Çok varlık karşısında eğiliriz. Kralın karşısında, kadının karşısında, paranın, servetin karşısında, makamın, şöhretin karşısında vs...
Hele eşyaya, mala mülke karşı iki büklümüzdür. Bir malı, eşyayı alabilmek için varımızı yoğumuzu ortaya koyarız da sonunda alırız onu ve adeta o metaya tazim ederiz. Hani o eşya ya da mal insan gibi olsa, insanın kendisi için yaşadığını düşünecek, yani ta o derece tamah ederiz bu mala, mülke, eşyaya...
Bir âlimin ifade ettiği gibi; ruhumuz ebed ebed diye inlerken bu eşyaya, mala mülke saplanmak bizlerin arazıdır. Bu arazı tamir etmek ancak ve ancak Allah'ı anlamak ve O'na uygun yaşamak ile mümkündür. O'ndan bihaber yaşamak insanı materlistleştirir, hayatını sıkar, cendereye alır ve yaşanmaz eder. İnsan huzurdan uzaklaşır, akli dengesi bozulur. İnsanoğlu gerçekten garip bir varlıktır, bir taraftan ebed diler, diğer yandan maddeyi dider de hüsrana düçar olur. "Bedeni deme teğet buz gibi erir gider, ebediyet dileği, halen maddeyi dider..." Halimiz gerçekten maalesef budur. Bu halde de insan maddeye, metaya esir olur. Onun tutsağı olur. "Allah'ın huzurunda eğilmeyen baş, eşyaya karşı dik duramaz" diye manidar bir söz vardı. İnsanın acayip hali tam da böyledir.
Eşyaya karşı dik durabilmek için, Allah'ın huzurunda eğilmelidir baş. Bu şekilde eşyayı bilir, eşyaya karşı tazim olmayacağını anlarız. Eşyanın amaç değil araç olduğunun farkına varınız. Yoksa tüm vücudumuzla eşyaya hizmet eder, eğilir,- bükülür, ezilir ve mahvolur gideriz. Dik durmak bizim için zor olur. Allah'ı bilen eşyayı, insanı, zamanı, dünyayı, her şeyi bilir. Bilmekle de kalmaz, anlar, ona uygun davranır ve işin aslını, iç yüzünü kavrar. Allah'ı bilmeyen, anlamayan ve O'na karşı eğilerek tazimde bulunmayan, eşyanın kölesi olur, mala, mülke uşak olur...
Kayseri Anadolu Haber