Bir ailenin sevgisi, hayatın en büyük lütfudur.
E.Burrows
“Çocuklarınızı sevmenin en iyi yolu onların annelerini sevmektir.” (Anonim)
Bir insanın kişiliğinin en derindeki çekirdeğinden kavramanın tek yolu sevgidir. Sevmediği sürece hiç kimse başka insanın özünün tam olarak farkına varamaz. Kişi sevme yoluyla karşısındakinin potansiyelini görür ve gerçekleştirmesine yardımcı olur.
Latince “educare” fiilinin “içeridekini dışarı çıkarma” gibi bir anlamı vardır. İngilizce “eğitim” education anlamına gelen bu kelime, Victor Frankl’ın girişteki sevgi tanımıyla birlikte düşünüldüğünde; çocuğa gösterilen sevginin, çocuğun potansiyelini ortaya çıkaracağını düşünebiliriz. Sevgi; bir insana sevgi duymayı, onu yakından tanımayı, onu anlamayı ve onunla olmaktan mutlu olmayı gerektirir. Bu pencereden sevdiği çocuğun ihtiyacı olan bir olgudur.
Anne babanın göstereceği sevgi ve ilgiyle büyür ve serpilir çocuk. Sevgi ve ilgiyi ilk duyduğu andan itibaren hisseden çocuğun sevilmediği durumlarda duygusal ve fiziksel gelişiminin duraksadığı görülür. Zira sevgi; sevilen insanı canlandırmak, onun yaşam sevincini arttırmak demektir. Bu sevgi sadece çocuğu canlandırmaz aynı zamanda anne babayı da canlandırır.
Karakter oluşumunda en önemli şey; çocuğun ilk yıllarındaki insanlara ilişkilerdir” der Eric Fromm. Bu ilişki çerçevesinde anne babanın çocuğuna göstereceği sevgi bu karakterin temelini oluşturacaktır.
Anne babası tarafından sevilen çocuk hayat boyu mutlu olacaktır. Hayatının en önemli döneminde gördüğü sevgi çocuğun özgüvenini, öz saygısını ve kendine duyduğu sevgiyi artırmıştır. Bu sayede çocuk yaşıtlarından hep birkaç adım öndedir.
Sevgi alan çocuğu tanımak kolaydır. Çünkü sevgiyle dost olmuş ve bu sevgiyi kendi çevresine ve dünyaya yansıtmıştır. Öyle ki anne babasının sevdiği çocuğun gözlerinin içi güler. O sevgi ve güveni çevresinde hissettirir.
Oysa anne babasının ihmal ettiği sevemediği çocuk öyle değildir. Gözlerinin feri yoktur sevilmeyen çocuğun. Hayat enerjisi daha düşüktür. İlkokulda sessiz, bir köşede oturan bir çocuk varsa işte bu odur. Anne babasının farkında olarak veya olmayarak sevgisini hissettiremediği bir gariptir o.
Duygusal yönden ihmal edilen bu çocuğun duygularına hiç ilgi verilmemiştir. İlgi ve alaka hep yüzeyde, hep maddede kalmıştır. Gelir seviyesi yüksek ailelerde daha çok rastlanır bu çocuklara. Her şeyi vardır çocuğun. İstediği her şeyi karşılanmıştır. Ama en çok ihtiyaç olanı alamamıştır. Bu yüzden bir şeyler hep eksik kalacaktır, bir türlü tam olamayacaktır. Yıllar sonra terapi odasında “hocam keşke hiçbir şeyim olmasaydı da anne babam bana sevgilerini gösterselerdi”, “bir kere babam bana sarılsaydı” diyecektir bu çocuk.
Sevgi görmeyen çocuk, yaşamın ilk yıllarında sevmeyi öğrenmediği için kolay kolay kimseyi sevmeyecektir. Çünkü daima kaybetme korkusuyla yaşar. Dünyaya geldiği anda (en yakın bulduğu kimseyi) anneyi sevmek istemiş, karşılık göremeyince de “hiç kimseyi sevmemeye “karar vermiştir. Bu sevilmeyen çocuk hayatı boyunca “neden beni sevmediler” sorusunu soracak ve kendini yetersiz, değersiz ve sevilmeyen biri olarak görecektir.