|   | 
  • Gökhan Bozkuş

    Neredeyiz Navorski?

    “İnsan kendini kaçak hissettikten sonra hiçbir yerde özgür değildir. 

    İçerde ya da dışarda.” 
     Mecburiyet / Stefan Zweig

     


    Havaalanları, gelip geçen insanların hikâyeleriyle doludur. Kimileri kavuşur, kimileri ayrılır. Kimileri yeni bir hayata adım atar, kimileri ise geçmişe döner. Eller, elvedalar, ayrılıklar, kavuşmalar… Ama ya bir insan, bu geçici mekânda sıkışıp kalırsa? Evet sıkışıp kalmak. Ne gitmek ne de kalmak. "Bu daracık dünyada sıkışıp kaldım." diyen Mantıku’t-Tayr yazarı Feridüddin Attar gibi sıkışıp kalmak… İşte Steven Spielberg’in The Terminal filminde böyle birisi var. Amerika’ya umut dolu bir yolculukla gelen Viktor Navorski (Tom Hanks) sıkışıp kalır havaalanında. Pasaportunun ait olduğu ülke, Krakozhia, iç savaşa sürüklenir ve artık diplomatik olarak tanınmaz hâle gelir. Ne ülkesine dönebilir ne de Amerika’ya giriş yapabilir. Öyle bir yerde sıkışır ki, ne ileri ne geri gidebilir… Leyla ile Mecnun dizisinin 92. Bölümünde Mecnun karakteri bomboş bir arazide bir tabela görür de haykırır ya hani…  “Tamam doğru buradayız şu anda. Bu ne oluyor yani? Yemin ediyorum hiçbir şeyin ortasındayım ya, hiçbir şeyin ortasındayım.” Aynen onun gibi ortada bir yerlerde sıkışıp kalır Navorski. 

    "Sınırlar insana değil, haritalara çizilir." 

     

    Viktor’un hikâyesi, modern dünyanın sert bürokratik duvarlarına çarpan insan sıcaklığının hikâyesidir. Kimlik denen şeyin, aslında bir kâğıt parçasına sıkıştırılmış hayatlar olduğunu anlarız onun gözünden. Ama Viktor pes etmez. Terminalde hayatta kalmanın yollarını arar, küçük işler yapar, dostluklar kurar ve kendi düzenini yaratır. "İnsan, insana muhtaç." deriz ya… Terminaldeki temizlikçiler, güvenlik görevlileri, restoran çalışanları… Hepsi Viktor’un yolculuğunda bir iz bırakır. Çünkü bazen gerçek yolculuk, varılacak yere değil, yolda karşılaşılan insanlara bağlıdır. 

     

    "Bazen hayat seni bir durakta bekletir, ama bu boşuna değildir." 

    Hepimizin hayatında bir terminal vardır aslında. Hepimizin sıkışıp kaldığı bekleme odaları vardır aslında. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in 

    “Öyle bir yerdeyim ki 

    ne karanfil ne kurbağa 

    Bir yanım mavi yosun 

    Dalgalanır sularda 

    Dostum dostum 

    Güzel dostum 

    Bu ne beter çizgidir bu 

    Bu ne çıldırtan denge 

    Yaprak döker bir yanımız 

    Bir yanımız bahar bahçe 

     

    Öyle bir yerdeyim ki 

    Bir yanım çığlık çığlığa 

    Öyle bir yerdeyim ki 

    Anam gider Allah Allah” dediği zamanları vardır hepimizin. 

     

    Bir karar aşamasında sıkışıp kaldığımız ne ileri ne geri gidebildiğimiz zamanlar… Beklemek, belirsizlik içinde kaybolmak bazen insanı en çok yoran şeydir. Ama Viktor’un hikâyesi, beklemenin de bir anlamı olduğunu gösterir. İşte hayat, bazen gideceğimiz yer değil, beklerken kim olduğumuzdur. Herkesin gidecek bir yeri vardır, ama bazen en uzun yol, insanın kendine doğru yürüdüğü o yoldur. 

    Viktor’un terminalde geçirdiği zaman, onun için sadece bir bekleyiş değil, aynı zamanda bir dönüşüm sürecidir. Bizi biz yapanın, içinde bulunduğumuz mekânlar değil, hayata karşı duruşumuz olduğunu da hatırlatır. Stefan Zweig’in Mecburiyet (Der Zwang) adlı eserindeki Ferdinand karakteri ile Viktor benzerlikler gösterirler. Ferdinand da sıkışıp kalır kendi iç dünyasındaki terminalde. Savaş karşıtı bir ressam olarak çağrıldığı askerliğe gitmek mi yoksa Paula’nın yanında kalmak mı?... Camus’nün Yabancı romanının baş karakteri Meursault de bir Terminal yolcusu değil midir? Viktor, terminalin duvarları içinde hapsolmuştur; Meursault ise toplumsal kuralların görünmez duvarları içinde sıkışmıştır.  

    Anten Çehov’un “Neredeyim ben, Tanrım? Etrafımda yalnızca pespayelik ve yine pespayelik. Sıkıcı, önemsiz insanlar, smetana çömlekleri, süt testileri, hamamböcekleri, aptal kadınlar... Pespayelikten daha korkunç, daha hakaretamiz, daha keder verici bir şey yok. Buradan kaçmak gerek, hemen bugün kaçmak, yoksa çıldıracağım!” dediği gibi haykırmıyor muyuz çoğu zaman? 

     

    Konuşsam Sessizlik Gitsem Ayrılık kitabında Yılmaz Odabaşı:  

    “Binlerce karınca tünemiş tenime, etime, iliklerime...  

    Ama yer yer de ten bedende ben neredeyim?  

    Bu kaçıncı gün?  

    Zaman nerelerde şimdi?  

    Saat kaç?  

    Hayır! 

    Saati sormuyorum  

    Ben çağımı unutmuşum çırılçıplak unutmuşum ...” derken bir Viktor çığlığı olmuyor mu?  

    Yeraltından Notlar kitabındaki isimsiz kahraman da “Neredeyiz Navorski?” sorusunu tekrar etmiyor mu “Ne kadar çok anladıysam, o kadar derinlere battım, sıkıştım kaldım.” böyle diyerek… 

    Tutunamayanlar’ın ana karakterlerinden biri olan Selim Işık da Navorski gibi, topluma, düzene ve insan ilişkilerine tam anlamıyla tutunamayan biri değil midir?  

    Yüzlerce örnek sıralamak mümkün.  

    Çoğumuz Tutunamayanlar romanında "Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok." Dendiği gibi içimizdeki terminalde oturup kalıyoruz. Bazen bir şiir bazen de bir türkü tutuyor ellerimizden. Neredeyiz sorusu birçoğumuzun gecelerinde beliren istifham oluyor.   

     

    Bir film karakterinden ne kadar da çok romana ve kitaba götürdün bizi Gökhan, diyebilirsiniz. Sezen Aksu’nun Eksik Şiir kitabında “Her insan biraz romandır, Kahramandır, Biraz yalandır.” dediği gibi diyorum. Filmleri izlerken de kitapları okurken de aslında hayat kumbaramda saklanan gözlerle göz göze geliyorum. Bakmayın arada onları çıkardığımı. Ben belleğimde hepsini kendimle sıkışıp kaldığım dünya denilen bu terminalden ahirete götürüyorum. Kırgın olsam da bazılarına büyük çoğunluğunu çok seviyorum. 

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.