|   | 
  • Cevahir Kadri

    Sanatçının Çok Sesli Bir Ölümü

    Sanatçı; varlığı, olayları, olguları, hayatı, evreni kavrayış ve algılayış bakımından diğer insanlardan farklı bir konuma sahiptir. O, diğer insanların bakamadığı yerden bakan, durmadığı yerde duran, hak ve hakikate âşık ve âşina, hukuk ve adalete bağlı, onun tesisinin ve devamının yılmaz savunucusu, ön yargılardan, ön kabullerden uzak, hakkaniyetli bir insandır. İnsana insanca bakabilme, bir düşünceye körü körüne bağlı olmama, her türlü fikri tartışmaları akıl, mantık ve vicdan bağlamında yürütme gibi özellikleri sebebiyle o, entelektüel bir kimliğin sahibidir.

     

    Entelektüel kimliğe sahip bir insanın İslam’ın evrensel mesajını bilmesi, onları benimsemiş, hayatına hayat kılmaya çalışmış ve çalışan biri olması onun toplum nezdinde hem sorumluluğunu hem de varlığının önemini daha da artırır. O, bütün insanların hayatını “âdetullah” kanunları çerçevesinde, âdilane ve özgür biçimde yaşanmasını diler ve buna karşı geliştirilebilecek bütün engellerin karşısında yer alarak hakkaniyetli bir duruş sergiler. Bu, entelektüel olmanın, olmayı hedeflemenin bir gereğidir.  Entelektüel olmak bir duruş ve kavrayış meselesidir çünkü.

     

    Her sanatçının elbette kendine mahsus bir düşünce dünyası vardır. Bu düşünce dünyasını inşa etmek onun varoluşsal hayallerindendir. Sanatçı, olayların akışına kapılıp gitmez. Olayları kendi bakış, düşünüş ve anlayışı ile değerlendirerek varlığını, varoluş nedenlerini ortaya koyar.

     

    Gerçek sanatçı, bakış ve düşüncesiyle ortaya koyduğu dünyayı inşa sürecinde de hakkın, hukukun ve adaletin yanında yer alır. Kendi fikirlerini topluma mal etmesi, yönetim bazında hayata geçirilmesi karşılığında başkalarına zulmedilmesine sessiz kalamaz, kalmamalıdır da. O söz, fiil ve davranışları ile haksızlıklara karşı çıkmak zorundadır. Çünkü o bilir ki adaletsiz bir dünya inşa edilemez, edilirse de o tez vakitte yıkılır. Bir sistemler toplamı olan devletin devam ve bekası ancak ve ancak adil bir yönetimle mümkündür. İşte bundan dolayıdır ki bütün zamanlarda “Adalet mülkün temelidir.” denmiştir.

    ***

    Geçtiğimiz günlerde (23.7.2022), hastanede tedavi görmekte olan, öykücü, yazar, “Yedi Güzel Adam”ın yedincisi Rasim Özdenören her fani gibi emr-i Hak vaki oldu, rahmet-i Rahman’a kavuştu. Allah rahmet eylesin.

     

    Her kim olursa olsun vefat eden için yaptıkları, yapmadıkları ve yapamadıkları ile sınav bitmiştir; o tastamam, Allah'a emanettir artık! Bu, hiç şüphesiz Rasim “abi” için de böyledir!.. Çok sevdiğim edebiyat öğretmenliği mesleğini icra ettiğim yıllarda kitaplarını hem okudum hem de okuttum; mesleğinin erbabı arkadaşlarımla da bazı eserlerini yer yer müzakere etme imkânı buldum.

     

    Onun ilk okuduğum eseri, yanılmıyorsam, “Kafa Karıştıran Denemeler (1987)”iydi. Deneme türünde kaleme alınmış olan bu eserde bazı kelime ve kavramları yazar, kendi bakışı ve anlayışı ile değerlendirme ve izah etme yoluna gider. Aynı tarzı, “Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler (1985)”inde görürüz. Eser, adından da anlaşılacağı üzere Müslümanın, toplumsal hayatı gibi düşünce hayatının da karmaşıklaştığı bir dünyada "Müslümanca düşünme"nin imkân ve yöntemi aramasının gerekliliği üzerinde durur. Ayrıca Müslümanın önünde duran “İslam konusunda yeterli "malumat"a sahip olmak, Müslümanca düşünmek için yeter mi? İslam'ın özü ve bütünüyle kaynaştırılamayan bilginin, düşünme etkinliğini oryantalist bakış açısına mahkûm etmesi kaçınılmaz olmayacak mı?” gibi sorulara cevap arar.

