Devlet’in “sınıf anneleri” uygulamasına karşı savaş açtığını, geçen gün, haberlerden öğrendim. Günaydın.
İnsan fıtratını doğru okuyabilmek ve ayakları yere basabilmek, birey açısından da toplum açısından da inkâr edilemeyecek derecede önemlidir. Yani psikoloji açısından da sosyoloji açısından da önemlidir. O zaman doğru rotalar belirlenebilir, doğru uygulamalara yelken açılabilir. Ancak fıtratı okumak için, önce onu okumayı istemek gerekir. Bazı ot kafalar, bırakınız istemeyi, bu gerçeğin farkında bile değildirler. Onlara sözüm olamaz, çünkü kapasiteleri itibariyle mâzurdurlar. Ama diğer kitle sorumludur. Hem kendi adına hem de toplum adına sorumluluklarını yerine getirmelidir. Aksi takdirde pek çok bakımdan çamura bulanır, sıkıntılarla, acılarla boğulur, mesut ve bahtiyar olma hakkımızı yitiririz. Ve sorunlarla kördüğüm oluruz. Devlet de bunu böylece bilmelidir. Eğitimciler de bu gerçek doğrultusunda hareket etmelidirler.
Fıtratı doğru okumayı başarabilenler bilirler; insan fıtratına, bencillik gibi, öne çıkma ve beğenilme tutkusu gibi, bizim olanı kayırma takıntısı gibi, hırs gibi, rekâbet gibi, haset gibi ve ama tembellik gibi çeşit çeşit zaaflar takılmıştır. Bunları ve bunlarla mücâdele yollarını öğrenmeli, bilmeliyiz ki topyekûn mutluluğumuz elden kaçmasın. Deve kuşunu oynamakla kendimizi de kurtaramayız. Örgün ve yaygın eğitimin temel ünitelerinden biri bu olmalıdır.
Evet habere göre, “sınıf anneleri” uygulamasından kaynaklanan nâhoş durumların, sıkıntıların, çarpıklıkların farkına varılmış ve uygulama yasaklanmış. Tek yönden bakıldığında mâsum ve haklı bir karar gibi görünüyor. Fakat kaş yapayım derken göz çıkarmamak da lâzım. Gerçekçi olmak; hem nalına hem mıhına vurmak lâzım. İşte bu, birey olarak da toplum olarak da devlet olarak da hiç mi hiç başaramadığımız bir olgudur. Çünkü “ölçü” ve “hakperestlik”i yitirmiş durumdayız. Dilerim tarafların hepsi ayaklarını yere basar, gerçekleri görür ve ifrattan da tefritten de uzak dururlar.
Ben, maalesef hiçbir cenah tarafından sevilmeyen, istenmeyen bir adamım. Çünkü nalına da mıhına da vururum. Asıl konumuz veliler ve okul anneleri ama isterseniz yöneticilerden ve öğretmenlerden başlayayım vurmaya:
Öncelikli amacı topluma hizmet olan, öğrencilerinin dertlerini kendilerine dert edinen idarecileri ve öğretmenleri saklı tutmak kaydıyla (Şükürler olsun ki böyle eğitimciler hâlen daha mevcut.) şunu söylemek zorundayım: Ben de öğrenci velisi bir anne olsaydım, sınıf annesi olmaya soyunur, öğrencilerin ve bu arada kendi çocuğumun mağduriyetlerini ortadan kaldırmak için var gücümle çalışırdım. Çünkü pek çok öğrencinin, idarecilerin ve öğretmenlerin ihmalkârlıkları, hatâları, suçları nedeniyle ve aile terbiyesinden yoksun diğer öğrencilerin cürümlerinden dolayı mağdur oldukları, bir gerçektir. Okullarda, bırakınız branş yetersizlikleri ve yöntem hatalarını, sınıf içi ve okul içi disiplini sağlama konusunda bile yaya kalınmaktadır. Gerçi Cumuk yasasını andıran mevzuatla ellerinin kollarının bağlandığı inkâr edilemez ama yine de eğitimciler sorumludurlar. Örneğin, “akran şiddeti” mi diyorlar adına, öğrencilerin, akranları tarafından şiddet görmeleri önlenebiliyor mu? Anneler babalar müdahale etmesin de ne yapsınlar! Davar sürüsü gibi olsunlar da hiçbir olumsuzluğa itiraz etmesin, hiçbir suçludan hesap sormasınlar mı? Örgütlenmesin de ne yapsınlar! Aralarından bir sınıf annesi görevlendirmesin de ne yapsınlar! Yani bu uygulama, gerçekten de bir ihtiyaçtan doğuyor. Doğru olan davranış ise; uygulamayı kaldırmak değil, disipline etmektir bence. Köpeksiz köyün riskleri vardır mutlaka ama terbiye edilmemiş köpekler, kendi köylerine de zarar verirler.
