EYYÜHEL EVLÂD! (EY ÇOCUKLARIM!) Sözlerim sizedir.
Varlık, var olmak, daha doğrusu; var edilmiş, yaratılmış olmak, bizâtihi (kendi başına) bir kıymettir. Bu kıymetin derecesi iki açıdan belirlenir. Birincisi: Yaratan’ın keyfiyetine, kapasitesine, kaabiliyetine göre. İkincisi: Eserin keyfiyetine, taşıdığı san’ata göre... İnsan, eşref-i mahlûk olarak yaratılmış bir eserdir. Taşıdığı benzersiz özellikler itibariyle çok değerlidir. Ancak, asıl değeri, Yaratıcı’sının keyfiyeti itibariyledir.
Bir portre kendi kendine meydana gelmez, değil mi? Onu çizen, boyayan bir ressam, bir usta bulunmak zorundadır. Değeri de tuvalinin, kaleminin, boyasının ederine nisbetle değil, ressamına nisbetle ifade edilir. Öyleyse bir portre, portrenin (kendi) keyfine göre çizilmiş, boyanmış da olamaz. O portrenin meydana gelmesi, ustasının planına, beğenisine ve murad ettiği hikmetlere uygun olarak gerçekleşir. Ressam, kulağı nasıl isterse öyle çizer; saçı nasıl isterse öyle boyar. Kolun nasıl durmasını istiyorsa kol öyle durur... Aksi takdirde ressam, o tuvali yırtar, yere vurur. (Tıbbî bir gerekçe söz konusu değilken estetik ameliyat yaptıranların, vücutlarının orasını burasını deldirenlerin kulakları çınlasın!) Benzer durum, tiyatroda da görülebilir: Yönetmenin biçtiği rolü yapmayan, kendi kafasına göre oynamaya kalkan oyuncu, ya uyarılır veya kıçına tekmeyi yer. Hele ki yönetmen, aynı zamanda senarist ve yapımcı ise.
Portrede kollar, ressamın istediği yerde durmak zorundadır. Sahnede roller, yönetmenin istediği şekilde oynanmak zorundadır. Dünya yaşamımızda da taşlar, Yaratıcı’mızın uygun gördüğü ve gösterdiği yerlerde bulunmak zorundadır. Bu zorunluluğa uymak ise, hem görevimizdir hem de iki dünya saadetimizin kapısını açan altın anahtarımızdır. Taşları yerlerinden oynatmaya kalkışırsak, kendimiz zararlı çıkarız, iki dünyamız da başımıza yıkılır. Günümüzde açıkça görülebileceği gibi! Taşların yerleri, Allah’ın gönderdiği fıtrî (doğalarıyla ilgili) ve vahyî mesajlardan öğrenilir. Bu mesajları doğru okumamız, doğru anlamamız ve onlara uygun hareket etmemiz gerekir. Uygun hareket etmek, şeytanın telkinlerine âşık nefse zor gelir ki işte bu, imtihan sırrıdır. Aslında bir heykel için, onu yontan heykeltraşın istediği gibi olmak, bir onur vesilesidir. Aslâ onur kırıcı değildir. Hele ki bu heykeltraş, eserini yoktan ve sayısız hikmetlerle yaratan Allah ise. O’nun istediği gibi olmak, O’nun istediklerini yapmak, en büyük şereftir.
EYYÜHEL EVLÂD! Yüce Yaratıcımız, yarattığı her şeye roller biçmiştir. Taşa, suya, havaya, güneşe, dağlara, ovalara... meleklere, cinlere ve insanlara. Zenginlere, yoksullara; emîre, ümmete; anne babalara, çocuklara; kocalara, karılara; erkeklere, kadınlara... İnsan, kendisine biçilen rolleri uygulama konusunda sınavdadır, dedik. Ama maalesef çoğumuz, ya bu rolleri oynamayı becerememekte veya daha kötüsü; rollerimize itiraz etmekteyiz. Fakir, fakirliğine; topal, topallığına; hasta, hastalığına; er, komutan olmayışına; memur, âmir olmayışına... Oysa unutulmamalıdır ki her şeyde olduğu gibi bizim hakkımızda da en doğruyu, tek doğruyu bilen, ancak bizi yaratan Allah’tır. Çok merhametlidir, çok adaletlidir, çok hikmet sahibidir O. Yine unutulmamalıdır ki Allah bizi sevmekte, bizim iyiliğimizi istemektedir. Rolleri, âhireti de hesaba katarak, nice hikmetlere binâen dağıtır ve takdirini de ona göre yapar.
Becerilemeyen yahut itiraz edilen rollerden biri de “kadın rolü”dür. “Kadın” isimli taş, onu ve hepimizi Yaratan’ın koyduğu yerden oynatılmaya çalışılmaktadır. Bu konuda şeytan da yangına körükle gitmektedir. Sonucunda toplumsal huzur zedelenmekte, elden kaçırılmaktadır. Oysa “Kadın” ve “erkek” hakkında Allah ne buyuruyorsa, neleri emrediyor ve neleri yasaklıyorsa; doğrudur, iyidir, güzeldir, hikmetlidir. İster erkek olalım ister kadın, O’nun bu konudaki buyruklarını öğrenmeli, anlamalı ve uygulamalıyız. Bu yol, muhakkak bizim yararımızadır. Zaten aksi takdirde, hem bu dünyada hem ukbâda türlü türlü cezâlarla karşılaşmamız mukadderdir.
