|   | 
  • Cevahir Kadri

    Her Mevsimin Vazgeçilmez Bir Meyvesi

     

    Her cümlenin bir okura ulaşma isteği ve emeli vardır. Yazılan her cümle, aynı zamanda okura ulaşması için yazarınca yapılmış, ulaştığında da kabul olunmuş birer duadır.

     

    Yazılar, şiirler, söylenen türküler, şarkılar bazen kendimizin, ruhumuzun yine kendimizce veya ruhumuza ayna olanlarca okunmasından başka bir şey değildir.

     

    Bir hakikatin, gerçeğin ifadesi olabildiği gibi küfrün, karanlığın, zorbalığın, şeytanlığın resmedilmesi de olabilir kimi yazılar, cümleler, ibare ve ifadeler, kelimeler… Yazmak... ama niçin, kim için?

     

    Güneş, dünyamıza biraz daha yakınlaştığı zamanın arefesi olan bahar mevsiminde köklerden dal uçlarına yürüyen suların neticesinde dallarda, dal uçlarında her ağacın âdeta genlerini ortaya koyan, resmeden çiçeklerin açması da baharın kendi dilince yazması, hakikatli bir bahar yazısı değil midir onlar?

     

    Bir yazının kelime kelime, cümle cümle, paragraf paragraf paragraf bir metne dönüşmesi, aynı şekilde hece hece, kelime kelime, dize dize, bent bent nazma, şiire dönüşmesinden başka nedir ki çiçeklenen bahar ve onun yaza evrilmesi?

     

    Anlamlı bir paragraf, belli bir tema etrafında kümelenmiş, kelime ve dizelerle bir araya gelmiş bentler olgunlaşmaya niyet edip “könü”meye (olgunlaşmaya) başlamış meyveden başka nedir ki?

     

    Her yazı bir meyvedir, her yazar ve şair bir meyve ağacı. Her ağacın meyvesi vardır kendi fıtratına derç edilen numunelerine uygun olarak. Yapıları, tatları, nitelikleri farklı olduğu gibi mevsimleri de farklıdır o meyvelerin. 

     

    Meyve denince genelde yaz mevsimi akla gelse de meyvelerin hepsi yaz meyvesi değildir, tıpkı hepsinin güz ya da kış meyvesi olmadığı gibi!.. Baharlar çiçekle anılır, bahar sadece bir çiçek midir, baharın da meyvesi hiç yok mudur? Yok mudur baharda meyve verecek bir ağaç?

     

    Çiçeklerin ardından yeşil yaprakların arasında varlığını ortaya koyarak çocuklara “Hey!.. Ben varım; gelin, görün beni!..” diye seslenen erik ve çağlanın yanı sıra kendilerini daha görünür kılmak için kırmızıya veya sarıya boyanan kiraz, vişne, çilek; yeni dünya bahar meyvelerindendir. Apayrı lezzetleri vardır her birinin. Yeşil eriklerin bazıları ne tatlı ne ekşidir lakin bazılarını dişler dişlemez dişlerimizin hemen “uyuş”tuğunu hatırlarız. Bu uyuşma eriğin ekşiliğindendir. Devreye halkımızın kimya bilgisi girer ve ekşi erikleri tuza banarak yeriz ki ekşiliği azalsın, dişlerimizin uyuşukluğuna çare olsun, uyuşukluk giderilmiş olsun. Aklımızı, zihnimizi uyuşturanlara karşı nasıl bir muamele gerek, onu da bilsek?