15 yıl öğrencilik, 35 yıl eğitimcilik yapmış ve üç çocuk okutmuş, konuyla ilgili çok sayıda eser okumuş ben, eğitim mevzuatı hakkında, eğitim kurumları hakkında, okul yöneticileri ve öğretmenler hakkında pek çok şey söyleyebilirim. Bazı güzel örnekler, uygulamalar aktarabileceğim gibi bir sürü olumsuzluklar da sıralayabilirim. Buna hakkım var. Ancak, şimdi benim asıl konum, öğrenci velileri ve sınıf anneleridir.
Yazıma başlarken belirtmiştim; insan fıtratı, artısıyla eksisiyle bir realitedir. Bunu yok sayamayız, görmezden gelemeyiz. Öyleyse insanı ilgilendiren her konuya bu açıdan bakmak, rotamızı ve kararlarımızı buna göre belirlemek zorundayız. İnsan fıtratındaki zaafları siz de biliyorsunuz, sayıp dökmeme gerek yok. Öğrenci velilerinin zaaflarını da annelerin zaaflarını da biliyorsunuz. Okul annelerini değerlendirirken işte bu gerçekleri göz ardı edemeyiz.
Bazı insanlar, fıtratlarındaki zaaflarla mücadele etmeyi ve onları etkisiz bırakmayı başarabilirler fakat çoğumuz bu konuda lastik patlatmaktayız. İnsanda, öne çıkma, görünme eğilimi vardır. Bir! İnsanda, hükmetme, sözünü dinletebilme eğilimi vardır. İki! İnsanda ve özellikle de annelerde, evlâdını üstün görme ve kayırma eğilimi vardır. Bir anne kuşun, okulda bulunan yavrusuna götürmesi için anne kargaya emanet verdiği yiyeceğin başına gelenleri bilirsiniz. Üç! İnsanda, çıkarcılık ve hakkına razı olmama eğilimi vardır. Dört! İnsanda, çıkarına engel olanlara karşı düşmanlık (adâvet) duyma eğilimi vardır. Beş! İnsanda, yanlışını kabullenmek yerine kabahati başkasında arama eğilimi vardır. Altı! Câhil insanda, cehlini kabullenmeme ve ukâlâlık etme zaafı vardır. Yedi! Daha sayayım mı?
Siz şimdi tutun, bu zaaflarla mâlül bir kadını sınıf annesi yapın... Aklı ermese de üstüne vazife olmasa da her konuya burnunu sokacaktır. Okul yönetiminin ve öğretmenlerin yetkilerini eleştirmeğe kalkacaktır. Tekliflerini, kararlarını kabullenmeyenlere düşmanlık duyacaktır. Yanlışlık ya da haksızlık bulunduğunu zannettiği konularda ilgililere savaş açacak ve diğer velileri etkilemeğe çalışacaktır. O durumlarda, şirretliğiyle ilgilileri ürkütecektir. Bütün projeleri ve hamleleri, eksene kendi çocuğunun çıkarlarını koyarak yapacaktır. Çocuğuna iltimas yaptırabilmek için öğretmen(ler)in kankası ve yağcısı olacaktır. Kraldan çok kralcı olacaktır. Veliler arasında ikilik çıkarabilecektir. Yani kısacası, faydasından çok zararı bulunan bir fitne kaynağı olacaktır. Bütün bunlar olmayabilir de. Fakat olan örnekler öylesine çoktur ki. Devlet baba da ilgili kararı alırken öyle örneklerden hareket etmiş olabilir.
Yıllar öncesinde, çocuğum ilkokul dördüncü sınıf öğrencisiyken başıma gelen bir öğretmenler günü kutlamasını anlatayım örnek olarak:
Sınıf annesi kadın, bayan öğretmenimize hediye olarak altın almayı planlamış. Bu organizasyona katılmak isteyenlerin katkı paylarını da belirlemiş. Öğretmenle önceden paslaşmışlar mıdır, sadece kendi düşüncesi midir, bilmiyorum. Diğer bütün velilerin haberleri ve rızaları var mıydı, bunu da bilmiyorum. Bir öğrenci velisi olarak benim fikrimi soran olmadı. Benim gibi projeden habersiz başka velilerin de bulunduğunu düşünüyorum. Hattâ belki haberi olup da kabullenmeyenler de vardı aralarında. Neyse, sonunda proje bana da duyuruldu ve emrivâki şeklinde katılıp katılmayacağım soruldu. Olumlu cevap vermedim. Ben eğer öğretmene bir hediye verilmesini düşünürsem, bunu bizzat çocuğum eliyle yapmalıydım. Projeye katılmayan benden başka veliler de olmuş.