     

    Eserlerine bütüncül bir nazarla bakıldığında Özdenören’in daha çok, deneme türünde eser verdiğini görürüz. Deneme türünde yayınlanmış kitapları arasında yukarıda sayılanların dışında Eşikte Duran İnsan (2000), İki Dünya (1977), Yaşadığımız Günler (1985), Ruhun Malzemeleri (1986), Yeniden İnanmak (1987), Müslümanca Yaşamak (1988), Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı (1987), Red Yazıları (1988), Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti (1996), Ben ve Hayat ve Ölüm (1997), Acemi Yolcu (1997), İpin Ucu (1997), Çapraz İlişkiler (1987), Kent İlişkileri (1998), Yüzler (1999), Köpekçe Düşünceler(1999), Eşikte Duran İnsan (2000), Aşkın Diyalektiği (2003), Yazı İmge ve Gerçeklik (2002, Düşünsel Duruş (2004), Siyasal İstiareler (2009) vardır.

     

    Özdenören, bir denemeci olduğu kadar öykücü ve romancıdır da. Öyküleri arasında Hastalar ve Işıklar (1967), Çözülme (1973), Çok Sesli Bir Ölüm (1974), Çarpılmışlar (1977), Denize Açılan Kapı (1983), Kuyu (1999), Hışırtı (2000), Ansızın Yola Çıkmak (2000), Toz (2002), İmkânsız Öyküler (2010) vardır.

     

    Roman türünde verdiği tek eseri, "Gül Yetiştiren Adam"dır. Bu eserinde, Cumhuriyet Dönemi batılılaşmanın ve tek parti iktidarının toplumdaki yansımalarını bir şehrin penceresinden ele alarak anlatmaya çalışır.

     

    Çok fazla bir yekûn tutmasa da Özdenören’in yıllar öncesine ait çalışmalarının bir parçası olan çeviri eserleri de var. Özellikle son yıllarda ülkemizde de çokça okunan, George Orwell’ın “Hayvan Çiftliği”ni 1964’te, 1967’de Mevdudi’nin “İslâm’da Devlet Nizamı”nı ve 1972’de de Selim A. Sıddıkî’nin “İslâm Devletinde Mali Yapı” adlı eserini çevirmiştir.

     

    Her sanatçı dünyaya, hayata, olaylara, eşyaya, sanata bakışı itibariyle adını duyurabilmesi ve adından söz ettirebilmesi için sosyal ve düşünsel çevreye ihtiyaç duyar. Bu çevreyi, kelebeğin kendi kozasını örmesi gibi çoğu zaman sanatçı kendisi oluşturur. Özdenören bu çevreyi Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Mehmet Akif İnan, Alaeddin Özdenören ve Ersin Gürdoğan ile birlikte 1976 yılında kurdukları ve 1990’lara kadar yayın hayatına devam eden Mavera dergisi ile oluşturur. Derginin şairlerden Cahit Zarifoğlu’nun “Yedi Güzel Adam” şiiri bu tanınmışlık sürecine efsanevi bir katkı sunar. Siyasi iktidar ile ortak paydalarının çok olduğu bu dönem de onların topluma mal olma süreçlerinin derin katalizörlerindendir. Bu bağlamda, TRT’de “Yedi Güzel Adam” ismiyle bir de dizi çekilip yayımlanır.  Özdenören, “Yedi Güzel Adam”ın son temsilcisiydi.

     

    Gül Yetiştiren Adam” ifadesi bugün, romanın ismi kurgusunu aşarak popülerleşmiş, yazarın ismiyle âdeta özdeş hâle gelmiştir. Romanı hiç okumamış olanlar onun erdemli, ahlaklı, dindar bir nesil yetiştirmekle alakalı bir kurgusunun olduğunu zanneder. Gerçeği öğrenen okurda şaşkınlık hâli baş gösterir!

     

    Gül, düşünce ve edebiyat dünyamızda, bir remiz ve bir sembol olarak Hz. Peygamber Efendimizi (sallallahu aleyhi vesellem) işaret eder. Gül yetiştirmek de mecaz olarak İslam’ı özümsemiş, evrensel, millî ve ahlaki değerleri benimsemiş nesillerin yetişmesi ve yetiştirilmesi olarak zihinlerimizde yer alır.

     

    Kelimelerin anlam dünyasından olduğunca istifade etme yolunu seçen yazar, onu gerçek ve mecaz bütün anlam katmanlarından çağrışımlar yakalayabilecek şekilde kullanma yoluna gider. Romana “Gül Yetiştiren Adam” isminin seçilmesi bu anlamda önemli bir tercihtir. Çünkü olan gerçek anlam, zihinlere dolan ise mecaz anlamdır.

     

    Romanın kurgusunun/içeriğinin temiz, dürüst, ahlaklı, erdemli, insan hak ve hukukuna saygı gösteren, adil nesillerin yetiştirilmesiyle herhangi bir ilişkisi yoktur. Romanın kahramanı her türlü haksızlık ve zulümlerin yapıldığı sırada onlarla mücadele etmek yerine köşesine çekilip kendini toplumdan soyutlayarak bahçe işleriyle uğraşan, kendi hâlinde, kendi dünyasını yaşayan giyim kuşamıyla dinine bağlı gerçek bir bahçıvandır. Bundan dolayı gerek sosyal medyada gerekse yazılı ve görsel medyada ilgili ilgisiz çevrelerin yazarı “Gül Yetiştiren Adam” olarak anlatma çabasını haksız bir nitelendirme olarak görüyorum.