     

    Allı kiraz, allı vişne yar başından seslenir bize: “Gel de bizi gör, tadımızdan tat, adımızı da yazınıza kat!” derler. İşte al meyveler, dediklerinizi yaptım sizi de kattım yazıya. Bakınız ayna mahiyetindeki bu yazıda görün kendinizi: Mayısta erkenci kirazlar gelir pazara, haziranda ise Aliveren’in meşhur sarılı kırmızılı, bol sulu, tatlı kirazları pazarların en mutena köşelerinde yerlerini alıverir. Gelen geçen talipli talihlileri de derhal evlerine alıverirler onları, o “Alıveren” kirazlarını!.. Acı kirazı, dalgıranı, vb…

     

    Bahardan yaza uzandığımızda, elimize sunulan kiraz ve vişneler ayrı birer tat olarak dilimize mührünü vururken sırayı armutlar, yöresel deyişle “aşılı amıt”lar alır. “Âmıt” dediğim armuttur; “r” sesini yuttuğumuzdan “a” sesini birazcık uzatarak söyleriz. Aşılı âmıtların tadı bir başkadır; pekmez gibi yangındır, tatlıdır âdeta. Aşı armudunun yanı sıra “ıhılaz” dediğimiz ayrı bir cins armut da vardır ki yemesi ve hazmı pek kolaydır. Ondan başka bir de “okul armudu” vardır ki onun da yemesi ayrı bir lezzet, tadı ayrı bir tattır. Herhâlde ilk önce okulun bahçesinde gördüğü için mahalle halkı, o meyveye okula vefalı olmak için oradan edindiği meyveye adını vermiş: okul armudu. Bir de yine ceviz büyüklüğünde “bazarâmıd(ı)” vardır, pazarlarda görüldüğü için bu isimle anılan. Lezzeti, tadı, aroması bambaşkadır.

     

    Armut demişken genel kullanımda “ahlat” olarak bilinen yaban armudu ya da boz armudu yazmadan edemem. Nasıl ederim ki adına şairler şiirler yazmış, söylemişlerdir: “Dağ başında yol gösteren boz armut/ Her sabah dimdik durur öylece/ Zaman ve toprak onda bir kaneviçe/ İnce ince, kök kök, yüreğince ördüğü/ Rahmet aynasında huzurdur gördüğü” (H. Say). Ah, ağustos ayının sonu, eylül ayının ilk haftalarında ve sonrasında ne tatlıdır onlar bir bilseniz!.. Keçi çobanlığı yaptığım zamanlardan kalma anılarım da depreşti, gün yüzüne çıkıverdi bak şimdi.

     

    Eylül, ekim ayları aynı zamanda meşe palamutlarının, pelitlerin olgunlaştığı demlerdir. Yaban armudu veya boz armut ile aynı zaman diliminde tam olgunluğa eren pelitleri, ayağından doymakla bildiğimiz ve öyle hareket ettiğimiz keçiler pek sever. Öyle severler ki onlara karşı âdeta maymun iştahlılık sergilerler. Bir armut veya meşe ağacının altındaki armut veya palamudu henüz bitirmeden diğer ağacın altına “dört nala” bir koşu ile çobanlarını binler metre kros koşusuna tabi tutarlar. Ne yamandır o keçiler, ne yaman… Yaman oldukları kadar da sevimlidirler… Her birinin sahiplerince verilmiş isimleri vardır: üzüm, çakır, küpeli, sarıkız, gabaş, kırca, yakal… Bu koyun olsun, keçi olsun, kuzu oğlak olsun, böyledir.

     

    Ağustos, eylül ve kim ayları üzümlerin hasat edildiği tatlar zamanıdır. Bazen sofralarda yenmek üzere toplanır bazen de toplanan üzümler ezimhanelerde ezilerek şırası çıkarılır, cirbeleri suyla yıkanır ayrı kaynatılır, bilhassa kış aylarının vazgeçilmez tatları pekmez yapılır. Üzümler de cins cins, tür türdür: Sultan dilmidi, dilmit, öküzgözü, inekmemesi, çalkarası, aküzüm, kara üzüm, çekirdeksiz sarı üzüm vb…

     

    Ekim ayına doğru mandalinalar pazarlarda yer almaya başlar, ardından nar, portakal derken zeytinler gelir peşi sıra… Aaa elmaları söylemeyi unuttum bak, şimdi oldu mu ya? Elmaların bir yaz bir de güz meyvesi olanı vardır. Bizde eskiden kırmızı olduğu için “gelin alması” dediğimiz tatlı elma cinsi vardır, yaz elmalarındandır. Yine beyaz ve ufak yani ceviz büyüklüğünde ne aşırı sert ne de çok yumuşak, dişi olanlara uygun “kıtırak” ve tatlı bir elma daha vardır ki yemesi ayrı bir lezzettir. Bu elmanın az ekşimsi yani mayhoş olan bir başka çeşidi de vardır. Elmalar, keçi çobanlarının çantasından yaz ve güz boyu eksik olmayan meyvelerdir.