Kadının öğretmenler gününde yaptığı hediye verme uygulamasını tahmin etmişsinizdir: Hediye altın(lar)ı ve katkısı bulunan öğrencilerin isim listesini, öğretmene sınıfta bizzat kendi eliyle teslim etmiş. Sonra da teker teker çağırarak, listede ismi bulunan öğrencilere öğretmenin elini öptürmüş. Öğrenciler açısından doğan sonucu anlayabiliyorsunuz, değil mi? Bilmem ki siz de benim gibi kusma isteği duyuyor musunuz şimdi? Lânet olsun! O kadına da o öğretmene de.
Çok merak ediyorum: Acaba, bu kadın, çocuğu mezun olduktan ve yani öğretmenle yolları ayrıldıktan sonraki herhangi bir öğretmenler gününde öğretmeni arayıp da gününü tebrik etmiş midir?
Bu olaydan bir gün sonra, yani bir gün gecikmeli olarak ben de bir öğretmenler günü hediyesi yolladım öğretmen hanıma: Saksı içinde canlı bir kaktüs bitkisi. Umarım, her öğretmenler gününde hatırlıyordur çocuğumun götürdüğü o hediyeyi.
Konunun bir başka yönü:
Çamaşır makinesi çamaşırları yıkıyor. Kurutma makinesi, ütüye gerek bırakmayacak şekilde çamaşırları kurutuyor. Kaldı ki akıllı-otomatik ütüler de mevcut. Bulaşık makinesi bulaşıkları yıkıyor. Akıllı süpürge evi süpürüp temizliyor. Telefonla hazır yemek getirtmeniz mümkün. Dondurulmuş paket yiyecekleri mikrodalga fırınlar ânında hazır ediyor. Düdüklü tencereler, akıllı fırınlar, firitözler yemeği pişiriyor. Akıllı çaycılar çayı demliyor. Akıllı kahve makineleri kahveyi yapıyor. Akıllı ızgaralar, akıllı rondolar, mikserler, rendeler, daha bilmem neler... Çalışan kadınlara pek bir şey diyemem belki ama ev kadınları işsizler! İşsiz ve gailesiz. Yorgunlukla hiç tanışamıyorlar ve kamyonlar dolusu boş zamanları var. Kitap mı okuyorlar? El işleriyle, el sanatlarıyla mı uğraşıyorlar? İbâdetle mi meşguller? Kocalarını mutlu etme telâşı içinde midirler? Muhtaçlara, hastalara, yaşlılara yardım için mi koşuşuyorlar? Kendi annelerinin, babalarının dualarını alma çabası mı gösteriyorlar? Belki de öyledirler, bilmiyorum. Bütün bu çalışmalardan(!) geriye kalan vakitlerini de çocuklarının okullarına ayırmalarını, sınıf annesi olmalarını alkışlamamız gerekmez mi?
Yatılı bir özel okulda çalışıyordum. Yatılı okuyan kız öğrencilerimiz de vardı. Onların annelerini de tanımak durumundaydım tabiatıyla. Öğrencilerimize iki haftada bir evci izni veriyorduk ama buna rağmen bir anne, sık sık okulumuza geliyordu. Özel otomobiliyle 80-90 kilometre yol katederek. Ev hanımı olan bu annenin otomobili, lüks bir otomobildi. Kendi üzerinde de markalı, pahalı giysiler oluyordu. Ve çok dikkatimi çeken husus, güneş gözlüğüydü. Belki de pahalı bir gözlük olduğu için iç mekânlarda dahi hiç ayrılmıyordu ondan. Pahalı olduğu için! Tabi canım, gözlüğü bir aksesuvar niyetiyle kullanıyor olamazdı ya! Fakat, içeride güneş bulunmadığından, gözlerinde değil de saçlarında duruyordu gözlük. Her gelişinde kurabiye, pasta, börek cinsinden yiyecekler getiriyor, kantinde kızıyla, kızının arkadaşlarıyla yiyorlardı... Neden anlattım bunları? Ben de bilmiyorum. Sınıf annelerinden söz ettik ya, aklıma geliverdi işte. Allah’tan ki bizim okulumuzda sınıf anneliği uygulaması yoktu.
Vesselâm.
Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.
R. Serdar ÖZMİLLİ