{NUTİZM VE NUTİSTLER-42}
EYYÜHEL EVLÂD! (EY ÇOCUKLARIM!) Anne babanın, insanî açıdan da İslâmî açıdan da yerini bilmeyenimiz yoktur, değil mi? Birçoğumuz, uygulamada lastiği patlatsak da hepimiz teorik olarak, anne babanın ve özellikle de annenin ne kadar kıymetli olduğunu biliriz. Konuyla ilgili ayet-i kerimelerle, hadis-i şeriflerle, vecizelerle, kıssalarla ve çeşitli örnek davranışlarla doludur dağarcığımız. Hele hele anne ya da baba olma nimetine erişmiş isek... Birkaç örnek:
“Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın! ANNEYE, BABAYA, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya ve ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) İYİ DAVRANIN! Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez!” (Nisâ 36)
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ANNENİZE VE BABANIZA da İYİ DAVRANMANIZI kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “öf!” bile deme! Onları azarlama! İkisine de güzel söz söyle! Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve…” (İsra 23, 24)
“Biz insana, ANNE BABASINA EN GÜZEL BİR BİÇİMDE DAVRANMASINI emrettik...” (Ankebut 8)
“Hiçbir çocuk babasının hakkını ödeyemez! Ancak onu köle olarak bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa babalık hakkını ödemiş olur.” (Müslim, Buhârî)
Evet, hepimiz bu gerçeği bilmekteyiz. Hattâ, Cennet’in anaların ayaklarının altında olduğunu da bilmekteyiz. Ve bu bilgimizin doğruluğuna, mantıklı olduğuna da inanmaktayız. Bu bilgilerin doğruluğunu ve önemini en başta Kur’an’dan öğrenmekteyiz. Mü’miniz, Müslümanız elhamdülillah, KUTSAL KİTABIMIZ NEYİ EMREDİYORSA SEVE SEVE BAŞ ÜSTÜNE DEMEYE HAZIRIZ. Annemizin ayağını öpsek yeridir. “Neden ben annemin ayağını öpecekmişim, neden o benim ayağımı öpmüyor?” da demeyiz, değil mi? Tamam. Şimdi şunu sormak istiyorum:
Şayet Semavî Mesaj’da bunun tam tersi yazılmış olsaydı? Yani, Cennet’in, evlâtların ayakları altında olduğubelirtilmiş olsaydı ve evlâda “Üf!” bile denilemeyeceği, onun bütün isteklerinin emir sayılması gerektiği yazıyor olsaydı, ‘Çocuklarımızın ayağını öpsek yeridir.’ denilmiş olsaydı… Hattâ hattâ, evlâda secde etmemiz isteniyor olsaydı… Meselâ yani. Ne yapardınız? Nasıl davranırdınız? “Saçma!” demeyin, İblis de bir emre “Saçma!” demişti ve lânetlenmişti, biliyorsunuz! Bize saçma gelebilen bazı emir veya yasakların da aslında çok büyük hikmetler taşıdığını bilmekteyiz. Zaten bu benimki, bir muhal farz! Evet… ne yapar, nasıl davranırdınız? Ben nasıl davranacağınızı biliyorum, ÇÜNKÜ GERÇEKTEN İMAN ETMİŞ SAMİMİ MÜSLÜMANLARSINIZ. HEPİNİZ EMRE UYARDINIZ. Size de bu yakışır zaten. İllâ İblis! Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssayı biliyorsunuz; bütün melekler emre uydu ve çamurdan halk edilmiş Âdem’e secde ettiler. İman, teslimiyet ve itaat bunu gerektirir. Peki bu, mantıklı mı görünüyordu? Yoksa İblis’in gerekçesi mi mantıklı görünüyordu? Hazret-i İsmail ve Hazret-i İbrahim ne yaptılar? İbrahim, “Bu nasıl emir? Bu nasıl mantık? Biricik ciğerparemi kesemem.” demedi. İsmail ise, “Neden babam ‘kesen’ oluyor da ‘kesilen’ benim? İtiraz ediyorum, (bütün emirleri kabul ediyorum ama) bu emre itiraz ediyorum.” demedi.
