Sevgili karım; (bugünkü şartlarda) ağzında altın kaplama dişler bulunması hiç hoşuma gitmez. Özellikle ön dişlerini ve hele hele süs olsun diye, hava olsun diye altın ile kaplatmaya kalkışma sakın. Güzelleşmez, aksine çirkinleşmiş olursun. Ayrıca, benim gözümde ilkelleşmiş, basitleşmiş olursun. Kabul ediyorum; sen de bir kadınsın ve fıtratının bir köşesine nakşedilmiş “süslenme zaafı” ile mâlülsün. Tamam, SANA BEN (küpe alıp da doğallığını bozmam) YAKUTLARLA ZÜMRÜTLERLE PIRLANTALARLA İŞLENMİŞ ALTIN TAÇ ALAYIM, ALTIN KOLYE ALAYIM, ALTIN BİLEZİK ALAYIM... ama fiyaka için “altın kaplama diş”e heves etme lütfen. Allah, dişleri, diğer insanlara gösterelim, caka satalım diye mi yaratıyor? Çok eskilerde, evet, onarılan dişler, en uygun materyal o olduğundan dolayı altın ile kaplanıyordu. Fakat artık bu iş için çeşit çeşit metal-sentetik alaşımlar üretiliyor, altın kaplamaya hiç gerek yok.
Benim kuşağımdakiler hatırlıyorlardır, ben de hatırlıyorum: Çocukluğumun ve ergenliğimin geçtiği dönemlerde, dişlere kaplama yaptırmanın câiz olup olmadığı konusu çok tartışılırdı. Câizdir, değildir... Hele altın kaplama için; “zinhâr...” İşin fetvâ yanına benim aklım ermez. Ancak altın’ın soy metal olduğunu mektepte okumuştuk. Yani dişe kaplama yapılacaksa, en uygun maddenin altın olduğunu anlayabiliyordum. Ama bazı ağızlarda gördüğüm boydan boya altın kaplanmış dişleri ise yapılış amacından dolayı tiksindirici buluyordum. Adamların, kadınların ağızlarında sarı sarı, çil çil altın dişler...Özellikle esmer vatandaşlarda... Âzerîlerin altın dişe meraklı olduklarını da duymuştum. O gün için... Belki bugün de öyleleri vardır, bilmiyorum. Her neyse karıcığım, sen sakın altın dişlerle caka satmak hevesine kapılma ve beni kusturma, e mi!
Sevgili karım, “beni kusturan gözlükler”e gelmeden önce iznin olursa “kol saatları” üzerine de iki lâf etmek istiyorum. Evet, kol saati konusunda da benzer bir sıkıntım var benim:
Oğlum yaşında bir genç ama gerçekten iz’an sahibi ve akıllı buluyorum şu saatçı Mustafa’yı. Çok da efendi. Sen de tanıyorsun ya. Bu yazı üzerinde çalışırken aklıma geldi kendisini aradım. Çok da iyi yapmışım, kol saatları konusunda öyle ilginç bilgiler verdi ki ağzım açık kaldı. Sondan başlayayım:
Üniversite öğrencisi olduğum ve İzmir-Erzurum arasında mekik dokuduğum yıllarda, şehirler arası yolcu taşıyan V... Turizm isimli bir otobüs firması vardı. Ben o firmanın otobüsleriyle hiç yolculuk yapmadım. Çünkü bilet fiyatları diğer bütün firmalarınkinden yüksek idi. O otobüsleri, benim gibi fakir fukârâ proleterya değil, genellikle gelir düzeyi yüksek entel danteller, sosyetikler kullanıyorlardı. Oysa o firmanın kendilerine özel dinlenme tesislerinde mola veren otobüsleri de diğer firmaların otobüsleri gibi 302 Mercedes idiler. Yolculuk sırasında ekstra bir servis hizmeti de sunulmuyordu. Durum böyleyken fiyatlarının niçin yüksek olduğunu sonra sonra anladım. Bir işletmecilik taktiği imiş; çok sayıda yolcu taşıyarak (yani sürümden) değil de seçkin müşterileri yüksek fiyatla taşıyarak para kazanma yolu tercih ediliyormuş. O havadaki müşteriler de o firmayı bu yüzden tercih ediyorlarmış. Haklılar tabi; asilzâdeler, benim gibi proleterya ile aynı araçta yolculuk yapmak istemezler. Pek çok insanın da “Ben V... Turizm ile seyahat ediyorum şekerim.” diyebilmek için can attıklarını gözlemliyordum. “Ben rolex marka kol saatı kullanıyorum şekerim.” diyebilmek gibi bir şey yani. Bu otobüs işletmesi, Mustafa kardeşimin saatlar konusunda anlattığı şeylerden sonra aklıma geliverdi işte.
60 yıl önce, benim çocukluğumda Nacar gibi, Hislon gibi bazı markalar vardı. Kurmalı saatlar. Bunları da hemen herkes alabilirdi. Herkes alırdı da. Çünkü vakti öğrenmenin, kol saatına veya saat kulesine bakmaktan başka bir yolu yoktu. Seiko 5 muhabbetleri de çok sonra çıkmıştı ortaya. O zamanlarda da saatının modeliyle, dizaynıyla ufak ufak hava atan ergenler görülürdü ama kimse kolundaki saatı, bir onur, bir kibir vesilesi saymazdı. Belki saatı olmayan çocuklar biraz yerinirlerdi, hepsi bu kadar. Şimdilerde ise, (diğer pek çok kalemde olduğu gibi) kol saatı dünyasında da vahşî kapitalizmin “marka” ve “moda” tezgâhlamalarıyla büyük bir devrim(!), büyük bir deprem yaşamaktayız. Ceplerimizdeki telefonlardan dolayı hiç de gereği kalmamış olmasına rağmen astronomik fiyatlarla satılan marka kol saatları için, moda kol saatları için yanıp tutuşuyoruz. (Çeşitli teknik işlevleri bulunan özel elektronik saatları saklı tutuyorum.) Öyle ki bazılarımız, sahip olabilmek uğruna haysiyetimizi bile iki paralık etmeye râzıyız. Bazı devlet yetkililerine, üst düzey bürokratlara rüşvet olarak, örneğin Rolex marka kol saatları verildiğini duymayanınız yoktur sanırım. Saatçı Mustafa da bana Rolex’i örnek göstermişti.
