{NUTİZM VE NUTİSTLER-35}
EYYÜHEL EVLÂD! (EY ÇOCUKLARIM!)
-“Frene basss! Bassana frene!”
Ben otomobil kullanırken, yanımdakinin bana karışmasından, uyarılarda bulunmasından hoşlanmam. İhtimâl ki yanlış bir tutumdur bu ama elimde değil, ben böyleyim. Fakat hemen belirteyim; şoförün yanında oturuyorsam, ben de aslâ onun işine karışmam. Çok rahatsız oluyorsam, kendisine sağa çekmesini rica eder ve araçtan inerim.
Karım bunu bilir ve direksiyonda ben oturuyorsam, işime burnunu sokmaz. Ama bu defa “Bas frene!” diye bağırırken haksız değildi. Önümüzde, karşıdan karşıya geçmek için yola adımlarını atmış kadınlara çarpmamız an meselesiydi. Gerçekten de o pozisyonda, yavaşlayarak kadınlara yol vermem doğru olurdu. Yapmadım. Hızlanarak önceliği kaptım ve geçtim.
Evimiz, deniz kenarında. Doğal sit alanı içindedir. Yerleşim merkezinin yedi kilometre uzağındayız. Yakınlarımızda başka ev yok ve yapılma ihtimâli de yok. Eski bir denizci olduğumu ve deniz merakım bulunduğunu inkâr edemem fakat bu evi alırken asıl tercih sebebim, deniz kenarı olmasından ziyade sit alan içinde bulunmasıydı. İnsanlardan korkuyorum. Bundan dolayı çok yakınlarında olmak istemiyorum. Mesleğim nedeniyle yıllarca insanların arasındaydım ama artık mecburiyetim yok, bir başıma kalmak iyi geliyor bana. Deniz kenarında olmak gerçekten önemli değil benim için, dağ başında da kayalıkların arasında da çöl ortasında da yaşamaya razıyım. Yeter ki bir başıma olayım. Kınamayın beni, çünkü insanlardan gerçekten korkuyorum.
Günlerce, bahçemizden, hattâ evimizden dışarı çıkmadan, kozasının içindeki bir ipek böceği gibi yaşamaktayım. Seccadem, kitaplarım, bilgisayarım ve kavalım... Bir de kedimiz var. Böylece kendimi, musibetlerden, belâlardan korunmuş hissediyorum. İyi geliyor. Karım da Allah sağlıklı ömürler versin, beni anlıyor ve bu yaşantı biçimime katlanıyor. Yerleşim merkezinde pazar, cuma günleri kurulur. Başka bir mecburiyetimiz olmadıkça, çarşıya haftada bir gün çıkarız yani. Cumayı da edâ eder döneriz. Kışın oldukça rahatız. Ortalık cidden tenhâ oluyor. Fakat yaz mevsiminde sahil, boydan boya insan kaynıyor. Yazlıkçılar, tatilciler, günübirlikçiler... Biz de çarşıya gidip gelirken sahil boyunca uzanan bu yolu kullanmak zorundayız.
Yaz mevsiminin ortalarıydı. Günlerden de Cuma. Pazara gitmek için hanım ve ben otomobilimize bindik, yola koyulduk. Sahil boyunca gidiyoruz. Sahil dolu. Kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle, çirkiniyle, güzeliyle insanlar insanlar... yarıçıplak(çok az yerleri örtülü) insanlar... İşte bu sırada, deniz kenarından evlerine gitmek üzere yola, önüme, dört kadın atlayıverdi. Biri yaşlı, üçü genç; mayolu, bikinili dört kadın. Birinin mayosu siyah renkliydi, hatırımda kalmış. Yaşlı olanı buruş kırıştı. Ama genç olanlar ne kadar gençtiler, ne kadar güzeldiler, algıladım desem yalan olur. Çok kısa bir düşünce ânından sonra yüklendim gaza çünkü. Onlar da yavaşlamadığımı görünce biraz geri çekildiler, sağ selâmet geçtik. O dakikadan itibaren bizim hanım gözlerini üzerime çevirdi ve bana dik dik bakmaya başladı.
-“Neden böyle yaptın hoca?”
-“Ne yaptım ki! Yayaların taşıtlara yol vermeleri gerekmez mi?”
-“Güldürme beni. Kural bunun tam tersidir, özellikle böyle mahallerde. Ve sen de bunu bal gibi bilirsin.”
-“Doğru. Yaptık bir hatâ. Daha dikkatli olurum.”
Hâtun, ısrarda kararlıydı:
-“Tamam da neden yaptın?”
-“Yahu, hatâların nedeni mi olur hiç? Hatâ, hatâdır, çoğu zaman istemeden yapılır.”
Olay zaten germişti beni, bir de hanımın bu ısrarı tuz biber oluyordu. Konuşmamaya karar verdim, en iyisi susmaktı. O, susmadı:
-“Ben nedenini biliyorum.”