Aslolan; emri emir olarak bilmek ve ona itaat etmektir. Emir hoşumuza gitmese bile, mantığını ve hikmetini kavrayamamış olsak bile. İtaat edemediğimiz durumlarda ise, suç işlemiş olduğumuzu kabullenmek ve pişmanlık duymak, bunu takip etmelidir. Ancak, İblis’in yaptığı gibi emre itiraz etmek, emri doğru ve haklı bulmamak, isyananlamına gelir. Hele emri verenin varlığını inkâra kalkışmak (küfür), en büyük suç, en büyük cürüm demektir. TABİ BU ARADA UNUTMAMALIYIZ Kİ, İSLÂM BİR PAKETTİR; MÜSLÜMAN OLMAK İSTİYORSAK, O PAKETİ OLDUĞU GİBİ KABULLENMEK ZORUNDAYIZ. “Şu tarafını kabul ediyorum ve alıyorum, şu tarafı bana saçma ya da yanlış geliyor…” deme lüksüne sahip değiliz.
Şimdiiiiii… Sevgili oğlum, “çoban”, atanır mı seçilir mi? Cevabını sonra verelim. Diyelim ki sen, atamayla, görevlendirmeyle çoban oldun. Tersi de olabilirdi, yani insanlar sürü, koyunlar çoban yapılabilirdi! Why not! Ama böyle olmadı; bir insan, yani sen, koyunların başına çoban yapıldın. Koyunlara da bunun böyle olduğu söylendi. Koyunlar itiraz etmediler. (Feminist olanları, hümanist olanları, komünist olanları ve biraz da ateist olanları hariç tabi.) Koyunlarla tanıştın ve işe başladın. Ama sana bu görevi veren, seni uyardı:
“-Sayın Çoban Efendi, süründen sorumlusun! Onların iyi beslenmelerini sağlamak zorundasın. Onları kurtlara kaptırmamalısın. Uçurumdan yuvarlanmamaları, sakatlanmamaları, hasta olmamaları, kaybolmamaları… bol yavru vermeleri, sütlerinin bereketli olması… bunlar hep senin sorumluluğundadır, haberin olsun.” Sana bunlar söylenirken, koyunlar da duydular ve sana dikkatli dikkatli baktılar. İşte tam da bu sırada, sen eğer akıllı bir adamsan, sormaz mısın:
“-Arkadaş, bu kadar sorumluluğu omzuma yüklüyorsunuz, kabul. Ancak sorumluluğumu yerine getirebilmem için bana hiç mi yetki vermeyeceksiniz? Uçurumdan yuvarlanmalarını engellememi istiyorsunuz, ya koyunlardan biri ikisi ısrarla uçuruma doğru gitmeye çalışırsa… Onları iyi beslememi istiyorsunuz, ya en güzel meralara götürdüğüm hâlde nazlanır otları beğenmezlerse… Kurtlara kaptırmayacağım, tamam ama sürüden ayrılanı kurt kapar, bazıları ille de sürüden ayrılma eğilimi gösterirlerse… Sorumluluk veriyorsanız, selâhiyet (yetki) de vermeniz gerekmez mi?”
Evet, sen, haklı olarak bu şekilde sızlandın. Senin bu sızlanmanı koyunlar da duydular. Sen de koyunlara dönüp;
“-Sayın koyunlar, durumu görüyorsunuz. Bu çobanlığı ben kendim istemedim. Aslında omzuma birçok sorumluluk yüklenmek anlamına gelen çobanlığa hiç de meraklı değilim! Ama getirip omzuma koydular ve sonra da benden sizin hesabınızı soracaklarını söylediler. Bütün bunları iyi anlayın ve benim işimi zorlaştırmaya, benim başımı yakmaya kalkmayın lütfen. Benim, şahsım adına; iyi beslenmeniz beslenmemeniz, uçuruma düşmeniz düşmemeniz, bol süt vermeniz vermemeniz, hasta olup olmamanız çok da anlam taşımıyor. Fakat çoban olarak… bütün bunlar çok önemlidir. Akıllı olun, akıllı davranın. Siz de mutlu olun, ben de mutlu olayım. Sizi bana teslim ederek bana bu görevi veren de bizden razı olsun.” dedin. Sonra sordun:
“-Ey koyunlar, siz benim neyimsiniz?” Cevap verdiler:
“-Biz senin, Allah’ın emri ve Peygamber’in kavliyle sürünüzüz.” Sen şunu da sordun:
“-Peki, ben sizin neyinizim?” Cevap verdiler:
“-Sen bizim, Allah’ın emri ve Peygamber’in kavliyle çobanımızsın.”
