Türkçenin güzellikleri, açan çiçekleriyle en güzel meyvelerini veren, toplumun, halkın, milletin yararına işler yapan, eserler ortaya koyan; ortaya koyduğu, verdiği eserleriyle halka, millete mal olan, ebediyete intikal eylemiş şair, yazar ve sanatçılarımızı vefat yıldönümlerinde hatırlar, onları hayırlarla yâd ederiz. Vefalı olmak adına bu güzel bir davranıştır; insan olan insana yakışan, güzel hasletlerdendir.
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem” diyerek bütün cihana; zulmün ve zalimin, haksızlığın ve hukuksuzluğun karşısında; hakkın, hakkaniyetin, hukuk ve adaletin yanında bir duruş ve tavır sergileyen, İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy, 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Allah rahmet, eylesin, mekânı cennet, makamı âlî olsun. Âmin! Bu vesile ile toplum, temel ihtiyacının hukuk ve adalet olduğu, bundan dolayı da zulüm ve haksızlıklara karşı çıkmanın, geçit vermemenin olmazsa olmazlardan olduğu bir kere daha hatırlanmış oldu.
“Hak ve adalete uygunluk, doğruluk ve dürüstlük” gibi anlamlara gelen hakkaniyetin zıttı zulüm, haksızlık ve hukuksuzluktur; devletin ve toplumun çöküşüdür. Çünkü Hz. Ali’ye veya Hz. Ömer’e izafe edilen “Devletin dini adalettir.” sözü yapılması gerekenler konusunda yüce bir hakikati ifade eder.
Toplumun her ferdi hakkaniyetli bir duruş sergilemezse birtakım acı gerçekle karşı karşıya kalırız. Nedir o acı gerçekler? Bunu Martin Neimöller’in dili söylesin:
Alman Lutherci papaz Martin Niemöller, Hitler Almanya’sında Holokost (soykırım) sürecinde zulme, haksızlığa, hukuksuzluğa ve soykırıma karşı sessiz kalmanın, yapılanlar karşısında susmanın toplum nezdinde meydana getirdiği yıkımın ne denli büyük bir boyutlara ulaştığını bize şu sözlerle hatırlatır:
“Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra sosyalistler için geldiler, sesimi çıkarmadım; çünkü sosyalist değildim. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra benim için geldiler; artık benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı."
Evet, hakkaniyetli duruş; sadece kendi mahallesinin, kendi çevresinin, kendi düşünüş ve anlayışının, kendi takipçilerinin, kendi grubunun ve ideolojisine mensupların hakkını ve hukukunu korumak, onlara adaletsizlik, haksızlık yapılınca veryansın etmek değildir. Hakkaniyetli duruş; evrensel hukuk normlarına, anayasa ve yasalara bağlı kalmak, yargılananın kimliğine ve ideolojisine değil, anayasa ve yasalar karşısındaki durumuna bakmak ve ona göre karar vermektir. Hukukun temel ilkelerine tabi olmak ve onları hiçe saymamaktır.
Üstat Mehmet Akif, her daim hakkaniyetli bir duruş sergilediği için 2.Abdülhamit’i eleştirmiştir. 1. Dünya Savaşı’nda devletin yanında yer almış, Teşkilat-ı Mahsusa’nın verdiği görevleri yerine getirmiş; Kurtuluş Savaşı’nda, Millî Mücadele’de gerek kalemiyle gerek hitabetiyle Kuva-yı Milliye’nin ve Genç Türkiye’nin yanında yer alarak büyük vazifeler ifa etmiştir. Dahası TBMM’de Burdur mebusu olarak görev alarak çalışmalara katılmıştır. Bütün bu vazifeleri yaparken haktan, hukuktan ve adaletten ayrılmamış, ayrılanları daima ikaz etmiştir. Daha sonraları siyasi ortamın farklılaşması sebebiyle yine o hakkaniyetli duruşunun bir gereği olarak Mısır’a gitmiş, vatanından ve ailesinden uzak, zorlu bir gurbet hayatı yaşamıştır.
Geçen günlerde, Üstat Mehmet Akif’in vefat yıldönümü olan 27 Aralık 2025 tarihinde, sosyal medyada şöyle bir paylaşımda bulunmuş, hakkaniyetli sözlerin tutum ve davranışlarla tamamlanması, desteklenmesi gerektiğini ortaya koymuştum:
“Bugün, 27 Aralık; üstat Mehmet Akif Ersoy'un ebediyete intikalinin yıldönümü. Allah rahmet eylesin, mekânları cennet, aziz ruhları şâd olsun.
Gerek İstiklâl Marşı'nın şairi olması gerekse millî ve manevî duygu, düşünce ve duruşa sahip olması sebebiyle aziz ruhlarının şâd olması ve isminin zihinlerde taze kalması için kendisiyle ilgili güzel paylaşımlar yapıyorlar. Bunlar güzel şeyler, alkışı hak ediyorlar.
