{NUTİZM VE NUTİSTLER-27}
EYYÜHEL EVLÂD! (EY ÇOCUKLARIM!) İnsan, mahlûktur, yaratılmıştır. Bir erin komutanından ya da bir işçinin işverenden emir alması bile gayet normal ve gerekli ise, bir mahlûkun Hâlık’ından emir alması ne kadar gereklidir takdirlerinize bırakıyorum. Eh, emir’in olduğu yerde yasak’ın da bulunacağını kabul etmeyeniniz yoktur sanırım. Pekiyi, insanoğlu için şartlar böyle bildiğiniz gibiyken, bu saydıklarımın böyle olması mı, olmaması mı daha iyidir?
Askersin, başka seçeneğin yok, kolundan tutulup getirildin. Mensubu olduğun birliğin bir kamyonuna sürücü olarak görevlendirildin. Kamyon sana emanet edildi, anahtarı eline verildi. Kamyon ile yapacağın işler ve kamyona yapman gereken bakım konusundaki talimat sana okundu. Yazılı metni de eline verildi. Artık sen, emirler doğrultusunda hareket etmesi gereken bir asker olduğunu ve sana emanet edilen kamyona nasıl bakım yapacağını, onu nasıl ve hangi işlerde kullanacağını iyice anladın. Yine senin gibi, ilgili talimatları okunarak kendilerine çeşitli araç-gereçler teslim edilen diğer askerlerin de emir ve yasaklara uygun davranmaları gerektiğini biliyorsun. Aksi takdirde nice olumsuzluklar doğar ve hepiniz çeşitli zararlara uğrarsınız, değil mi? Tamam, haydi yolun açık olsun.
Şimdi de yapıyorlar mı bilmiyorum ama benim genç olduğum zamanlarda birtakım insanlar, eşyalarına, araç ve gereçlerine bazı ünlülerin resimlerini yapıştırırlardı. Özellikle bazı genç erkekler, bu ünlülerin yanı sıra çıplak kadın resimleri yapıştırmaya da meraklı idiler. Çırağı, kalfası, öğrencisi, esnafı... Üniversite dönemimde yurttaki oda arkadaşlarımdan da dolaplarına böyle resimler yapıştıranlar oluyordu. Dolaplarına siyasî, hem de devlete karşı suç sayılabilecek siyasî sloganlar yazıp yapıştıranları da görürdük. Tabi onlar birer asker değillerdi ve kendilerini de asker gibi hissetmiyorlardı. Tamam. Ama bizim asker ağa da aynen böyle yapsa; kendisine emaneten teslim edilen askerî araca çıplak kadın resimlerini, ya da yazdığı isyan-başkaldırı kokan sloganları yapıştırmaya kalksa... veya daha abuğu; aracın önündeki farı söküp arka tarafa taksa yahut farı, aynayı söküp atsa... buna da “tamam” denilebilir mi? Cevap vermek bile gereksizdir diye düşünüyorum. Buraya kadar anlaştık, değil mi?
Bir oğlum, iki kızım var. Vakti geldiğinde oğlumu sünnet ettirdim. Ama küpe için kızlarımın kulaklarını deldirmedim. Evlendikten sonra kendileri ne yaptılar bilmiyorum. Daha doğrusu kocaları buna izin verdi mi vermedi mi bilmiyorum. İlgilenmiyorum da. Evlendikleri andan itibaren sorumlulukları benden çıktı çünkü. Ama ben deldirmedim kulaklarını. “Kızım,” dedim, “Allah kulağınızı delik yaratmamış. Şayet O’nun muradı bu doğrultuda olsaydı zaten kulaklarınızı delik yaratırdı. Delmemiz konusunda, Kitab’ından da Elçi’sinden de bir tavsiye almadığımıza göre, oturun oturduğunuz yerde. İlle de ziynet eşyası takınacaksanız, boynunuza asılan, bileğinize veya parmağınıza geçirilen ziynetler takının. Elbisenize iğnelenerek ya da kulağınıza kıstırılarak tutturulan süs eşyaları da var, onları kullanın.”. Kızlarım, “Baba, kardeşimizi niçin sünnet ettirdin, öyleyse?” diye bir soru sormadılar. Büyük ihtimalle bu sorunun cevabının; “Erkek çocuğu sünnet ettirmek, hem de pek çok hikmet taşıyan bir çeşit emirdir. Kulak deldirmek ise büyük ölçüde gereksiz bir keyfîliktir. Bir taklitçiliktir. Bütün taklitçiliklerde olduğu gibi bu kulak deldirme taklitçiliğinin de esasen insanın özgünlüğüne halel getiren, onu iradesinden-özgürlüğünden koparan, maymunlaştıran, küçülten bir kokusu vardır.” şeklinde olacağını onlar da biliyorlardı. Emredileni uygulamak ile taklitçilik yapmak elbette aynı şey değildir.
