|   | 
  • Cevahir Kadri

    Yolunda Olmak

    Herkes bir şekilde bir şeyin peşinden yürür gider. Kimi sevdalısının kimi aşkın peşinden. Kimi dünyasını mamur eder, kimi ahiretini. Kimi dünyasını mamur etmek için atmadık takla bırakmaz, çevirmedik dümen kalmaz; kimi ahiretini, ebedi hayatını karartmamak, talihsizlerden, müflislerden olmamak için zorlukları pahasına kılı kırk yararak gönül kırmamaya, kul hakkına girmemeye gayret sarf eder.

     

    İki Cihan Güneşi’nin (sallallahu aleyhi vesellem) doğum gecesi olan Mevlid Kandili münasebetiyle sosyal medyada paylaşılan mesajlara odaklandım. Herkes güzel mesajlar yazıyor veya yazılmış güzel mesajları bazı görselleri de ilave ederek paylaşıyordu.

     

    Akademik ve entelektüel kimliğinin yanında etkili siyasi kimliği olan bir ismin paylaşımındaki kandili tebrikle birlikte “Rabbim yolundan ayırmasın.” dileği/ duası dikkatimi çekti. Bu, herkesin dileğiydi belki.

     

    Topluma mal olmuş isimlerin kurduğu cümleler her zaman dikkat çekicidir. Onların söyledikleri ile yaptıkları, başka bir ifadeyle söylemleri ve eylemleri arasında bir uyumun, ahengin, çelişkinin, zıtlığın olup olmadığı düşünen kimseler tarafından daima sorgulanır. Hâli anlatmak için üstat Fuzuli’ye başvurdum. O da “Derdime vâkıf değil cânan beni handân bilir/ Hakkı vardır şâd olanlar herkesi şâdân bilir/ Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil/ Çektiğim elemi bir ben bir de Allah’ım bilir” sözyleriyle hâli pürmelâlimizi pek de güzel anlatıverdi.

     

    Müslüman olan herkesin Peygamber Efendimizin şefaatine nail olma arzusunun olduğunudüşünüyorum. Düşünüyorum ki inançlı her Müslüman ferdin kendine sorması gereken, birbirini destekleyen, birbirini açan şu soruları kendisine sorup cevapları yine kendisinin samimi bir şekilde vermesi gerekir: “Ben Allah ve Resülünün yolunda mıyım? Öncelikle yolunda olmayı istiyor muyum? Onun yolundan gitmek, onu takip etmek, onun has ümmetinden olabilmek için neyi nasıl yapmalıyım? Her şeyden önemlisi onun insanlığa getirmiş olduğu evrensel mesajı doğru ve olması gerektiği gibi anlayabiliyor muyum, anlayıp o mesajın gereğince yaşama azmi, iradesi gösterebiliyor muyum? Dahası bunda samimi miyim?

     

    Sosyal medyada bir hikâye okudum. Hikâye dedimse buna, geleceğimizin yol haritası demek daha doğru olur. Öykücü yazar Arifhan Akpınar tarafından Kur’an-ı Kerim’den onlarca ayetin ışığında ve eşliğinde kaleme alınan “İnsanın Uhrevi Hikâyesi”ydi bu. Yazar, bu hikâyenin başlangıç kısmında “Yüreği kaldıran kendi hikayesine buyursun” ikazına yer vermiş. Vakti olanlar, “hikâye”yi yazarın Facebook hesabından bulup okuyabilirler, okunmalı da!.. 

     

    Nasıl yaşamalı?

     

    Hadis diye rivayet edilen ve hadis ölçüsünde bir gerçeği ifade eden bir söz vardır: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” Bu, yerinde ve önemli bir ikazdır.

     

    Söz mü eylem mi derseniz hem söz hem eylem, hatta söz ve eylem birlikteliği derim. Çünkü sözü başka eylemi başka olanların hâline, ikiyüzlülük ve “münafıklık” denir. Bir de bir atasözümüz var: “Su testisi su yolunda kırılır.” Bu söz, bizim insan olarak hangi amaç doğrultusunda ömür sürdüğümüzü ortaya kor. Yarın kıyamet gününde sorulacak “Ömrünü nerede harcadın?” sorusunun en sağlam cevabı olacaktır.