Bunca güzellik içinde bir noksanlık var ki o güzellikleri bir bakıma alıp götürüyor. Nedir o noksanlık? Hemen söyleyelim:
Hakk'ın, hakikatin, hukuk ve adaletin yanında; cehaletin, karanlığın, zulüm ve haksızlıkların, hukuksuzlukların karşısında dimdik duruşudur. Onun bu hâl ve tavrını paylaşanlar, kendileri günümüzde cereyan eden haksızlıklar, hukuksuzluklar ve zulümler karşısında nasıl bir tavır sergiliyorlar?
Eğer zulme, zalime, hukuksuzluklara, adaletsizliklere taraf oluyorlarsa bu ikiyüzlülüktür. Zira dünün haksızlık ve hukuksuzluklarına karşı çıkan, bugünün zulüm ve haksızlıklarını alkışlayan gerçek anlamda üstat Mehmet Akif Ersoy'un takipçisi değildir.”
Mehmet Akif Ersoy, “Acem Şahı” adlı manzumesinde Sâdi’den alıntıladığı “Riyaset be–dest–i kesânı hatâst/Ki ez–destşân– desthâ ber Hudâst” beytini biraz yorumlu çeviri ile “Zulümlerinden halkın Allah’a sığındığı kimselerin devletin başında kalmaları doğru değildir.” diyerek manzumenin bağlam çerçevesini çizerken devletin başında olanların mutlaka adaletle hükmetmeleri gerektiğini ortaya koyar ve şöyle seslenir:
“Zafer-yâb olduğun kimdir? Düşün bir kerre, millet mi?
Adâlet isteyen bir kavmi vurmak gâlibiyyet mi?
Nasîbin yok mudur bir parça olsun âdemiyyetten?
Nasıl aldırmıyorsun yükselen feryâda milletten?”
(İstiklâl Marşı’nın 100. Yılında Mehmet Akif Ersoy Şiir Külliyatı Safahat, TBMM yayını, s. 411)
Şair-yazar Celalettin Kurt, meselenin özünü kaçıranlara o özün ne olduğunu hatırlatarak “’Yılbaşı kutlamak haram mıdır hocam?’ Bir kere de hocanıza: ‘Adaletsiz davranmak, zulüm yapmak, liyakatsizleri iş başına getirmek haram mıdır?’ diye sorun!” derken ne kadar da haklıdır, öyle değil mi? Hakkaniyetli bir duruşun gereği de bu değil mi?
Her hafta hutbede okunan “Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü, zulüm ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.” (Nahl, 90) ayetini dinleyen Müslüman, bu ayet sana bir şey söylemiyor mu, niçin her hafta hutbede bu ayet okunur, hiç düşündün mü?
Bu hâli bir de Üstat Akif, Asım manzumesiyle söylesin, hele bir kulak ver:
“Müslüman hakka zahîr olmaya her an mecbûr,
Sarsılır varlığı, göstermeye başlarsa fütûr.
Hele zulmün galeyânında bu mecbûriyyet,
Daha şiddetli olur başkalarından elbet.
Çünkü hak öyle zamanlarda kalır tehlikede,
Çaresizdir onu kurtarmaya bakmak sade.
Bir adam dursa da bir zalim imamın yüzüne,
Adli emretse, bu zalim de onun hak sözüne,
İnkıyâd eyleyecek yerde tutup kıysa ona,
O mücâhid yazılır ta şühedânın başına.”
Müslüman, duruşunun nasıl insani bir hayat çizgisi içerdiğini böyle zamanlarda ortaya koymalı. Allah’ın buyruklarının aksine, dini inançlarının emrinin aksine bir tavır ve davranış sergilerse zarar bu kez din-i mübin-i İslam’a gelir. Onun vebali oldukça ağırdır. Nitekim toplum, bu ağırlığı hissetmeye, yaşamaya başlamış; bu ağırlığın altında kalmış olmanın acısını biraz olsun duymaya başlamıştır.
İktidara müzahir Yeni Şafak gazetesinin yazarı Yusuf Kaplan, 28 Aralık 2025 tarihli köşe yazısında “2000’li yılların başından itibaren yetişen nesil, ülkeyi terk ediyor! 2020’li yıllardan itibaren yetişen nesilse İslâm’ı terk ediyor!” diyerek bir tespite bulunuyor. Verilen tarihler arasında ülkeyi kim, hangi zihniyet ve nasıl yönetti?
Vaktinde yenmeyen aş ya karın ağrıtır ya baş, derler. Aynen öyle de vaktinde yanlışa yanlış demedikçe; haksızlık ve hukuksuzluk karşısında dimdik durmadıkça nice kayıplar verilecek, başımız, bünyemiz ağrılardan asla kurtulamayacaktır.
Her daim huzur ve saadette kalmanın yolu, evrensel hukuk çerçevesinde âdil ve işi ehil olana, layık olana veren bir yönetimden geçmektedir. Eğer hakikatli ve daima hakkaniyetli, Akif’çe bir duruş sergilemek istiyorsak “Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.” diyerek zulüm ve haksızlıklara prim vermememiz lazım. Vesselam!..














