|   | 
  • Cevahir Kadri

    Karşıtlıklar Üzerine

    Söze, çok eskilerden kalma bir emanet ve çok değerli bir sözle başlayalım: “Her şey zıddıyla kaimdir, bilinir.

    Zıtlıklar, hayatta birçok şeyi tam ve doğru olarak anlamlandırmamıza yarar. Hayatın bizatihi anlamı da bir bakıma bu zıtlıklar üzerinedir.

    Zıt ve zıtlıklar önemli, önemli olduğu kadar da değerlidir. Peki, zıt nedir, zıtlık neye denir? Zıt denince “nitelikleri, özellikleri ve durumları birbirine aykırı olan (şey), bir şeyin aksi, tersi, karşıt”ını (Lugatim.com) anlarız öyle değil mi? Zıtlık denince de “zıt/karşıt olma” durumunu. Ahmet Hamdi Tanpınar, bunu ifade sadedinde “Roma mâbedinin kalıntılarıyle yanı başındaki Hacı Bayram Velî Câmii’nin berâberce teşkil ettikleri zıtlıklar mecmuasıdır.” der.

    Peki, Tanpınar’ın ifadesinden hareketle soralım: Gerçekte kilise ile cami birbirine zıt yani karşıt mıdır? Bu soruyu; yüzeysel ve dar daireden bakınca evet, derinlemesine ufukla bakınca hayır diye cevaplamak mümkün.

    Evetdersiniz; biri Hristiyanlara ait bir kutsal mekânı, diğeri de son ve ekmel din olan İslam’ın ibadetgâhıdır.

    Hayırdersiniz, çünkü ikisi de kaynağı aynı olan tek Tanrılı dinlerin ibadet etme, aynı Allah’a kullukta bulunma mekânıdır. Bu sebeple bir karşıt durumluk söz konusu değildir.

    Hayatımız bizatihi karşıtlıklarla çepeçevre sarılmış durumdadır. Doğum ile başlayan hayatımız, ölüm ile sonlanır. Başlamak ve sonlanmak da doğmak ve ölmek kadar birbirinin zıttı, öyle değil mi?

     

    “Lisân-ı siyasette lâfız, mânânın zıddıdır.”

    Zıtlıklar, karşıtlıklar üzerine Bediuzzaman Said Nursi ilginç tespitlerde bulunur: “Zaman olur zıd, zıddını saklarmış. Lisân-ı siyasette lâfız, mânânın zıddıdır. Adâlet külâhını, zulüm başına geçirmiş; hamiyet libasını, hıyânet ucuz giymiş. Cihad ve hem gazâya, bâğî ismi takılmış. Esâret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî, hürriyet nâm verilmiş. Zıdlarda emsâl olmuş, sûretlerde tebâdül, isimlerde tekabül, makamlarda becâyiş-i mekânî.

    Bu sözlerde mealen, değerlerin adı kullanılarak o değerin karşıtı bir duruma ulaşılmak istendiği ifade ediliyor. Meselâ, ittihat ve terakki, “birlik kurma ve ilerleme, yücelme” anlamı taşıyor ama onların iktidarlarında ne birlik kalıyor ne yücelme! Bunun gibi, bu yolun, dünya siyasetinde çokça kullanıldığını ifade ediyor.

    Bilhassa Batı’nın İslam ülkelerinde giriştiği operasyonlarında bunları görmek mümkün. Bunların yaptığı, demokrasi ve medeniyet adına var olan medeniyetin altını üstüne getirmekten, insanların rahat ve huzur içerisinde yaşayacağı bir dünyanın temeline dinamit koymaktan ibaret.

    Gündoğar, bunu Barış Türküsü’nde ne güzel söyler: “Çarklar böyle dönüyor inan bebeğim/ Bu lafların ardında yalan bebeğim/ Ne sınırsız bir dünya ne insanlık sevgisi/ Barış çığlıklarında savaş bebeğim.

    Tabii ki barış isteyen herkes, savaşı istiyor demek değildir. Savaş, barışa ulaşmanın en zorlu yoludur.

    Alabildiğine sınırsız hayallerimiz varsa da zaman, mekân ve türlü imkânlarla sınırlı hakikatlerle iç içeyiz. Olmamız gereken ne tamamen hayaller dünyası ne de sadece her şeyle sınırlandırılmış, dar ve ruhsuz gerçekler dünyası…

    Ruh demişken insanın bizatihi kendisi de bu karşıtlıklar bütününe dahildir. İnsan ruhuyla bedeni bir bütündür. Karşıtlıklar, engin bir anlam manzumesi değil midir? Çünkü onlara bir bütün olarak bakabildiğimiz ölçüde “hakikat”e adım adım ereriz.

