Marmara Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan aynı branştan meslektaşım Sefa Hoca ile İstanbul’da bilimsel bir kongre için bir araya gelmiştik. Aynı bölümde Yüksek Lisans yaptığımız günden beri tanışıp dost olmuştuk. Kendisi coğrafyacı ve gezgin idi. Karşılaşıp sohbete başlamıştık ki bana “Nurettin Hocam, 10 Balkan Ülkesine 18 kişilik bir gezi grubu ile 10 günlük bir seyahat planladım; sizi de davet ediyorum, ücreti de uygun 350 €!” dedi. Bu, benim için güzel bir fırsattı ve bütçeme de çok uygundu; hemen teklifi kabul ettim. Aynı gün Üniversitede bölümden arkadaşım olan Bölüm Başkanımız Tarihçi Süleyman Hoca ile telefonla konuşurken konuyu ona açtım. O da eğer kontenjan varsa Balkanları gezmeyi çok istediğini ve kendisinin de katılmak istediğini söyledi. Bu yeni duruma ben de çok sevindim ve hemen İstanbul’da Sefa Hoca’ya ilettim, o da kabul etti. Gezi grubumuz 20 kişi olmuştu ve bir hafta sonra haziran ayının son haftasında yola çıkıyorduk. Balkan gezi planımızı şu ülkeler oluşturuyordu: 1- Yunanistan, 2-Makedonya, 3-Arnavutluk, 4-Karadağ, 5-Bosna Hersek, 8-Hırvatistan 8- Sırbistan 9-Kosova 10- Bulgaristan.
Kısa sürede pasaportlarımızı ve gerekli eşyalarımızı hazırladık ve seyahat günü gelince biz İstanbul’da Esentur Seyahat Acentası ile Sefa Hoca’nın rehberliğinde Şoför Recep’in kullandığı küçük ama konforlu otobüsü ile hafta başında pazartesi günü sabah erken yola çıktık. Gezi grubumuz 12 erkek 8 de bayan yolcudan oluşuyordu. Hemen hemen tamamı üniversite mezunu idi ve bir kısmı da akademisyendi. Biz de herkes gibi gezmeyi seven bu grubumuzla tanışıp hemen kaynaştık ve muhabbete başlamıştık bile.
İpsala Gümrük Kapısı bizim ilk durağımız, burada pasaport ve gümrük işlemleri için birkaç saat beklemek bir miktar bizi bunaltsa da işlemler tamamlanınca tekrar sevindik ve aracımızla Yunanistan’a girdik ve kısa süre sonra Ege Denizi kıyısındaki Dedeağaç’a geldik. Burası Yunanistan’ın en doğusunda yer alan Evros ilinin merkezidir. Alaksanduropoli olarak da adlandırılan Dedeağaç bir liman şehridir. Nüfusu günümüzde 55.000 kişi kadar olan Dedeağaç’ın en önemli gelirleri turizm, tarım, balıkçılık ve ticarettir. Aracımızı burada park edip bir süre Semadirek ve Gökçeada gibi adaların çok yakın ve net gözüktüğü sahilde Ege Denizi’nin mavi sularını seyrettik. Ardından tekrar yola koyulup Batı Trakya’nın önemli Müslüman Türk nüfusunun yaşadığı Gümülcine‘yi daha sonra da İskeçe’yi gezdik.
Batı Trakya toprakları, Osmanlı’lar tarafından 1363 yılında yani İstanbul’un fethinden yaklaşık bir asır önce fethedilmiş ve en son 1913 I. Balkan Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’ın eline geçmiştir. Ayrıca 1913’te burada başkenti Gümülcine olan çoğunluğunu Müslüman Türkler ve Pomaklar tarafından, Batı Trakya Bağımsız Hükümeti adlı, barağı yeşil, siyah ve beyaz renkli olan Salih Mehmet’in başkanlığında bir Cumhuriyet kurulmuştur. Ancak kısa süre sonra II. Balkan Savaşında ise Yunanistan’ın egemenliğine geçmiştir. 1923 yılında Batı Trakya’daki Gümülcine, Dedeağaç, Sofulu ve İskeçe’de yaşayan nüfusun %67’si Müslüman Türk, %18’i Yunan, geri kalanı Bulgar, Ermeni ve Yahudi idi.