Bu arada, “Kulak deldirmek de kız çocukları için sünnettir.” diyenlerin bulunduğuna şahit olmuştum. Araştırdığımı, bu sözün temelsiz, dayanaksız tamamen uydurma bir yaklaşım olduğu sonucuna vardığımı size de arz etmek isterim.
ŞİMDİ YAZACAĞIM CÜMLEDEN DOLAYI ALLAH BENİ AFFETSİN, SİZLER DE HAKLARINIZI HELÂL EDİN: Geliniz, bir an için imanımızın gerçekten hakkını verelim. İnandığımız’ın, mutlak cemîl olduğunu, mutlak hakîm olduğunu ve mutlak hâkim olduğunu, mutlak kâdir ve mutlak kadîr olduğunu; mutlak karîb, mutlak basîr, mutlak semî’, mutlak şâhid, mutlak sübhân, mutlak sultân, mutlak mütekebbir, mutlak kahhâr, mutlak celîl, mutlak cebbâr olduğunu iliğimize kemiğimize kadar hissedelim. Öyle ki; en gizli yerdeyken bile, en saklanmış hâldeyken bile Allah’ın nazarlarının kesintisiz her an üzerimizde olduğunu, her davranışımızın, hattâ her niyetimizin bile kayda alındığını, bütün bunlar değerlendirilerek bize aklımızın almayacağı derecede önemli sonuçlar doğuracak bir karne verileceğini idrak edelim... Yine şu asker misaliyle anlatayım: Senin kaderini -pek çok bakımdan- iki dudağı arasında bulunduran komutanınla aynı ortamda diyelim ki yirmi dört saat geçirmek durumundasın. Davranışlarını buna göre düzenler misin düzenlemez misin? Sonunda cezalandırılmak veya ödüllendirilmek ihtimâli de var. Pekiyi, bu durumda, sözünü ettiğimiz asker ağa nasıl davranır, emanet aracına nasıl bakar? Kendisine zimmetlenmiş aracın, hem de komutanının gözü önünde, orasına burasına delikler açar veya abuk sabuk boyalar sürer mi dersiniz? Akıllıysa ve askerliğin kutsiyetini bilen itaatkâr bir asker ise yapar mı bunları? Bu arada yapmaya kalkışacak olsa bile kendi kendine “Ben neden yapıyorum bunları?” diye sormaz mı?
DÖVME dedim, nerelere girdim... Bağışlayın, sadede geliyorum.
Geçenlerde face’de şöyle bir metin paylaşmıştım:
“Benim, köyden yarın geldiğimi bilirsiniz. O halde zaman zaman sorduğum sorulara şaşırmamanız gerekir. Cuma namazında önümdeki safta dövme yaptırmış iki kişi vardı. Biri genç idi ve kolları yapılan dövmelerden simsiyah olmuştu. Diğeri orta yaşlardaydı, dövmesi biraz daha azdı. Şimdi soruyorum:
1- Dövme yaptıranlar ve onların kişilikleri hakkında ne düşünmeliyim? Yani Türkçesi, siz ne düşünüyorsunuz?
2- Dövmeyi yaptıranlar, bunu sizce neden yaptırıyorlar ve onlar kendi haklarında ne düşünüyorlar?
3- İnsanlar, vücutlarının yalnızca görünen yerlerine mi dövme yaptırıyorlar acaba?
Cevaplarınızla beni aydınlatmanızı bekliyorum. Küçücük bir cevabı esirgemeyin lütfen. Teşekkürler.”