     

    Peygamberler, Allah tarafından, insanlara ilahi mesajları bildirmek, anlatmak, o mesajlar doğrultusunda örnek hayatı yaşamak amacıyla seçilmiş, gönderilmiş, her bakımdan masun insanlardır, Allah’ın insanlar için üsveihasene-rol model olarak seçtiği kullarıdır. Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) da bu ulvi vazife ile görevlendirilmiş seçkin insanların sonuncusudur, hâtemü’l-enbiyâdır. Diğer peygamberler, belli bir millete, topluluğa vazifeli kılınmışken bizim peygamberimiz, âlemlere rahmet olarak ve bütün insanlığın kurtuluşu için gönderilmiştir.

     

    Peygamberimizin yolunda olmak demek, insanlığa getirdiği evrensel mesajı tastamam hayata geçirmeye ahdetmiş; onu, hayatına hayat kılma çabasında olmak demektir. Yoksa hem onun mesajına zıt eylemlerde bulunup hem de onun yolunda olduğunu iddia etmek… böyle bir şey olmaz. Bu, kişinin kendi kendini yalanlaması hâlinden başka bir şey değildir.

     

    Bir de şu var: Allah’ın helal kıldığı, üstüne üstlük yapılmasında ödül anlamı olarak sevap yazdığı bir meselede, o fiili işlemeyi suç/günah saymak en basit ifadesiyle küfre girmektir. Böyle bir davranışı alkışlamak da insanı küfre sürükler. Bu hâl, insanı Hakk’ın yolundan çıkarır. Rabbimiz, “Hâlâ bilmezler mi ki, kim Allah’a ve Rasûlüne karşı sınır mücadelesine kalkışırsa (Allah ve Rasûlünün koyduğu hükümlere karşı hüküm koyarsa) ona, içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır. En büyük rezillik/rüsvaylık işte budur.” (Tevbe, 63) buyurarak insanları ikaz ediyor, duyan var mı? Müslüman şunu sormalıdır: Ben neyi kabul ediyorum, neyi reddediyorum? Allah’ın ve Resülünün kabul ettiklerini kabul, reddettiklerini reddediyor muyum? Yoksa aksi bir davranış mı sergiliyorum? Bu soruların cevabı, sadece söylem olarak değil eylem olarak evet olmalıdır. Ancak o zaman Allah Resülünün yolunda olunduğu düşünülebilir.

     

    ‘Hiç oldum’

     

    Geçen günlerde, ilginç bir klibe rastladım. Hatta bu klip, sayfa refikimiz Nurettin Bilgen Bey’in paylaşımı ile daha çok ilgimi çekti. Klibin adı “Hiç Oldum”, yorumlayan sanatçının adı: İbrahim Kalın. Evet, ezgiyi/eseri yorumlayan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın Bey’den başkası değil. Eser, 8’li hece ölçüsünde, semai tarzında yazılmış, tasavvufi anlamlarla yüklü. Güftesi ve bestesi, söz ve müziği kendisine, düzenlemesi Erkan Oğur’a ait olan eser, oldukça ilgi görmüş, hakkında yazılan yazılar da bunu gösteriyor. Bunda eser sahibinin siyaseten etkili makamlarda olmasının bir etkisi var mıdır, belki!..

     

    Güftedeki sözlerin anlamları derin mi derin: “Beşer idim şaşkın oldum/ Yandım belki insan oldum / Zahir nedir ki batın nedir ki/ Dile gelmez bir sır oldum” İnsan, beşerdir şaşar derler. Şaştığı da çok olmuştur. Görünen ve görünmeyen, madde ve mana arasındaki sırı çözüp anlayabildiği oranda insandır yoksa bir mahlukat olarak beşer kalır. İnsan olmak önemlidir.

     

    “Hakkın emaneti bendedir bende/ Cümle âlem ol sözünde / Gurbet nedir ki vuslat nedir ki / Sana çıkan bir yol oldum.” Burada kastedilen “Hakkın emaneti” nedir? “Ben” kimdir, yazar mı, genel olarak insan mı? Asıl sorgulanması gereken bu!.. Dağların kabullenmediği “emaneti” insanlar yüklendi. Hakk’ı yâr bilene, Hak’tan uzak kalmak, ırak olmak en büyük gurbet değil midir? Hakk’a kavuşmak da başlı başına vuslat değil mi?