     

    Sanatçının düşünceleriyle çevresinde ördüğü, oluşturduğu sosyal ve düşünsel çevresi, bir bakıma da “mahallesi” onu bir bayrak gibi daha büyük kitlelerce tanınmasını sağlar. Bu durum bir bıçak sırtına döner bazen sanatçı için. Bu, aynı zamanda sanatçının daha evrensel bir isim olarak anılmasının önündeki en büyük engeldir de. Sanatçı, “mahalle”sini küstürmemek, “mahalle”nin duymasını istediği sözleri söylemek, istemedikleri için de sessizliğe bürünmek zorundadır. Nitekim öyle de oldu.

     

    Rasim Özdenören adı yaklaşık bir ay kadar önce Çapa Tıp Fakültesi mezuniyet töreninde mezunlar adına konuşan Merve Nur Uçar’ın “Hem bu deveyi güdecek hem bu diyarda kalacağız! Çünkü deve de bizim, diyar da.” sözlerini alıntılaması ile sosyal medyada gündem oldu. Konuşmanın bağlamından koparılarak doktorların daha iyi çalışma koşulları için yurt dışına gitmeleri bağlamıyla paylaşılan bu sözler, hem öğrenciyi hem de Özdenören’i bir kesimin, muktedirlerin taraftarı yaparak entelektüel duruşa halel getirmiş oldu.

     

    Zulüm bizdense, ben bizden değilim.” diyerek Filistinlilere uygulanan İsrail şiddeti ve barbarlığı karşısında dik durarak bedenini buldozere siper eden ve “o dik duruşuna inat omurgası kırılarak” öldürülen Rachel Corrie duruşunu, merhum Özdenören’de ve onun gibi düşünen birtakım “İslamcı” düşünceye sahip yazarlarda, düşünce dünyalarına paralel bir iktidarın uygulayageldiği haksızlık ve hukuksuzluklar karşısında göremedik. Kendisinin, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu Üyeleri arasında yer alması dolayısıyla o kurullarda bir “aydın” olarak haksızlıkları dile getirip getirmediğini bilmiyoruz. Ama şu da bir gerçek ki getirmiş olsa idi bunun ipuçlarını yazılarında görmek mümkün olurdu.

     

    Sanatçının ölümü elbette düşüncesini paylaşan, kitaplarını okuyan, sanatçı ile aynı düşünce toplulukları içerisinde yer alan kesimleri derin üzüntüye boğmuştur. Hakkında yazılanlara bakıldığında lehinde olanı var olmayanı var; böyle olması da anormal bir durum değil. Gerekçesi herkesin kendinde saklı olmak üzere seveni de olacak sevmeyeni de, nesnel gerekçelerle gerçeği ifade edenleri de.

     

    Prof. Dr. Ali İhsan Kolcu Hoca, Facebook hesabından “Rasim Özdenören vefat etmiş. Tanrı taksiratını affetsin. Yedi Güzel Adam ve Gül Yetiştiren Adam palavralarının son üyesiydi. Vasatın da çok altında sözde eserler bırakıp göçtü. Siyasi konjonktürün rüzgarıyla haketmediği birçok ödül de aldı. Daha kötüsü düşük profilli birçok akademisyen hakkında kitaplar yazdı, tezler yönetti. Kimse eserlerindeki edebi ve estetik değerleri ortaya koyamadı; çünkü yoktu...” ifadeleriyle yazara yönelik eleştirilerini paylaşmıştır.

     

    Diğer hususları bilemem ama yukarıda da işaret ettiğim gibi hayatını eğitim-öğretime adamış, yeni nesillerin yetişmesi yönünde bireysel ve kurumsal çabalar sarf etmiş anlamında “gül yetiştiren adam” olarak anılması hakkaniyet çerçevesinde doğru olmaz, hakikate de haksızlık olur. Çünkü bu, bir eserine ad olarak seçilmesinden başka bir şey değil.

     

    Sanatçı için ölüm zili, biri vicdanlarda biri de kendi bedeninde olmak üzere iki defa çalar. Eserleri sanat ve edebiyatın nitelikleri açısından önemli derecede yetkinliğe sahip olsa da bir sanatçı, evrensel insan hak ve özgürlüklerine, hak, hukuk ve adalete sahip çıkmaz ve haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliklere karşı koyamazsa vicdanlarda çoktan ölmüştür o. Bu, onun için birinci çalan zildir, ikinci zil ise her canlı gibi ruhunun bedenini terk etmesi ile çalar.

     

    Emri hak vaki oldu, fani emanetini Allah’a teslim etti. Sınav sona erdi; kâğıtlar geri verildi. Şimdi cevaplarla yüzleşme vakti. Sıra cevapların doğruluğunda, yanlışlığında veyahut da boş bırakılan sorularda!..

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.