhisler konulması, arızanın giderilmesi için de radikal tedbirlerin alınması kaçınılmazdır. Hem şoför mahalli hem 150 kuruş, olmaz. Hem nefsim günahta hem ruhum Cennet’te, olmaz. Özellikle Müslüman kadın, iffetine, namusuna, faziletine küçücük bir halel getirecek tutum ve davranışlara dahi tevessül etmemelidir. Bunu ondan istemek ve beklemekse, bütün Müslümanların hakkıdır. Çünkü böyleleri kutsal misyona zarar vermektedirler.
Müslümanların dünyasında da şimdiye kadar yaşanmamış bir buhran yaşanmaktadır, evet. İnsaniyeti ortadan kaldıran, insanları hayvanlaştıran bir buhran. Pek çok değer gibi, genel anlamıyla ahlâk da yer ile yeksân olmuş durumdadır. Bakınız Bediüzzaman’ın ifadelerine:
{.....Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvâlar işittim. “Eyvah!” dedim, “İnsanın, hususan Müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış?” dedim. Sebebini aradım, bildim ki: Nasıl İslâmiyet’in hayât-ı içtimâiyesine ve dolayısıyla dîn-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefâhete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de: Bîçare nisâ taifesinin gâfil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için, bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan mânevî evlâdlarıma kat’iyyen beyan ediyorum ki: Kadınların saâdet-i uhreviyesi gibi saâdet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, dâire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur! Rusya’da o bîçare taifenin ne hâle girdiğini işitiyorsunuz..... .....Yoksa o kadın da kendini açıklık ve saçıklıkla başkalara göstermeğe ve sevdirmeğe çalışsa, her cihetle zarar eder..... .....mübarek tâife-i nisâiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe olduğu gibi, fısk ve sefâhette dünya zevki içn kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar dâire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes’ud bir aile hayatını geçirmeğe mahsus bir nevi mübarek mahlukturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar! Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmin.}
"Evet, büsbütün ümitsiz değilim...(Fakat) Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı Islâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa, İslâm cemiyetinin ter ü taze îman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum.”
“Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur'ân'ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde, kâfile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri, o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde, karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek, kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder; fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar.” Bu satırlar, yüz yıl önce değil de günümüzde kaleme alınsaydı, metinde geçen oranlar çok farklı verilirdi, ne dersiniz?
Bir âyet ile konuyu şimdilik kapatacağım (Ahzâb Suresi, 33/59):
{{Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve inananların hanımlarına, dışarıya çıkarken “üstlerine örtü almalarını” söyle. Bu, onların tanınmasını ve incitilmemesini sağlayan en uygun yoldur. Allah çok bağışlayıcıdır; merhamet sahibidir..}}
Vesselâm.
R. Serdar Özmilli