    Hakikat bir gündür; hem geceden hem de gündüzden ibaret bir gün. Gecenin anlamı asla gündüzden ayrı değildir. Gece zahiren karanlıktır, gündüz ise apaydınlıktır. Gece ay ve yıldızlarla biraz aydınlanırken gündüz tek bir yıldızla, Güneş’le apaydınlık olur. Tam da burada Şair Eşref’i,“Nasıl zıd olmasın âlemde garbiyyûna şarkıyyûn?/ Güneşten hepsini gûyâ ki nurun mâh almıştır;/ Zirâat, ma’rifet, san'at, saâdet şimdi onlarda,/ Cehâlet, meskenet, zillet, rezâlet bizde kalmıştır.” dizeleriyle yâd edelim. Ruhun şâd olsun ey koca şair!

     

    Şark ve garp

    Şark ve garp iki ana yön olduğu kadar iki ayrı medeniyetin adı. Beslendiği kaynaklar itibariyle ortak noktalar bulunsa da mantığı, mantalitesi birbirinden oldukça farklı iki dünya. Üstat Mehmet Akif, şiirlerinde sıkça yer verdiği iki kavram. Olumsuz yanlarını daha çok dile getirdiği garbın ilmini, çalışkanlığını almamız gerektiğini belirtmekten de geri durmaz. Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine yazdığı Bülbül şiirinde şarkın sevinç, sürür nedir bilmez bir ahvalinin resmini bize şöyle çizer,: “Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!/ Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;/ Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!/ Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,/ Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!

    Üstat gayretin, uyanmanın, ayağa kalmanın önemini anlatmak için çırpınıp durduğu Uyan adlı şiirinde de doğu ve batıyı kıyaslar; doğunun silkinip kendine gelmezse batının ayakları altında ezileceğini ifade eder: “Ey koca Şark! Ey ebedi meskenet!/ Sen de kımıldanmaya bir niyet et./ Korkuyorum, Garb'ın elinden yarın,/ Kalmayacak çekmediğin mel'anet.” Yine İstiklal Marşı’mızda garbı, sanayi devriminin getirdiği ruhsuzluklar, robotlaşmışlıklar üzerine ruhunu kaybetmiş, “mimi düşmüş”, alçaklığı kalmış bir medeniyet olarak anlatır ve bunu “Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;/ Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var./ Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,/ "Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?” dizeleriyle ortaya koyar.

     

    İnsan davranışlarındaki karşıtlık

    İnsan fiziki ve somut olarak ne kadar medenileşirse medenileşsin, eğer ruhen medeniliğe erememişse o esasen vahşetin, ilkelliğin bizatihi temsilcisi olmaktan geri kalmış değildir.

    İnsan, hataları ve savaplarıyla yani yanlışları ve doğrularıyla insandır; eksiklikleri ve güzellikleriyle de. Ama önemli olan bu iki tarafın hangisinin insanda ağır bastığıdır.

    İnsan, bir yandan insanlığın ortak faydasına hastaneler, hanlar, hamamlar, yollar, otoyollar, köprüler yaparken siyasi ikbalini devam ettirme adına, kalpten kalbe giden yolların kesişme noktalarına engeller koyarak onların birbirlerinden uzaklaşmalarına sebep olmaktadır. Bir yanıyla melekiyet ruhuyla bütün insanlıkça ayakta alkışlanacak hâl ve hareketleri sergilerken diğer yanıyla da nefsinin ve şeytanın emirlerine, heva ve heveslerine boyun eğerek hayvanlardan da aşağı bir derekeye yuvarlanması insanın davranışlarında karşıtlıkları barındırdığını ortaya koyar.

    Melek ve şeytan, davranışlardaki farklılığı ile birbirinin zıttı iki varlık ve kavram. Kâinatın Yaratıcısının emirlerine itaat ettiği, O’na asla isyan etmediği için melekler, daima, iyilik ve güzellik adına, insanlık için rol modeldir.

    Şeytan ise Allah’a itaat etmeyip O’na isyan ettiği için kötü durumların rol modeli ve iyiliklerin hep karşıtı bir varlık olarak insanlığın karşısındadır.

    Şeytan aynı zamanda, “Allah’a ibadet ve kulluk için yaratılan” insan için bir imtihan vesilesi, sebebidir. Dolayısıyla insanın meleklerden de üstün olması veya hayvanlardan da aşağı bir derekeye inmesi onun şeytana, nefsine, heva ve hevesine mi ram olduğu veya Allah’a itaat ederek ubudiyetine mi devam ettiğiyle alakalı bir durumdur.

