Hayat düz çizgi halinde devam eden bir yol değil. İniş ve çıkışlarla dolu. Bu, bir fert olarak böyle olduğu gibi toplumlar/milletler için de böyledir.
Bir gün bile farklı dilimlerden, durumlardan oluşmuyor mu? Seheri, şafağı, güneşin doğuşu, ilk kerahet vakti, kuşluk, ikinci kerahet vakti, öğle, zeval, ikindi, üçüncü kerahet vakti, gün batımı, akşam, yatsı, vb. Bir gün içinde bu kadar farklı zaman dilimi bulunursa bir insanın/toplumun hayatında da farklılıklar olmaz mı? Bu farklılıklar bazen olumlu bazen de olumsuz yöndedir.
30 Ağustos Zafer Bayramı, Türk milletinin tarih sahnesinde yeniden var olma savaşını verdiği en büyük zaferdir. Bu zafere giden yol, 26 Ağustos 1922 günü başlayıp beş gün beş gece devam eden bu zorlu mücadele Büyük Taarruz ile 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da nihai zafere ulaşılmıştır. Mücadele burada sonlandırılmamış, Yunan askeri çekilip 9 Eylül’de denize dökülene kadar devam etmiştir. Düşman kuvvetleri 30 Ağustos Zaferi’mizden sonra her bakımdan yenilmiş, moral ve motivasyon açısından sürekli bir gerileme içerisine girmiştir.İlk kez 1924 yılında Afyon'da Başkumandan Zaferi adıyla kutlanan bu gün, 1926'dan itibaren 30 Ağustos Zafer Bayramı olarak kutlanmaktadır.
Zaferlerin, Zafer günlerinin hep hatırlarda tutulması, onların unutulmaması adına önemli. Çünkü geçmişten ders almanın bir adıdır zafer günlerini hatırlamak, bir de geleceğe millet olarak yürümenin başlıca sebebidir. Zafer, millet olarak ortak sevincimizdir, kıvancımızdır.
Toprağın vatan olarak geleceğe yürüdüğü şanlı mücadelenin başarıyla sonuçlanmasıdır zaferler. Vatan nedir? Vatan, üzerinde geleceğe huzur ve mutlulukla, özgürce birlikte yürüyeceğimiz/yürüdüğümüz, uğrunda hayatî mücadelelerle canlar verip kanlar akıttığımız kutsal toprağın adıdır. Üzerinde hem doğduğumuz hem de doyduğumuz toprağımızdır. Her karışı şehit kanlarıyla sulanmış kutsallarımızdır. Bu toprağın kazanılmasında canla başla mücadele etmiş bir halkın o toprak üzerinde huzurlu ve mutlu bir şekilde geleceğe yürümesi en temel beklentisi ve hakkıdır. Bu hakkın zaman zaman siyaset meselesi yapılması bizim birlik ve beraberliğimize ciddi bir şekilde zarar vermektedir.
Milletin birlik ve beraberliğini zedelememek lazım. Bu aziz millet geleceğe ancak birlik ve beraberliğini sürdürebildiği takdirde bu topraklar üzerinde var olmaya devam edecektir. Yoksa, Üstat Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi “Allah korusun!” bir daha var olma savaşına girmesi muhtemeldir. Dikkat edelim, dikkatli olalım. Basit dünyevi ve siyasi sebeplerle birbirimizi kırmayalım, birbirimize zulmetmeyelim. Vatanını seven, devletine karşı görevlerini hakkıyla yerine getiren herkesin anayasa ve yasalar çerçevesinde bu topraklar üzerinde özgürce, huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamaya hakkı vardır. Zaman zaman yasalar karşısında gerçekten haksız bir duruma düşerse “Bana ne, ben onu tanımam!” dememelidir. Hukukun, yargının kararlarına saygı duymalıdır. Yargının da nesnel bir şekilde tavır takınarak adaleti tecelli etmesi gerekir. Yargının; güçlüden, muktedirden yana değil; haklıdan, haktan ve mazlumdan yana olması gerekirki yargı, topluma gerçekten adalet dağıtabilsin! Hak ve adalet dağıtamayan bir yargının var olduğu ülkede güven de söz konusu olamaz. Güvenin olmadığı yerde ekonominin durumu iyi değildir ve istikrar da yoktur zaten.
İster kendi hayatımızda isterse topyekûn olarak toplum hayatımızda mücadele azmi içerisinde olmamız gerekir. İşte Oğuz Kağan, Bilge Kağan, Abdülkerim Satuk Buğrahan, Osman Gazi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, vb. gibi Türk milletine ışık olmuş, önder olmuş kişiler bize her zaman yön bulmada önemli vazifeler ifa etmişlerdir.
Oğuz Kağan, bu aziz millete “Daha deniz daha müren/Gün tuğ olsun gök kurikan” diyerek denizler, ormanlar aşırı ülkelere, cihana hâkim olma ideali ve düşüncesini vermiştir. Bunun için de önce içeride birlik ve beraberliğin sağlanması gerektiğini öğütlemiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bu ideali, önce özgür ve bağımsız olmak ve ardından barış ortamında var olma mücadelesini vermek şeklinde yenilemiştir.
Türk milletine “önce özgürlük ve bağımsızlık” fikrini veren ve milleti bu yönde sevk ve idare eden Atatürk’ün yeni temeller üzerine inşa ettiği Türkiye Cumhuriyeti elbette kuruluş değerlerine bağlı olduğu müddetçe onun da dediği gibi “payidar kalacaktır.”, buna şüphemiz yoktur. Zaman zaman yalpalamalar olsa da bunlar geçicidir.
Tarih sahnesinde, devletler ve milletler arasında Türk milletinin yeniden var olmasının tescillendiği bu 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun. Bu uğurda canlarını feda eden bütün şehitlerimize, Allah’tan rahmet, gazilerimize sağlık ve afiyet diliyorum. Onlar olmasaydı, bugün bu topraklarda hür ve bağımsız yaşayamazdık. Bu uğurda emeği geçenlerden ahirete intikal edenlerin mekanları cennet olsun. Rabbim onları rahmetiyle muamelede bulunsun.
Türk milleti, kumandan ve önderleriyle azimle sürdürdüğü mücadeleyi, savaşı kazanarak bir kez daha varlığını ortaya koymuştur. Bu zafer, zafere inananların zaferidir! Çünkü Atatürk, “Zafer, zafer benimdir diyebilenindir.” diyerek bunu ortaya koymuştur. Türk milletinin zaferi kutlu olsun! Rabbim bu aziz milleti her türlü dahili ve harici düşmanlardan korusun. Onu, yaşanmaz bir hâle getirilen, âdeta cehenneme çevrilen şu dünyada barışın temsilcisi olarak yeryüzünde söz sahibi kılsın! Her dem mazlumların yanında, zalimlerin karşısında eylesin!
***
Not: Geçen günlerde aramızdan ayrılan, Türk gençliğine düşünce, söylem ve eylemleriyle bir dönem model olmuş, örnek teşkil etmiş; verdiği konferanslar, yazdığı yazı ve eserleriyle gençliğe ufuk olmuş, onları etkilemiş olan yazar Şule Yüksel Şenler’e (1938-2019) Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin, mekânı cennet olsun!