     

    Şu dizeler, eserdeki en çarpıcı ifadelerden “Bir gönül kırdım ah bilmeden/ Kurşunlar yağdı göklerden/ Tabip kimdir ki kalp neçedir ki/ Gelmezsen ben bir taş oldum.” Bilmeden kırılan bir gönle karşı, göklerden kurşunlar geliyorsa ya bile isteye kırılan gönüller?.. Yunus Emre de ne güzle demiş: “Gönül Çalab'ın tahtı,/ Çalap gönüle baktı/ İki cihan bedbahtı,/ Kim gönül yıkar ise”  Ya o kırılanlar Allah ve Resulünün sevdiği gönüllerdense, Hakk’ın dostları ise onlar?.. Bu doğrudan doğruya Allah’a ve Resülüne açılmış bir savaş değil midir? Tabip de belli, dert de bellidir.

     

    Ahmet Muhip Dıranas “Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir/ Kâğıtlarda yarım bırakılmış şiir” der Olvido şiirinde. Necip Fazıl da “Ölecek miyim, tam da söyleyecek çağımda,/ Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda.” diyerek söylenmemiş, yarım kalmış sözlerin acısını dile getirmiştir. “Ateş oldum dumanım yok / Umman oldum sahilim yok/ Kalem nedir ki kelam ne der ki / Yarım kalan bir söz oldum” İçten içe yanmanın, yandığını kimselere duyuramamanın, kıyısız sahillere yelken açmanın bedeli yarım kalan söz olmak, kalemin anlattığı kelamın kalıpları yeter mi? Bir de kudret kalemi var ki asıl onun hakkımızdaki kararı önemli, o kaleme uygun mu yaşıyoruz, Resulünün yolunda olma isteğimizde samimi miyiz?.. Cevaplar önemli!.. Hakk’ın yanında ol(a)mamak yanlışta ve hep yarım olmaktır.

     

    Hiçlik

     

    İşte sözün finali, zirvesi, can alıcı noktası: Hiçlik. “Hiç” kelimesi, “boş, değersiz, önemsiz olan şey veya kimse” anlamına gelmektedir. Tasavvufi anlamda da hiç, “benlikten sıyrılmayı ifâde eden bir kelimedir. Çünkü ilâhî esrârdan bir nasîb alabilmek, nefsânî arzulardan sıyrılabilmekle başlar. Dolayısıyla mânevî tekâmüllerin başlangıç noktası, “hîç”e varabildikten sonradır.”

     

    Hiç olmak, kişinin Yaratıcı karşısında kendi konumunu bilmesidir. Kâinat içinde dünyanın konumu bir nokta bile değilken insan niçin kibirlenir? Kişi kendini bilirse Allah’ı daha iyi tanır. Bunun için hadis olarak da rivayet edilen “Nefsini, kendini bilen Rabb’ini bilir, tanır.” sözünde de kişinin kendini bilmesi önemle vurgulanmıştır. Öte yandan “Hiç, yoktan iyidir.” derler ki insanın hiçliğe ermesi, kendini yok sayması değildir. Sadece ve sadece kendi sınırını bilmesidir.

     

    İşte tam da burada güfte sahibi kalem, hâlini Rabbe arz için onun kapısına dayanır. Oraya kabul edilmek, hiçliğe ererek varlık âleminde aziz misafirliğe ermek ister. O kapıdan reddedilmek; yoklukta kaybolmaktır, iflastır, ebedi olarak kaybedenlerden olmaktır. Bu hâlde var olmak ile yok olmak birdir: “Geldim dergahına yüz çevirme bana/ Kapılar kapandı deme/ Vücut nedir ki adem nedir ki/ Varlığında bir hiç oldum."

     

    Hiçliğe ererek Allah’ın ve Resülünün yolunda olmanın göstergesi Allah’ın emir ve yasaklarına, riayet etmek, Resulünün sünnetine uygun davranışlar içerisinde hayat sürmektir. Onun zıddına bir davranış sergilememek, helal ve haramların hüküm bakımından yerini değiştirmemektir. En önemlisi de bunda samimi olmaktır. Çünkü “Din, samimiyettir.”; samimiyetin ölçüsü ise söylem ve eylem bütünlüğü ile hareket etmektir.

     

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.