Bugün, Londra’ya gelişimin 7. günü yani buradaki son günümdü ve 8. günü çok sevdiğim dostlarıma ve hayran kaldığım Londra’ya veda edecektim. Ne çabuk geçiverdi günler ve bir hafta oluverdi hemen buraya gelişim. Çok sevdiğim, ev sahibi rehberlerim ile çok mutlu günler geçirmiştim; öyle ki yaşadığım sürece onları unutmayacağımı ve hep şükranla anacağımı biliyorum. Öte yandan Londra diye yola çıkmışken Paris’i de gezme fırsatı bulmam benim için hem sürpriz olmuş hem de bu geziyi muhteşem ve unutulmaz kılmıştı. Paris’in göz kamaştıran güzellikleri, Ramazan ayı olmasına ve oruçlu olmamıza rağmen o günün 34°C sıcağını unutturmuştu. Londra ise ağustos ayında bile bahar havasındaydı. Âdeta bir ilkbaharı yaşıyordum.
Bugün, Finsbury Park semtinde kaldığım konutta erken kalktım. Rehberim, sabahtan öğleye kadar kendi işlerini takip edip öğleden sonra beni gezdiriyordu. O sabah evden çıkınca ben yalnız başıma yakındaki Finsbury Park’a gittim. Çok geniş yeşillikler arasında muhteşem fıskiyeli havuzlar; havuzlarda süzüle süzüle yüzen kuğular ve mor, pembe, beyaz, kırmızı ve fuşya renklerinde, rengarenk çiçek açmış, çeşit çeşit ve farklı yüksekliklerdeki güzel ağaçlar beni çok mutlu etmişti. Bir süre yeşillikler arasında havuz etrafında manzarayı seyrettikten sonra bitişikteki Metro istasyonuna geldim ve kısa sürede sıkça gelen Metro’ya atlayıp Trafalgar Meydanı yakınına yani merkeze geldim.
Rehberimle buluşup bu son günümüzün gezi ve alışveriş planını konuştuk. Sonra Tower Bridge ve London Tower adlı muhteşem köprüleri yürüyerek geçtik. London Tower e yakın yerde olan London Eye’a binmesek de Thames Nehri ile birlikte çokça resimlerini çektik. London Eye (Londra Gözü) büyük bir bisiklet tekeri şekli verilerek kurulan çok büyük ve muhteşem konfora sahip bir dönme dolaptır. Çok ağır olarak ve 360° dönmesi ile muhteşem bir manzara ve adrenalin sunuyor.
London Eye’ın hemen yanındaki Londra Belediye binası da çok güzel ve muhteşem bir mimariye, etrafı da çok düzenli ve hoş bir peyzaja sahipti. Bu çevreyi de büyük bir hayranlıkla gezdik. Ardından London Tower’dan kuzeye doğru yürüyerek gezmemize devam ettik. Londra’nın meşhur kırmızı renkli ve iki katlı halk otobüsleri ile kırmızı renkli ve çok meşhur telefon kulübeciklerinin yer aldığı modern cadde ve sokaklarda yürüdük. Gökdelenlerin sıklaştığı merkezi kısımda, buraya özgün olan kırmızı otobüsler ve telefon kulübeleri tüm dünyada meşhur idi ve hediyelik eşya olarak da bibloları çokça üretilip satılıyordu. Biz de zaman zaman, çevrede yer alan hediyelik ve turistik eşya satan dükkânlara gidip bunlardan hediyelik olarak alıyorduk. Ayrıca merkezi olan bu kısımda ve Londra genelinde her ırk ve her dinden insanlarla karşılaşıyorduk. Bu da bize ayrı bir zevk veriyordu. Rehberim bana yolculuk için uygun fiyata sağlam çanta almama yardımcı oldu. Ayrıca bana marka tişört hediye olarak aldı. Sonra da meşhur bir kitabevine gidip benim için İngilizce Collins World Atlas (Dünya atlası) satın aldık.
Bir haftalık Londra gezimizde nereleri gezmedik ki! Trafalgar Meydanı, Buckingham Sarayı, Big Ben Kulesi ve Westminster Sarayı, London Eye, British Museum, Buckingham Sarayı, Hyde Park, Londra Doğa Tarihi Müzesi, London Tower, Tower Bridge, Piccadilly Circus, Greenwich Gözlem evi ve Thames Nehri çevresi…
Tarihi bir başkenti bir haftada gezmek elbette mümkün değildi ve gezilecek yerler daha çok vardı; bunlar: Picadilly Sirki, Saint Paul Katedrali, Oxford Caddesi, Westminster Kilisesi, Covent Garden, National Galleri, Victoria ve Albert Müzesi, Leicester Çarşısı ve Sokağı, Londra Akvaryumu, Sherlock Holmes Müzesi, Warner Bros Merkezi Stüdyoları, Londra Hayvanat Bahçesi Harry Potter Mağazası ve adını buraya yazamadığım daha bir çok gezilecek yerlerdi. Bunların bir kısmını bir daha gelişimize bırakmak durumundaydım; tabi ki nasip kısmet olursa.
