Tarihten, dünyadan habersizsek, tarihi ve tecrübeleri değerlendirmeyi beceremiyorsak, karanlık bir yolda bastonsuz yürümeye çalışmaktayız demektir. Yetkililer bu realitenin mutlaka farkındadırlar ve umarım gereğini de yapmaktadırlar. Biz, kaldığımız yerden kendi işimize devam edelim:
Öncelikle şu üç hususa tekrar dikkatinizi çekmek istiyorum:
1-Tarih, ibretlik tekerrür(ler) ile doludur. Tarihe kıçımızı dönersek, çok şey kaybederiz. İBRETLİK diyorum, dikkat buyurunuz; İLLE DE AYNEN ALIP TEKRAR KULLANALIM demiyorum. Çünkü bütün tarihler; doğruların, güzelliklerin olduğu kadar, yanlışların ve çirkinliklerin de yansıdığı birer aynadır.
2- Kaçınılmaz gelişmelerle, zaman ve insan değişmiştir. Anlayışlar, algılar ve beklentiler değişmiştir. Örneğin bugün öğretmenlik, ciddi biçimde m a a l e s e f ağırlıklı olarak teknik bir meslek hâline gelmiştir.
3- Kaynak metinlerde geçen muallim-müderris kavramlarının anlaşılması hususunda yanlışlık yapmamalıyız. Müderris’in yüceltilip, muallim’in onun gölgesinde bırakılmasına kesinlikle karşıyım. Örneğin, eğitimci olmak açısından, üniversite hocası mı yoksa anaokulu öğretmeni mi diye ayrım yapmak, gerçekten ahmaklık olur. O dönemde okulların yapılanması, şimdi olduğu gibi “ana okulu, ilkokul, orta okul, lise ve yüksek okul şeklinde değildi. Liseyi de medrese kapsamında düşünmemiz gerekir. ABD’de biliyorsunuzdur, PROFESÖR kelimesi, yalnızca üniversite hocalarına münhasır değildir. Bu arada, bizim üniversite hocalarımız hakkında Rahmetli Topçu’nun değerlendirmelerini okumanızı tavsiye ederim.
{{{Alparslan devrinde temelleri atılan Nizamiye Medreseleri’nde de müderrisler, vazgeçilmez ve en önemli unsur olma vasıflarını korumuşlardır. Müderris, birçok zaman, bir medresenin ‘sebeb-i hikmeti’ olmuştur. Bir medresenin seviyesini tayin edici en önemli faktör, müderrislerin seviyesi olmuştur. Müderrisler, daima devrin seçkin âlimleri ve büyük üstadları arasından seçiliyordu. Seçimlerinde, ehliyet ve tecrübe dışında meselâ yaş gibi yan şartlar aranmazdı. Muid’lik uygulaması, müderrislerin hazırlanması aşamasında çok işlevsel bir basamaktı. Bugünkü ‘doçentlik’e benzetilen muidlik kurumu, müderris olacaklar için önemli ve esaslı bir yetişme yöntemi idi. Tayin edilen müderrisler için görev süresi sınırlı değildi, ölünceye kadar görevde kalabilirlerdi. Kadı ve müftülerin de bir ek iş olarak medreselerde ders verdikleri olurdu.
Kaynaklardan anlaşıldığına göre, Alparslan devrinde âlimlere ve müderrislere büyük bir saygı ve sevgi gösterilmekte idi. Bunu kanıtlayan birçok belirti vardır. Her şeyden önce, “...nerede bir ilim adamı bulunursa, onun adına bir medrese bina edilmesi ve ona bir vakıf tesis edilerek bir de kütüphane kurulması...” ilim adamlarına verilen en yüksek değere delildir. Diğer taraftan müderrislerin, zaman zaman devlet başkanları arasında elçilik gibi çok önemli bir işle görevlendirildiklerini de görürüz. Onlara ilim ve fikir hürriyeti tanındığı, programlarına müdahale edilmediğini de görürüz. Âlimlere sağlıklarında gösterilen bu derin saygı ve sevgi, ölümlerinde de büyük bir üzüntüye dönüşürdü. Meselâ; Nizâmülmülk, Ebû İshak eş-Şîrâzî’nin ölümü üzerine medreseye yeni müderris tayinini uygun görmemiş ve Nizâmiye Medresesi’nin bir yıl kapalı kalması gerektiğini söylemiştir (İbnü’l-Esîr, X, 132-133). Yine El-Cüveynî’nin ölümünden sonra 400 kadar öğrencisinin kalem ve hokkalarını kırdığı ve bir yıl ders yapamadığı kaydedilmektedir (İbn Kesîr, XII, 137). Nizâmülmülk, Ebû Bekir eş-Şâşî’yi Gazne’den Herat’a tayin ettiğinde halkın çok üzüldüğü bildirilmektedir (Sübkî, IV, 190).