Nurettin B. isimli eğitimci kardeşim şöyle bir metin ekleyerek katkıda bulunmuş:
{Kıymetli hocam selam ve hürmetlerimi sunarım. Ben onu değil de ilahiyatçılar ne yapar bu konuda sosyologlar ne dedi psikiyatristler ne der bu konuda merak ediyorum. Sizden esinlenerek bu konuda benim sayfada bir hatıramı yazacağım:
DÖVME! PEKİ DÖVMEYEYİM! Serdar Özmilli‘nin Cuma namazında önündeki safta dövmeli iki gençle ilgili yazdıklarını okudum. Haklı olarak bu dövme olgusunu ve sebeplerini sorguluyordu. NEDEN SORGULAMADAN ÜLKEMİZE BELDEMİZE EVİMİZE EVLADIMIZA GİRER BU TÜR OLGULAR ???
Sanırım (2019) Mart ayı idi; hava güneşli ve güzeldi. Denizli Kayhan YSE üst geçidinin orada arabayı uygun yere park ettim. Üstgeçite çıkıp Honaz Dağı’nın birkaç açıdan fotoğrafını çektim. O sırada kazağını çıkarıp üstüne oturan adını H.S olarak sonradan öğrendiğim genç bana: “Abi, benim fotoğrafımı mı çekiyorsun?” dedi. Ben de kollarında dövme olan bu gence, “Evet, ne olmuş, çekiyorum?” dedim. Amacım onunla irtibat kurup bir sorunu mu var, konuşmaktı. Dedim ki “Oturabilir miyim?”, “Tabi.” dedi. “Senin fotoğrafını çekmedim, çünkü senden izinsiz çekemem, ancak sen niye dövme yaptırdın izinsiz?” dedim. “Kimden izin alacaktım?” dedi. “Bu vücudu sana verenden izin alacaktın.” dedim. “Bu vücut benim değil mi?” dedi. “Senin mi?” dedim. “Evet.” dedi. “Kaça aldın?” dedim. “Abi ne demek istiyorsun?” dedi. “Bir bedel ödemeden aldım, diyorsan; bu sana VERİLMİŞ olabilir ancak. Ya emanettir ya hediyedir ama senin değildir. Öyleyse sana verenden izin almalısın!” dedim. Gerisi uzun hikâye. Karşıma bir aile dramı, bir trajedi çıktı üniversitede öğrenci olan kolları dövmeli H.S’nin hikâyesini dinleyince. Siz de konuyla ilgili olarak aşağı yukarı doğru tahminlerde bulunabilirsiniz!}
Nurettin Hoca, bir de dövmeli vücut fotoğrafı yapıştırmış. Paylaşımının altında bir hanım öğrencimizden şöyle bir yorum gördüm:
“Çok çirkin bir görüntü. Dövmeyi oldum olası sevmemişimdir fakat isteyen kişi de yaptırabilir, bence bireysel özgürlük.”
Nurettin Bey bunu bir tepki olarak algılamış ki şöyle cevap yazıyor:
“F’cım özgürlükler çirkin olanı hayatımıza sokmamalı. Bunun sınırlarını psikologlar, sosyologlar, pedagoglar ve modern düşünceli ilahiyatçılar tartışmalı derim.” Pat, bir başka hanım öğrenciden bir ekleme:
“Çirkin neye göre, kime göre öğretmenim. Sizin için çirkin olan bir şey benim estetik değerlerimle örtüşüyor olabilir. Ayrıca dövmenin bu topraklardaki varlığı yeni değildir. Binlerce yıl öncesine dayanır.” Nurettin Hoca cevaplıyor:
“Çirkin hükmünü ben veremem ben sadece sorguluyorum; F Ö...ir’e verdiği cevaptan yola çıkarak : çirkinse ... diyerek yazdım.” Ama bu arada ilk hanım öğrencimizden şu cümleler gelmiştir:
“Hocam çok haklısınız. İşte aslında tıkanan da bir konu maalesef. Aslında oldukça da önemli. Bana göre çirkin bir görüntü, kişiye göre değişir. Kişisel zevkler bunlar belirttiğim gibi.”
Bilmem bu yorumlar hakkında sizler ne buyurursunuz? Ama bir başka kişi de şunu eklemiş:
“YA BİZİ YARATAN HARAM KILMISSA?.. HELAL DAİRESİ GENİŞTİR, HARAMA GİRMEYE LÜZUM YOKTUR. DİKKAT ETMEK İSTEYENLERE SÖZÜM ...”