Günümüzde de burada birçok baskı ve zulme rağmen hâlâ çok renkli ve canlı Müslüman Türk kültürü yaşatılmaktadır. Kuran öğreten Kuran Kursları, Müslümanların kendi müftülerini tayin edebildiği müftüler ve yerel kurumları mevcuttur. Biz de hem Türklerle merhabalaştık hem de Gümülcine’de Çarşı Camii’nde ikindi namazımızı kıldık. Ardından camiden çıkarken Yasemin Hanım’ı balkonda oturan Müslüman Türk hanımlar çay içmeye davet ettiler. Ancak vaktimiz olmadığını söyleyince balkondan ipe bağladıkları bir yaşmağı aşağı gönderdiler biz de o ipin ucuna bir lokum poşeti iliştirdik. Kalplerimiz aynı idi dillerimiz de aynı! Burada giysi, yemek ve müzik gibi yerel folklorik ögeler de bildiğimiz ve tanıdığımız türden idi. Müzikleri sokaklara taşan ve aracımızın radyolarında “Bahçalarda börülce, Kızılcıklar oldu mu, İnce giyerim ince” gibi türküleri dinleyebiliyorduk. Batı Trakya oyunları “Hora, Karşılama ve Sallama (Salma)” olarak üç esas çeşittir. Horalar: Bunlar, el ele veya kol kola tutuşularak diziyle yürütülen oyunlardır. Kabadayı, Beylerbeyi, Kara Yusuf gibi oyunlar hâlâ bilinenlerin en tipiklerindendirler. Gümülcine çarşısı ve Saat kulesi etrafında kısa bir gezintiden sonra İskeçe’ye hareket ettik. Burada da çok güzel manzaralar ve insanlarla karşılaştık. Merkezi Yerdeki Kılıç Anıtı da muhteşem bir figür olarak duruyordu.
Batı Trakya’nın ortasında Yunanistan ve Bulgaristan arasında doğal bir sınır oluşturan; doğu–batı yönlü uzanan Rodop Dağları sık ve yemyeşil kızılçam ormanları ile bize muhteşem bir görüntü sunuyordu. Bu dağların arasındaki az sayıdaki vadi ve geçitler Bulgaristan’a açılıyordu. Burada da Hasköy, Filibe, Kırcaali ve Pazarcık gibi Müslüman, Türk ve Pomak şehirleri vardı.
İskeçe’den ayrılıp Kavala yönünde yola çıktığımızda, vakit ikindiyi biraz geçmişti. 20 kişilik Balkan Gezi Grubu’muzun çoğu üyesi benim gibi ilk defa geliyordu bu ülkeye, Batı Trakya’ya. Sadece coğrafi değil tarihi yakınlığımız da burada bizi oldukça heyecanlandırıyordu ve çok mutluyduk bu geziye çıktığımız için. Yolumuzun bundan sonraki durağı Kavala idi. İskeçe ‘den 55 km. kadar uzakta olan Kavala ’ya E90 Karayolundan devam ettik. Bu yol çok konforlu bir otoyoldu. Mesta Karasu Nehri’nin üstündeki köprüden güneye doğru bakınca nehrin ağız kısmında geniş bir delta ovası görünüyordu. Nesta Deltası üzerinde bu verimli topraklardaki ovada nüfus da artmıştı. Deltanın orta kısmındaki yüksek engebelerde “Koca Orman” adlı düzenli doğal parklar da vardı. Ayrıca bu verimli Ova Yunanistan’ın en önemli sebze ve meyve yetiştirilen ovalarından biriydi. Delta’nın bittiği batı sahilinde “Gizlikum Plajı” çok güzel manzara oluşturmuştu. Yolumuz Kavala ‘ya girerken Kavala Plajı da bu güzel ortamlardan birini oluşturuyordu.
Sevgili dostlar önümüzdeki hafta Kavallı’yı ve Selanik’i gezip hatıralarımızı sizlerle paylaşacağım. Buradaki muhteşem iki şehir olan ve Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Konağı’ndan ve Selanik’te Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi M. Kemal Paşa’nın doğduğu Evi’nden sizlere güzel bilgiler ve izlenimler paylaşacağım. Kavala ve Selanik’te çok güzel mekânlar bizi bekliyor olacak.
***
“Kurdun kuzuyu yemeye niyetlenmesinde şaşılacak bir durum yoktur. Şaşılacak olan bu kuzunun kurda gönül bağlamış ve âşık olmuş olmasıdır.” Hz. MEVLANÂ
Nurettin Bilgen