Doğrusu, hiç beklemiyordum böyle bir söz. Afalladım. Fakat öyle karar verdiğim için konuşmamayı tercih ettim. O, tekrar; “Biliyorum.” diye mırıldandı ve ardından sessizlik... Kafasında neler vardı, bilemiyordum. O da benim neler düşündüğümü bilemezdi tabi.
Ben, şunları düşündüm öncelikle: “Biliyor olabilir. Neden olmasın, kaç yıllık hayat arkadaşım. İnsanın kendi hakkında bilmediği pek çok şeyi hayat arkadaşı gerçekten biliyor olabilir. Benim için de onun için de geçerli. Ama acaba doğru biliyor mu doğruyu biliyor mu? Ya yanlış biliyorsa, hakkımda sû-i zanda bulunur ve bana haksızlık ederse? Yok yok, bizim hanım, tam tersine hüsn-i zanda bulunur, eminim.” Sonrasında kendi kendime sordum: “Neden frene değil de gaza bastım, peki? Karım biliyor ama ben bilmiyorum.” Yoksa biliyor muydum!
Hâlen sahil boyundaydık fakat çarşıya yaklaşmıştık. Bir soruyla, yine beni çok şaşırtan bir soruyla sessizliği bozdu:
-“Beni nasıl buluyorsun?”
-“...”
-“Evet?”
Sustum, kaldım. Benim yerimde kim olsa susup kalır. Damdan düşercesine... hayır minareden düşercesine gelen bu soru, nasıl anlaşılmalıydı, nasıl cevaplanmalıydı? Anlamak, haydi yine o kadar zor olmayabilir ama cevap bulup vermek... Çok aptal bir adam değilimdir, bu soruyla neyin kastedildiğini, neyin öğrenilmek istediğini anlamıştım. En azından sezdim. Fakat doğru ve sağlıklı bir cevap hazırlayabilmem için biraz zamana ihtiyacım vardı. Anlamamış gibi yaptım:
-“İnsan, karısını, bunca yıllık karısını nasıl bulabilir ki?”
-“Nasıl?”
-“İyisin, hoşsun, akıllısın. Temizsin, tertiplisin. Anneme, kardeşlerime, akrabalarıma karşı tutum ve davranışların hârika. Yalnızca ameliyat olduğumda benim için yaptığın fedâkârlıkları düşünsem bile hiçbir olumsuz şey söyleyemem. Hepsinden önemlisi de bana aitsin. Karım oluncaya kadar da kendini bana saklamışsın. Daha ne diyeyim; iyi ki varsın. Allah’a binlerce şükürler olsun.”
-“Hoca! Anlamazlıktan gelme ve lâfı geveleyip durma. Sorumun cevabını bekliyorum.”
İşte buydu. Doğru anlamıştım, anladığım buydu. Ben biraz dolambaçlı yollardan istediği yönde cevaplar vermeğe başladım. O da yeni yeni sorularla beni açmağa yardım ediyordu. Bir örnekten hareket etmek geldi aklıma:
-“Şu bindiğimiz otomobil, yüksek model ve lüks bir araç değil. Ama bizim aracımız. Bize ait. Her türlü ihtiyacımızı görüyor ve onunla ilgili nice anılarımız var. Biz otomobilimizi nasıl buluruz? Ona karşı hangi duyguları besleriz?”
-“Pekiyi, yanımızdan çok lüks ve pahalı bir otomobil geçtiğinde, bizimkini onunla karşılaştırmaz mıyız? Hele ki senin gibi, araçların özelliklerini ayırt etmesini bilen bir şoför?”
-“Aynı şey senin için de geçerlidir. Sen karşılaştırır mısın?”
-“Beni bırak şimdi, senden söz ediyoruz.”
-“Ama en pahalı bir otomobil de sonunda eskimez mi?” diye çok da tatmin edici olmayan bir cevap verdim. Bu arada, uygun bir yer bulup aracımızı sağa yanaştırmış ve istop etmiştim.
-“Evet, açık söyle bakalım, sen ne demek istiyorsun, kafana takılan şey nedir?” dedim.
Konuştuk. O söyledi. Ben söyledim. İşin felsefesine girmiştik. Canım karım, haklıydı. Uzun uzun konuştuktan sonra sözü nasıl bağladı bilmek ister misiniz:
-“Hocam, ister kadın olsun ister erkek, insan insandır. Ve insan bu dünyaya sınav için gönderilmiştir. Sınavın bir gerekliliği olarak da fıtratımıza konulan çeşitli zaaflarımız vardır. Bu açıdan bakıldığında; bizimkinden daha lüks ve pahalı bir araç yanımızdan geçiyorken bir kıyaslama yaparız. Hele o araç bizimkinden daha yeni ise. Kendi aracımız bize hâliyle biraz sönük görünür ve biraz dudak bükerek bakabiliriz. Aracımız da bu durumdan hoşnutluk duymaz tabi. Ayrıca, komşu tavuğunun komşuya kaz görünmesi gerçeği de var. O kadınların önümüzden geçmesini bu yüzden istemedin sen. Doğru mu?”