Benim paylaşımımın altındaki bir başka yorum da şöyle: “Dövmeyi, görülmesi için yaptırdıklarından eğer görülmeyen yere yaptırdılarsa orayı da gösterirler.” Son olarak fakülteden sınıf arkadaşım olan Rauf Hakan Hoca’nın yazdığı satırlara geleyim:
“Aziz kardeşim, bozulma başlayınca bir unsura mahsus kalmıyor. Erkeği ayrı bozuluyor, bayanı ayrı... ve bozulma bir alanla da sınırlı kalmıyor. Ve insanlar kendisini bu çürümüşlüğün girdabından /maalesef/ kurtaramıyor. Her birimiz onun bir köşesinden etkileniyoruz. Bütün bu keşmekeşin içinde, yangına su taşıyan karınca misali, toplumdaki /az da olsa var olan/ bazı insani güzelliklere sahip çıkmanın mücadelesini vermek lâzım diye düşünüyorum. Slm.”
Ben de bütün bunların altına gocuman harflerle şunları ekleyiverdim:
{EN BÜYÜK ACI BURADA BAŞLIYOR: “Bu vücut benim değil mi?” EVET ÖNCE BUNU BİLELİM: BU VÜCUT BİZİM DEĞİL! SONRA; BİZ İNSANLARDA DEĞER'LER İZAFÎ’DİR, NİSBÎ'DİR. YANİ DEĞİŞKENDİR. AMA BU DEĞERLERİN MUTLAK OLAN TEMELLERİ, ASILLARI, MUTLAK ŞEKİLLERİ, HER ŞEYİ YARATAN ALLAH'TADIR. BİLİRSİNİZ; UZUNLUK ÖLÇÜ BİRİMİ METRE'NİN ASLI, PROTOTİPİ (Fransa’da) BİR TANE İDİ. HERKES ELİNDEKİ DEĞNEĞİ NASIL O ASILA GÖRE KESİP BİÇİYOR İDİYSE, BİZ DE ÖRNEĞİN güzel'İ MUTLAK GÜZEL OLAN ALLAH'IN ÖĞRETTİĞİNE GÖRE BELİRLEMELİYİZ. AYNI ŞEY çirkin İÇİN DE GEÇERLİDİR ELBET. ASLINDA İNANÇSIZ, İMANSIZ KİMSELERİN BİLE DOĞRUYA GİTMEDE BAŞKA BİR SAĞLIKLI YOLLARI YOKTUR. BİZ İNANANLAR İSE ZATEN, ALLAH'IN GÜZEL DEDİĞİNE GÜZEL, ÇİRKİN DEDİĞİNE ÇİRKİN DEMEKTEN MUTLULUK DUYARIZ. İNANMAK, TESLİM OLMAK BUDUR. EVET, BELİRLİ KONULARDA GÖRELİ, GÖRECELİ DEĞERLENDİRMELER YAPABİLİRİZ AMA SADECE BELİRLİ KONULARDA. ÖRNEĞİN, ALLAH’IN HARAM KILDIĞI BİR ŞEYİ GÜZEL BULMA İZNİNE SAHİP DEĞİLİZ. Evet, Müslüman olmak ya da olmamak konusunda kimseyi zorlayamayız fakat Müslümanlığın emir ve yasaklarına aykırı düşünceler de serdedemeyiz. Emirlere yasaklara uymamak ile onların terslerini iddia etmek arasında dağlar kadar fark vardır. DOLAYISIYLA YİNE İSTEYENLER DÖVME YAPTIRABİLİRLER AMA BUNUN DOĞRU VE GÜZEL OLDUĞUNU SÖYLEYEMEZLER.}
Uzattım... Özür dilerim. En önemli kısmı sonraki yazıma, ikinci bölüme bırakıyorum.
Dövme yaptıranların, küpe için kız çocuklarının kulaklarını deldirenlerin, zürafa kadın olup boyunlarındaki onlarca halkayla dolaşanların, Mursi Kabilesi’ne mensup kadınlar gibi dudaklarına tabak takan kadınların, vücutlarını jiletle çizen dengesizlerin bu yaptıklarını doğru ve güzel göstermeye kalkışmalarına hayır!..
Vesselâm.
Not: “NUTİZM VE NUTİSTLER” isimli kitabım, kitapyurdu.com üzerinden alınabilir. Tavsiye ederim.
R. Serdar Özmilli