Rehberim ve ben iyice yorulmuştuk, vakit de bir hayli akşama yaklaşmıştı ve karnımız çok acıkmıştı. Bana önce bir yakınının Anatolian Fastfood adlı işyerine oradan da yine Türkiyeli Mehmet Bey’in restoranına gidebileceğimizi söyledi. Önce yakın bir akrabasının toptan gıda işi yaptığı ofisine götürdü. Orada kısa süren bir ziyaret gerçekleştirdik. Avrupa’da ve İngiltere’de kalitesi ve tadı ile meşhur olan Mevlana çayından bir kaç paket hediye aldık. Kısa süre sonra da restorana geçtik. Restoranın sahibi Mehmet Bey ve eşi bizi hoş geldiniz buyrun diyerek restoranlarının girişinde karşıladılar. Kısa bir selamlaşma ve tanışmanın ardından biz Türkiye mutfağına özgü yemekler söyledik. Ardından nefis Türk kahvesi ve çay eşliğinde koyu bir muhabbete daldık. Hava iyice kararmış vakit akşam vaktiydi; bu güzel ortamda güzel dostlarımızdan ayrılıp eve geçme vakti çoktan gelmişti. Tekrar yola çıktık ertesi günü sabah Türkiye’ye dönüş günüydü. Bu yüzden çok değerli ev sahiplerimle de son akşam biraz daha muhabbet ettik; bana gösterdikleri misafirperverlik için kendilerine minnettar olduğumu ve çok mutlu olduğumu söyledim. Öğrencilerime söylediğim meşhur sözümü onlara da söyledim “Hayat tarih, matematik ve coğrafyadan ibaret değildir; hayat sevmektir, dostluktur, paylaşmaktır ve dolu dolu yaşamaktır!” dedim. Onlar da bunu zaten biliyorlardı ve beni misafir edip kusursuz ağırlamışlardı.
LONDRA’YA VEDA!
Bir coğrafyacı ve bir eğitimci olarak yeni yerler görme ve yeni yerler keşfetme merakım herkesten biraz fazla idi. Dolu dolu geçen bir haftalık Londra ve Paris seyahatim benim yeni yerler gezip görme isteğimi artırmıştı. İmkânlarımı zorlayıp önümüzdeki aylar ve gelecek yıllarda yeni ülkelere gidip gezmeye kar vermiştim ve şimdiden hayallere başlamıştım.
Sekizinci gün, sabah biraz hüzünlü bir ortamda ev sahiplerimden ayrılmak üzere erkenden eşyalarımı hazırladım. Onlarca abi kardeş gibi iyice alışmıştık birbirimize. Şimdi ise ayrılık vakti gelip çatmıştı. Zor da olsa birbirimize sarılıp vedalaştık. Beni Metro durağına kadar uğurlayıp onlar işyerlerine, ben de havaalanına doğru yola koyulduk. Gatwick Londra’nın güney tarafında idi. Havaalanına giderken son kez trenin penceresinden Londra’yı ve düzenli şehirleşmeyi hayranlıkla seyrettim. Hava da oldukça serin ve güneşli idi. Havaalanında resmi işlemleri yaptırdıktan sonra uçağa bindim. Ve uçağımız Londra’dan İstanbul’a doğru havalandı. Üç saat sonra İstanbul Atatürk Havalimanı’nda tekrar Türkiye’ye giriş yapıp; oradan da Denizli’ye dönmüş oldum.
Sevgili dostlarım, önümüzdeki yazılarımda Orta Avrupa’nın en güzel ülkeleri olan Çekya, Slovakya, Macaristan’dan Avusturya, İsviçre ve Almanya’yı kapsayan bir seyahatimi sizlere anlatacağım. AB projesi kapsamında Prag’da SecureALL-Herkes İçin Güvenlik Projesi Toplantısına katıldıktan sonra, bahsettiğim ülkeleri gezip; bu ülkelerin sosyo-kültürel hayatları hakkında bilgi vereceğim.
***
Bugünün en neşeli insanları; dünün en çok acı çekenleriydi. KONFİÇYÜS
Nurettin BİLGEN