     

    Elma demişken beş yıldız sarı ve kırmızı renkte elmaları da adını belirtmeden geçmeyelim. Sap kısmında değil de çiçek ucu kısmında beş köşeli yükseltisi olduğundan beş yıldız adı verilen bu elmalar çok sulu ve tatlıdır. Karadeniz bölgesinin güzel şehirlerinden Amasya ile anılan “Amasya elması”nı da unutmayalım. 

     

    Sonsuz merhamet sahibi, yarattığı bütün varlıklarının ihtiyacını bilen, gözeten, veren Allah’ın biz aciz kullarına ikram ettiği meyveleri sayabilmek ne mümkün!.. O rahmet-i sonsuz da öyle buyurmuyor mu zaten? “Eğer Allah'ın sizin için yarattığı nimetlerini, saymaya kalksanız, kesinlikle sayamazsınız. Şüphesiz ki Allah bağışlayan ve merhamet edendir. Eğer siz Allah'ın iyiliklerini saymaya kalkışacak olursanız saymakla bitiremezsiniz. Çünkü Allah kesenkes yarlıgayıcıdır, esirgeyicidir.” (Nahl, 18)

     

    Yazın bir başka tat, güzün bir başka tat; kış gelir daha bir başka tat meyvelerle donatılırız. Bak işte saymakla bitmiyor… Biter mi hiç?..

     

    Güz demişken mantarları da anıverelim. Her ne kadar mantarlar meyve cinsinden olmasa da Rabbimizin ikramı olan rızıklarındandır ve güzeldir. Rabbimin verdiği hangi nimet güzel değildir ki? O güzeldir, güzel yaratır, güzeli sever!.. Evet, güz mantarlarının en meşhuru kanlıca veya kanlı mantar denen “çıntar”dır. Soğanla kavrularak yenir; üzerine kırmızı pul biber ile servis edilmesi ayrı bir tat ve ayrı bir lezzettir. İki üç ay devem eden bir lezzet!.. Yöresel isimleri farklı olmakla birlikte gabargan, kelbaş, keçi mantarı (ayı mantarı da denir), ağaç mantarı da mantar sahasının önemli tatlarındandır. Kültür mantarlarını her mevsimde bulduğumuz için onların adını anmadım. 

     

    Yaza yaza, yazdan güze geldik, güzleri saya saya ekledik kışa. Ceviz ve kestane ile kış mevsimine girdik; kuruyan dilimizi, boğazımızı, midemizi mandalina ve portakal sularıyla ısladık, soğuklara karşı yüksek oranda C vitamini temin ettik. Muzları unutmayalım, Anamur’u yad edelim. Muz sadece Anamur’da yetişmez elbette; Alanya’da muz bahçelerini görmüşlüğümüz vardır.

     

    Her ağacın bir meyvesi olur dedik, oldu da. Baksanıza yazma ağacının meyvesi de bu çok meyveli yazı oldu. Kalemin özgür biçimde kelimeleri sıralayıp cümleleri metne dönüştürdüğü yazılar ayrı bir güzelliğe sahiptir. Yazan için de yazıları kaleme alırken ayrı bir haz yaşanır orada. 

     

    Yazma ağacının iki güzel meyvesinden olan nesir ve nazım her mevsim tercih edilen tatlardandır. Rabbim ağız tadımımızı bozmasın, bozanlara fırsat vermesin!..

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.