Ama tabi, bu saydıklarımızı tüm âlim ve müderrisler için genellemeye kalkarsak, ileri giden bir iddiada bulunmuş oluruz. Herhalde, bu derece itibar görenlerin sınırlı oldukları düşünülebilir.
Nizamiye Medresesi müderrislerinin aldıkları ücretler düzenli yürüdüğü gibi miktarı da yüksekti. Ancak; daha önce böyle bir ücret düzeni görülmediğinden ve “...ilme hizmet ve sevap kazanma arzusu dışında âlimleri harekete geçiren bir saik olmadığından...” Maveraünnehir ulemâsı, Bağdat Nizamiye Medresesi’nin açılış haberini alınca “ilim matemi” tutmuşlar ve şöyle demişler: “Şimdiye kadar ilimle, şerefinden dolayı onu takdir eden ve onunla kemâle ermek maksadını güden yüksek hizmet erbâbı ve temiz şahsiyetler meşgul olurdu. İlme bir de ücret karışırsa, artık bayağı kimseler ve tembeller ona yaklaşacak, bu ise onun değerinin düşmesine ve zayıflamasına sebep olacaktır.” Fakat öğretmenlerin ücret almalarının haram olmadığı, hattâ faydalı olduğu görüşü daha çok savunulagelmiştir. (Ahmet Çelebi; İslâm Eğitim Öğretim Tarihi)
Müderrislerin ücretleri, görev yaptıkları medresenin vakfının gelirine göre değişmekteydi. Müderris bu vakıfların mütevellisi ise bunun için vakfiyede kendisine bir ücret tahsis edilirdi. Meselâ Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin yaptırdığı Salâhiye Medresesi vakfiyesine göre müderrisin maaşı aylık 40 dinardı; bunun yanında medrese vakıflarına nezaret ettiğinden ayrıca 10 dinar ödenir, günlük ekmek ve su ihtiyacı da karşılanırdı (Süyûtî, II, 257). Emîr Cemâleddin Medresesi’nde müderrisler aylık 300 (Makrîzî, el-Ḫıṭaṭ, II, 402), Nâsıriyye Medresesi’nde 200 (Makrîzî, es-Sülûk, I/3, s. 1046)dirhem ücret alırlardı. Bu ücretler zamana ve malî duruma göre değişiklik göstermektedir (Makdisi, s. 163 vd.). Bazan müderrislere ücretinin çok üstünde hediyeler verilirdi.
Müderrisler genellikle iyi yetişmiş, karakter sahibi kişilerdi. İhtiyaçları olsa da kimseden bir şey istemezlerdi. Kendileri için özel medreseler, hastahaneler inşa edilip mülkler vakfedildiği halde kendi emekleriyle geçinmeyi tercih edenler bulunduğu gibi çok zengin olup medrese yaptıranlar da vardır. Görevi hemen kabul etmeyenler ve uzun bir çabadan sonra ikna edilenler yanında müderris olmak için mezhebini değiştirenlere de rastlanmaktadır. Müderrisler arasında nâdir de olsa şiir, edebiyat, hat ve atıcılık gibi sanat ve spora meraklı kişiler de çıkmıştır.}}}
Ceddimizin öğretmene nasıl baktığı, verdiği değer görülüyor, değil mi? Fakat aynı zamanda öğretmenin, insan ve eğitici olarak hangi vasıfları taşıdığı da görülüyor. Ders çıkaralım, ibret alalım efendim. Vesselâm.
R. Serdar Özmilli