     

    Değerleri değersizleştiren dünya

    İşin içine imtihan sırrı girince hayatta yaptıklarımızın anlamları da farklılaşıyor. “Dünya tatlı, can aziz” olunca yaptıklarımızın veya yapacaklarımızın ölçüsü de bir anda değişiveriyor. Dünyevi menfaatlerimiz, yapılacak işlerde temel ölçü oluyor ve hiç ölmeyecekmiş, ahiret, hesap kitap hiç yokmuş gibi davranıveriyoruz. Öyle ki bunun için değerleri harcamaktan, onları “ucuza satmak”tan bir an için asla geri durmuyoruz. Asırlardır içinde Allah’ın huzuruna durulan ve sonrasında mabet olma özelliğine ara verilmiş, şimdi yeniden tanzim edilerek ibadete açılan bir mabedin manevi havası ile sevinir ve coşarken yüzbinlerce Ka'be'nin kahr u perişan edilmesindeki çelişkiyi neyle izah etmek gerek? Bu ayrı, apayrı bir imtihan olsa gerek!..

     

    Kalp/gönül beytullahtır

    Bütün bunlar, toplum hayatımızda yaşanan çelişkilerimizi ortaya koyuyor. Toplumun fertleri olarak birbirimizin kalbini kırmamaya özen göstermemiz gerekir. Hâlbuki biz değil kalp kırmak, kalpleri birbirinden uzaklaştırmanın yollarını gün geçtikçe daha da farklılaştırarak artırıyoruz.

    Bir yandan yapıyoruz, öbür yandan onları yıkmanın heyecanı ve hazzı duymanın çelişkisini barındırıyoruz. Oysaki hayatımızda gönül yıkmamak, gönül kazanmak esas olmalı değil mi?

    Yunus Emre, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Seyranî gibi hak ve gönül dostları gönlün ve kalbin, Allah’ın evi, “beytullah” olduğunu söylemekle bir hakikati dile getiriyorlardı. Gönül insanı Yunus Emre asırlar öncesinden "Gönül Çalab'ın tahtı/Çalab gönüle bahtı/İki cihan bed-bahtı/Kim gönül yıkar ise." veya “Yunus Emre der hoca gerekse var bin hacca//Hepsinden iyice bir gönüle girmektir." derken kalp kırmanın Ka’be’yi yıkmakla eşdeğer olduğunu ifade ediyordu. Hâkeza Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de “Dil beyt-i Hüdadır anı pâk eyle sivâdan/ Kasrına nüzül eyler o sultan gecelerde” derken gönlün temiz, tertemiz tutulması gerektiğini, sultanların zaman zaman kasırlarına, köşklerine ziyarette bulunduklarını söylemekteydi.

    Bir şiirinde "Kalbini geniş tut sıkma Seyranî/ Rıza-yı Bâri'den çıkma Seyranî/ Gönül beytullahtır yıkma Seyranî/ Elinden gelirse imâret eyle" diyen Seyranî bunu sadece kendine mi söylemektedir?

     

    Karşıtlıkları iyi okuyalım

    Toplumu oluşturan fertlerden bir ferdiz. Tavır ve davranışlarımız hem hayatımızı şekillendirir hem de bizi de biz yapar. Bunlarla sözlerimiz arasında çelişkiler, zıtlıklar ne kadar az olursa insanlar arasında güvenilirliğimiz o nispette artar. Sadece güvenilirlik değil elbette. İyiliklerimizi güzelliklerimizi çoğaltmak, kazanımlarımızı en azından korumak adına bunlar önemli. Aksi takdirde, ahiret ve ebedî bir hayat için biriktirdiklerimizi bu fani âlemde harcayarak müflisliğe doğru sürüklenmiş oluruz.

    Evet, şüphesiz “İnsanları akla kara diye ayıramazsın çünkü iyilikleri de kötülükleri de karmakarışıktır.” (Bernard Shaw) ve “İnsanlar, basiret gözü ile bakabilseler, aralarında zıddiyet olan mevcudatın her birinin bir işe yaradığını görürlerdi.” (Lao Tzu)

    Bizim dışımızdaki her türlü karşıtlıklar, bizim gerçeği daha iyi kavramamız içindir. Aydınlık ve karanlık, adalet ve zulüm, iyilik ve güzellik, doğruluk ve yanlışlık, iman ve küfür, melek ve şeytan sadece ve sadece bizim iyi insan olmamız için birer vesiledir. Bütün bunlar, davranışlarımız için kilometre taşlarıdır.

    İnsan, sadece isimlerinin ve sözlerinin güzel olmasına bakmamalı, fiillerinin ve davranışlarının da güzel olmasına gayret ve dikkat etmeli. Davranışlarındaki karşıtlıkları azaltmalı, söylem ve eylemlerini barıştırmalı. İyilik ve güzelliklerinin grafiğini daima yükseltmelidir. Asıl güzellik budur!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.