“Büyük kapital sâhipleri, ünlü sporcular, film yıldızları, müzisyenler kazandıkları parayı göz alıcı ve pahalı şeylere harcamayı tercih ediyor. Lüks mâlikâneler, İtalyan spor otomobiller, yatlar, uçaklar bunların başında geliyor. Ve dünyanın en pahalı kol saatları... Hocam, aklınızın almayacağı milyon dolar fiyatlarda kol saatları var. Ama ben size, çoğu kişinin bildiği Rolex marka saatlardan söz edeyim biraz: Tam bir çılgınlık! Tam bir kapitalizm soygunu! Fiyatları, 20-25 bin yuro civarında oynuyor. Ahmağız ya, talep süper! Fiyat yükseldikçe talep artıyor. Müşteriler kuyrukta, sıra bekliyorlar. Fakat adamlar arzı çok az yapıyorlar, ellerinde hazır saat bulunsa bile ‘Şu an için elimizde yok.’ diyorlar. Hattâ bazı müşterilerin, ürünü bir an evvel alabilmek için ekstra paralar teklif ettiklerini de biliyorum. Ya ‘çakma’larının fiyatlarına ne dersiniz? Millet bile bile ve seve seve alıyor. Hani bazı tişörtlere, eşofmanlara da adidas gibi nike gibi çakma markalar vuruluyor ya... Oysa ne onur kırıcı bir durum. Ama halk çakmaya da atlıyor. Bir de koleksiyoncu’lar var. On onbeş tane kol saatı olanları biliyorum ben. Saat özentisi konusunda erkekler de kadınlardan daha geride değiller maalesef.”
Konunun bu yönlerini düşünmemiştim hiç, Mustafa anlattıkça ağzım açık kaldı. Cep telefonunun icâdından sonra papucu dama atılması gereken kol saatlarının durumu gerçekten çok şaşırtıcı. Fakat şaşırmamak lâzım; çünkü gün boyunca vakti öğrenmek için üç beş defa baktığımız saatın gerçek işlevi unutuldu. Gerçekten de bir insan, 25.000 yuro vererek aldığı kol saatına ömrü boyunca kaç defa bakar? Bu insan, dünyada her gün kaç milyon insanın açlıkla kıvrandığını, kaç çocuğun açlıktan öldüğünü düşünür mü hiç?
Sevgili karım, seni sen olduğun için ve benimle aynı duyguları paylaştığın için seviyorum. Ama sakın ola ki markalı ve havalı kol saatı kullanmaya özenme, bir sürü kol saatın da olmasın. Benim gözümde küçülürsün, basitleşirsin; değerin, kolundaki saatın değeri kadar olur. Beni kusturursun. SANA ALTIN BİLEZİK, ALTIN HALHAL ALAYIM ama lütfen kol saatını bir süs aracı olarak kullanmaya kalkma karıcığım. Ve ayrıca, her mevsime her elbiseye göre ayrı saat... saatçı dükkânı açmıyoruz değil mi! Bak evde, evimizin içinde kullandığımız masa veya duvar saatlarının biraz dekoratif olmasına sözüm yok. Bir duvar saatı, vakti göstermesinin yanı sıra, gözümüze hoş gelecek biçim özellikleri de taşıyabilir. Evimizin içinde. Olabilir. Fakat konu kol saatına gelince bu düşüncem değişiveriyor. İster kadın ister erkek olalım, kolumuza bir saat takıyorsak, bunu, zamanı öğrenmek için yapmalıyız; başkalarına gösteriş yapmak için, hava atmak için değil. Marka neymiş! Moda neymiş! Tamam, kolumuza takacağımız saatın estetik görünümlü olması istenebilir fakat bir süs eşyası niyetiyle kullanılmasını ve uğruna bir servet ödenmesini içim almıyor. Öyle kişilere iyi gözle bakamıyorum. Açlıktan ölen insanları düşünüyorum, kusasım geliyor. İsraf bir kenara, doğanın da içine edilmiş olunuyor. Süslü püslü, markalı kol saatları üretip insanları kazıklayarak köşeler dönen işletmeciler bana diş bileyecek olsalar da ben böyleyim. Evet şükürler olsun ki sen de benden farklı değilsin ama tiksintimi bir yerlere gönderebilmek için seni muhatap almak zorundaydım. Hakkını helâl et. Vesselâm.
ARAÇLARIMIZI, GEREÇLERİMİZİ, EŞYALARIMIZI HAVA ATMAK, GÖSTERİŞ YAPMAK İÇİN KULLANMAYA hayır.
Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.
NOT: Asıl konum olan GÖZLÜK’ten söz etmeye yerim kalmadı. “GÖZLÜK KUSTURUR MU? (2)” başlıklı yazımda ele almak niyetindeyim inşallah.
Yazımı hazırlarken (https://www.dunya.com/) ve (https://paratic.com/)danyararlandım.
R. Serdar Özmilli