Artık gerçeği, tam gerçeği ifade etmemin vakti gelmişti. Hem hayat arkadaşımın yanlış düşünmesinin de önüne geçmeliydim:
-“Doğru tam olarak bu değil hayatım. Ama doğruya çok yaklaştın. Evet, o yarı çıplak kadınların önümüzden salına salına geçmelerini istemedim. Burası doğru. Fakat, onlar kaz oldukları için ya da bana kaz görünmelerinden korktuğum için değil, senin onları kaz gördüğümü düşünmenden ve buna üzülmenden korktuğum için. Onlar, güzelliklerini (veya çirkinliklerini) gözler önüne sererek önümüzden geçerlerken, sen yan gözle bana bakacak ve kim bilir benim hakkımda neler düşünecektin. Anlaştık mı karıcığım?” Son sözü karım söyledi:
-“Kadınların süslenip püslenip ortalığa çıkmalarına, açılıp saçılıp kendilerini teşhir etmelerine en fazla yine kadınlar itiraz etmelidirler. Zavallı kadınlar! Allah’ın her emrinde, her yasağında sayılamayacak kadar çok hikmetler vardır. Sen lütfen beni sevmeye devam et hocam. Lütfen.”
Kısa yazmamı istiyor okuyucular. Beceremiyorum. Yine uzun oldu işte. Fakat aşağıdaki alıntıları vermeden noktayı koyamayacağım, lütfen kusura bakmayın:
“Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” [A’raf 27]
“… Irzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” [A’raf 31]
“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üstüne (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü’min kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey mü’minler! Hep birden Allah’a Tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. “ [Nûr 30-31]
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınmaları ve incitilmemeleri için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.“ [Ahzâb 33/59]
Benim önceki yazılarımdan:
Hiçbir kadın, güzel olma ya da akıllı olma arasında tercih yapmak zorunda kalmayı istemez. Ancak gerçek şu ki onların yaklaşık %60’ı bu göreli ve göreceli olan iki nimetten birincisinin fakiridir. Çünkü ya ihtiyardır ya çirkindir. (Değerlendirme sahibi ben değilim, öyle olduğunu okudum. İsteyene kaynağı gösterebilirim.) Ve merak etmeyin o kaynakta erkekler de nasiplerini alıyorlar: {.....Çünkü açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor.....} Şanslı görünen bu %40 kadının ise en az yarısı diğer nimetten yoksundur. (Bu değerlendirme de Aziz Nesin’den.) Hesap biraz karışık değil mi? Aslında iki tespit de kabul edilebilir. Gerçekleri kabul edin ve hiç dert etmeyin. Gördüğünüz gibi bu gerçekler erkekler için de geçerlidir. Ne gam! Yaratıcı nasıl yaratmışsa baş üstüne! İnsanların tespitleri değil, Allah’ın değerlendirmesidir önemli olan. Allah ne yüz güzelliğine ne zekâya bakar. Ben kendi adıma “Yakışıklısın.” diyerek, “Akıllısın.” diyerek kimsenin beni kandırmasını da istemem zâten.
Kadınlar da hiç üzülmesinler. Çünkü bu iki nimeti de ama kadın ama erkek insanlar kendileri kesp edemezler, satın da alamazlar, onlar Allah’ın verdiği emânetlerdir. Yani yok diye üzülmek gerekmez, var diye böbürlenmek yakışmaz. Amaaa istedikleri takdirde bütün kadınlar; iyi niyetli, iyi kalpli, tatlı dilli, güler yüzlü, hoşgörülü, temiz, bakımlı, tertipli, çalışkan, fedâkâr, vefâkâr, sadık ve iffetli birer baş tacı olabilirler. (Erkekler de eğer eşek değillerse, bu gerçeği görür ve ona göre hareket ederler tabi.) Ve daha önemlisi, isterlerse kadınlar birer Hakk dostu olabilirler. ALLAH DA ZATEN KADINDAN BUNLARI İSTİYOR, BİLGİ YARIŞMALARINA, GÜZELLİK YARIŞMALARINA KATILMALARINI DEĞİL! EĞER ALLAH’IN İSTEDİĞİYSE ÖNEMLİ OLAN...
İnsanların değeri, üstünlüğü, Yaratıcının kriterlerine uydukları ölçüdedir. Yani DEĞER VE ÜSTÜNLÜK TAKVA İLEDİR. İster erkek olsun ister kadın, değişmez. Fizikî bakımdan ister daha güzel olsun ister daha az güzel, hiç fark etmez. Vesselâm.
İnsanları zekâlarıyla ya da fizikî görünümleriyle bir yerlere koymaya hayır. GÜZELLİK TEŞHİRLERİ YAPARAK AZGIN ERKEKLERİN ŞEVETLERİNİ KAMÇILAMAĞA VE DİĞER KADINLARI EZMEĞE hayır.
Hayırist, esenlik dolu hayırlı günler diler.
R. Serdar Özmilli