Evet, koyunlar işin gerçeğini kavramışlardı. Allah’ın emrini (Hâşâ) mantıksız falan bulmadılar. Koyunist dernekler falan kurmaya kalkışmadılar, özgürlük feryatları falan atmadılar. Akıllıydı koyunlar. Bunun üzerine dedin ki:
“-O hâlde ey koyunlar! Benim izin vermediğim tarlalara girmeyeceksiniz. Benim izin vermediğim otları yemeyeceksiniz. Yavrularınıza doğru dürüst bakacak, sütünüzü bol bol vereceksiniz. Sorumluluklarınızı bilecek, kıçınızı başınızı açıp da kurdu canavarı peşinize takacak şekilde orda burada gezmeyeceksiniz!.. Ben sizin için her şeyin en iyisini, en hayırlısını isterim. Çünkü siz bana verilmiş emanetlersiniz ve sizi gerçekten çok seviyorum, size değer veriyorum. Sizinle ilgili sorumluluklarımı yerine getirebilmek için canımı bile vermeğe hazırım, bunu bileceksiniz.”
Sevgili oğlum, ben bunları anlatırken, sen şu hadis-i şerifi aklından geçirmişsindir mutlaka:
"Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. Yönetici çobandır. Aile reisi erkek, ailesinin çobanıdır. Kadın evin ve çocuğun çobanıdır... Hâsılı hepiniz çobansınız ve sürünüzden mesulsünüz." (Buhârî). Diğer bir kaynaktan aldığım meali de vereyim: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. İmam çobandır ve sürüsü müminlerden mesuldür. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mesuldür. Kadın, kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden mesuldür. Köleler, efendilerinin malından sorumludur ve yani sürülerinden mesuldür.” (Buhârî, Müslim)
Ne buyurursun oğlum? Baş tarafta, “İslâm (Müslümanlık) bir pakettir,” dedik, “paket olarak almak durumundayız. İşine geleni al, işine gelmeyeni alma, yapamayız.” Şimdi bu hadis-i şerifteki “Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mesuldür. Kadın, kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden mesuldür.” hükmünü ne yapalım?
Eeey erkekler, sizleri ve bütün kâinatı yaratan Allah, sizin omzunuza birtakım sorumluluklar yüklüyor. Siz istemeden! Doğal olarak, beraberinde bazı yetkiler de veriyor. Siz istemeden! Bu sorumluluğu kadınlara da yükleyebilirdi elbette ama hayır, size yüklemiş. Çobansınız. Çoban serbest midir, özgür müdür? Başına buyruk mudur? Asla! Bu şu anlama da gelir; sürünüzle ilgili bütün olumsuzluklardan hesaba çekileceksiniz ve şayet siz üzerinize düşenleri yapmadıysanız; dikkatli olmadıysanız, özverili davranmadıysanız, gayretli olmadıysanız, kendinizi yetiştirmedi ve onlara eğitim vermediyseniz, âciz kaldıysanız, kendiniz yanlış işler yaptıysanız ve yani onların olumsuz durumlara düşmelerine neden olduysanız cezalandırılacaksınız! Ve eeey kadınlar, evlâtlar, hattâ küçük kardeşler… durumu görün lütfen ve çobanın işini zorlaştırmayın! Kitabı orta yerinden açın; Allah’ın kitabını, Peygamber’in kitabını. Orada ne yazıyorsa hepiniz ona uyun. Ve eeey nutistler, akıllı ve insaflı olun, boyunuzdan büyük işlere kalkışmayın, insanların arasına fitne ve fesat sokmayın, eşlerin arasını açmayın, yuvaları yıkmayın! İblis’le iş birliği yapmayın! Lütfen.
Anladın mı oğlum, “Allah’ın emriyle, Peygamber’in kavliyle…” diye yola çıkmak ne demekmiş? “Ben senin neyinim?” sorusuna, “Sen benim kocamsın.” ya da “Sen benim karımsın.” şeklinde cevap verebilmenin anlamını ve önemini ve güzelliğini anladın mı? Allah’ın çizdiği mutluluk yolunun bu olduğunu anladın mı? Yok erkek arkadaşmış, yok kız arkadaşmış, birlikte yaşamakmış, yok gayr-i meşrû ilişkiymiş, yok çocuk yapmak için ona baba aramakmış… Cırt diye boşanmakmış… Eşitlikmiş, serbestlikmiş, özgürlükmüş, yaşantısına karışılmamakmış… Adım adım şirazeden çıkmaktayız, haberin olsun! Vesselâm.
MÜSLÜMANIM DEYIP SONRA DA IŞIMIZE GELMEYEN EMIR VE YASAKLARA ITIRAZ ETMEYE (“İtiraz etmek” ayrı, “uymamak” ayrı şeylerdir.) VE INSANLARI ŞIRAZEDEN ÇIKARMAYA HAYIR.
Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.
R. Serdar Özmilli