Diğer bütün konularda olduğu gibi, Allah’ın insanları “kadın” ve “erkek” şeklinde iki cins yaratmasında da bilebileceğimiz ve bilemeyeceğimiz nice hikmetler bulunmaktadır. Pek çok hikmetini derk edemesek de kadın ve erkek şeklinde iki cins olarak yaratılmamızdaki güzelliği herkes fark edebilir ve hiç kimse inkâr edemez. Allah’ın yaratması; hikmetli, kusursuz ve güzeldir. İnsan, en güzeldir! Kendisi de bunun böyle olduğunu Beyân’ında belirtmektedir:
*“Muhakkak biz insanı ahsen-i takvimde yarattık.” (Tin, 95/4) Ahsen-i takvim; en güzel bir kıvam, en güzel bir mahiyet, en en güzel bir suret demektir.
*“Yemin olsun ki, Biz Âdemoğullarını (kendilerine birçok güzellik vererek) mükerrem kıldık.” (İsrâ,70)
*“...Allah Âdem’i topraktan yarattı. Sonra ona 'Ol.' dedi ve o da oluverdi.” (Âl-i imran, 3/59)
*“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbiniz’den sakının (korkun)...” (Nisâ, 4/1)
Kur’an’da benzer malumât veren başkaca âyetlerin de bulunduğu dikkat çekmektedir; “Sizi tek bir nefisten yaratan ve gönlü ısınsın diye aynı nefisten eşini yaratan Allah’tır.” (A`râf 7/189), “Allah sizi tek bir nefisten yarattı, sonra da aynı nefisten eşini(zi) yarattı.” (Zümer 39/6) “Sizi tek bir nefisten yaratan O’dur.” (En`âm 6/98)
*“O’nun âyetlerinden (delillerinden) biri de yanlarında huzur ve sükûn bulmanız için size kendi türünüzden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve şefkat koymasıdır.” (Rûm 30/21)
“O bir candan eşini de yarattı.” (Nisa, 4/1) hitabı erkekleredir, dikkatinizi çekmek isterim. Bunun böyle olduğu, aşağıdaki hadis-i şeriften de anlaşılabilmektedir. Bu tefsire muhalefet eden insanlar bulunmaktadır. Böyleleri, genellikle hadis-i şeriflere ve hadis kitaplarına saldıran nutist insanlar oldukları için âyet-i kerimeleri hadislere muhalif olarak tefsir etmektedirler. Amaçları, âyet-i kerimelerin doğru tefsirini bulmak değil, âyetleri kendi kafalarına göre (gûya daha mantıklı bir şekilde) yorumlayıp hadislerin kıymetini düşürmeye çalışmaktır. “...Allah Âdem’i topraktan yarattı. Sonra ona 'Ol.' dedi ve o da oluverdi.” (Âl-i imran, 3/59) ayetlerinden anlaşıldığı üzere, Hz. Âdem topraktan seçilerek yaratılmıştır. Hz. Havvâ da Âdem (as)'in kendisinden ayrılarak yaratılmıştır. Bu mânâ, hadislerde “Havvâ, Âdem'in bir kaburga kemiğinden yaratıldı.” diye nakledilmiştir ki, bir yarılma mânâsına gelir ve eşlik ilişkisinin temeli demektir.
*“Havvâ, Âdem'in bir kaburga kemiğinden yaratıldı.” veya diğer bir kaynaktaki şekliyle “Kadın bir kaburga kemiği gibidir. Kadın bir kaburga kemiğinden, bir eğri kaburga kemiğinden yaratıldı, onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kırılması da boşanmasıdır.” (Buharî; Müslim; Tirmizî; Darimî; Ahmed b. Hanbel.)
Evet, ateistler, feministler pek hoşlanmayacaklardır ama bizi de onları da yaratan Allah ve Resul’ü böyle buyuruyorlar. Ben de bu serideki yazılarımda ateistlerin, feminist(yani nutist)lerin yaklaşımlarını hedef alacağım inşallah. “İslâm ile ateizm zaten yan yana gelemez, bir müslüman da (İslâm Dini’nin belirlediği) kadın haklarının savunucusu olur ama aslâ bir feminist olamaz.” diyeceğim. Ve taşların yerlerinden oynatılmasına itiraz edeceğim.
Şu not’u da eklemek istiyorum: KARI, KOCA kelimeleri yerine EŞ denilmesi, peşi sıra aile içi konumlanmayı değiştireceğinden dolayı aslâ kabulüm değildir. Husbant ve Wife... adamlar, yüzlerce yıldır değiştirmeden kullanıyorlar. KADIN ve ERKEK, insan olarak (insan oldukları ölçüde) aynı değere sahiptirler. Fakat birbirlerinin eşit’i değildirler. Aynen CİVATA ile SOMUN gibi, birbirlerinin tamamlayıcısı ve ama iki farklı şeydirler. CİVATA ve SOMUNun işlevleri, görevleri, yetkileri ve sorumlulukları farklı farklıdır. Bu görev ve sorumlulukları da Yaratıcımız belirlemiştir. Vesselâm.
İster kadın ister erkek olsun, YARATICIMIZ’IN KOYDUĞU TAŞLARI YERLERİNDEN OYNATMAYA ÇALIŞANLARA, BAŞKASININ ROLÜNE SOYUNANLARA ve YARATICI’YA (CELLECELÂLÜHÜ) İSYÂN EDENLERE hayır.
BAYRAMIN BAYRAM OLARAK ANLAŞILDIĞI VE KUTLANDIĞI NİCE BAYRAMLAR GÖRMENİZİ RABBİMİZDEN DİLİYORUM.
R. Serdar Özmilli