“ ne
nağme gülüyüm
ne saz perdesiyim, ben sadece
kendi yenilgimin sesiyim ..”
“bana hep seslenen
sözcüksüz o genişliğe gitmeliyim “
Sohrap Sepehri
Gelenler ve gidenlerle tanımlıyoruz bazen yılları. İsimler koyduğumuz, koyduğunuz oluyordur yıllara. 2025 gelir gelmez iki sanatseveri aldı bizden. Önce Ferdi Tayfur sonra da senarist, yazar Selim İleri “elveda” dedi bizlere. Ferdi Tayfur’un vefat ettiği günden beri hemen hemen hepiniz onun yüzlerce şarkısı arasından özellikle “İçim Yanar” şarkısını sık sık duymuşsunuzdur. İçeride, dışarıda, sosyal medyada… Hemen hemen her yerde ya onun sesiyle ya da genç sanatçı Şahin Kendirci’nin sesiyle…
Neydi Ferdi Tayfur’u bu kadar sevdiren sorusuna cevap olmayacak bu yazı. Sepehri’nin yukarıya aldığım sözünü Selim İleri ile Ferdi Tayfur’un tam ortasına bir levha olarak koyacağım. “Ben sadece kendi yenilgimin sesiyim” cümlesi ile kendi öykümün yansımasını sezdireceğim sizlere. Bana Sor diyen Ferdi Tayfur gibi “Mutluluğu bilirsin,/ mutsuzluğu bana sor,” demeyeceğim. Selim İleri’nin bir kitabında “Bizi kimse anlayamaz. İç seslerimizi hiç dinletmedik onlara. Onların karşısındayken iç seslerimiz hep sustu.” da demeyeceğim.
Ferdi’nin yarasını, İleri’nin iç suskunluğunu birer ayna yaparak kalplerinize doğru yolculuğa çıkmayı deneyeceğim.
“ne
nağme gülüyüm
ne saz perdesiyim, ben sadece
kendi yenilgimin sesiyim”
Milyonlar sizin bestelerinizle büyüyor, ağlıyor. Sevilisine sizi şarkılarınızla sesleniyor tanımadığınız insanlar. Ama bilmiyorlar içinizde “baba” diyememişliğin suskunluğunu. Adınız Ferdi olmuş onlarda ama içinizdeki Ferdi’ye kim bilir belki de hiç kimse tanık olmamış.
Romanlar, öyküler yazmışsınız uzun geceler boyu. Kitaplar yoldaşınız olmuş. "Bir insan yüzünde 'akşamın ne demek olduğunu gördüm.” demişsiniz. Adınız Selim İleri oluyor. Ve bir gün “elveda” diyerek gidiyorsunuz. Ardınızdan kelimeleriniz kadar güzel sözler söyleniyor, söyleniyor ama aklıma bir sözünüz geliyor.
“Maalesef birbirimizi tanımıyorduk. Birbirimizin taa yakınından geçiyor, sonra hemen ayrılıyorduk; bir daha da karşılaşamıyorduk.” Geliyor. Çünkü bir daha sizinle Şişli’de karşılaşamayacağız. Bir daha sizinle İstanbul’un unutulan kelimelerinde buluşamayacağız. Gelenler ve gidenlerle tanımlıyoruz bazen yılları dedim. Gelenleri tanımıyoruz belki ama gidenlerin hüznü değerini bilenler için çok ağır oluyor. Bundan mıdır Ferdi’nin “İçim Yanar” sözlerinin bir haftadır kulağıma değil ruhuma çarpması. Bilmiyorum. Ferdi’yi dinledik, dinliyoruz.
Selim İleri’yi tanımadan büyüyen nesiller var. Onu da biliyorum. Onun kelimelerinin tadını alamamışlar var. “Yazdıklarımı ne olur oku; başkalarına, beni tanımayanlara yazmam imkânsız! Kendime merhametim ağır basmasa yapmayacağım çılgınlık yok. Beni oku, nefes almam için ümitler ver...” diyordu bir kitabında. Şimdi o nefes alamıyor. Elveda dedi dünyamıza. Onu okuyalım. Ruhuna ümit verelim. Cumartesi Yalnızlığı kitabında “Yolunu bulamamış kadınlar için huzur bir rüyadır.” deyişini hatırlıyorum ve şöyle diyorum. Ümidini bulamamış yazarlar için okur bir rüyadır. Onu okuyalım. Onun rüyalarını gören kalemleri okuyalım. Ruhumuzu sıkan bu dünyada onların kelimeleri ile ümitleri bir araya getirelim, diyorum.
Kaç yıl oldu Dostoyevski, Tolstoy gideli
Yunus Emre’nin üzerinden asırlar geçti
Attar ya sen bin yıla yaklaştı gidişin
Hepinizin gidişini aldı da Ferdi Tayfur, bir şarkı sözünde dizdi kolyeye.
Bir gün gitsen bile hatıran yeter
Ferdi’nin Yarası hangi renkteydi onu kimse bilmeyecek onun kadar. Belki şairin (Altını çizdiğim bir kitabı birine verirken çekinirim. Sanki yaralarımı teslim ediyormuş gibi, sanki "Bak benim buralarım çok ağrıyor." der gibi) dediği gibi şarkı sözlerinden onun yaralarını anladığımızı düşüneceğiz. Ama hiçbir zaman ne onu ne de Selim İleri’nin yalnızlığını tam olarak anlayacağız. Şimdi okuduğunuz bu yazıyı Selim İleri okuyor olsaydı belki de tebessüm edecekti bana ve behey şaşkın dedikten sonra
Amin Maalouf’un “Yaraların hissedilmesi için tanımlanmaya ihtiyaçları yoktur...” sözünü tekrar edecekti. Bunu da bilmiyorum.
İki güzel insana da Allah’tan rahmet diliyorum.