Şairin “Gittikçe artıyor yalnızlığımız.” (C.Sıtkı) dediği günlere erdik. Gün geçmiyor ki bir dostumuzun, bir arkadaşımızın, bir tanıdığımızın, bir gönüldaşımızın veya tanıdığımız bir şairin, edibin, sanatkârın bu dünya meskenine veda ettiği haberiyle karşılaşmış olmayalım!..
“Biz hep yaralı kuşları sevdik,/ sevdikçe iyileştiler,/ iyileştikçe uçup gittiler..'' (S.Berfe) dizeleri hangimizin gönlüne dokunmuyor ki!..
İki hafta önce de bir “hisli yürek” daha bu dünya yolculuğunu tamamlayarak ebedi âleme göç eyledi. Kim mi diye soracaksınız elbette. Her yaralı kalp için elbette bir yakın vardır bu tarihe denk düşen vefatlardan. Sonra “Her ölüm, erken ölüm” değil midir insan için.
Bu yazımızda biz, “Hayat hikâyem mi?/ Tarlaların kıyısındaki gelincikler” diye ömrün kısalığına imada bulunan şair Süreyya Berfe’den bahsedeceğiz.
Edebiyatımızın, şiir dünyamızın tarihî yolculuğunda şiir durakları vardır. Herkes her durakta durmak zorunda değildir. Şiirle uğraşan, şiiri meslek (geçim kaynağı değil) edinen herkes kendine yakın bulduğu duraklarda eğleşir.
Edebiyat tarihçileri onları, şiir yolculuğumuzu bir bakıma daha iyi kavramamız, anlayabilmemiz için bazı adlandırmalarda bulunmuştur. Tıpkı insanların “tanışıp bilişmeleri için” “kabile kabile, millet millet” yaratılması gibi. Edebiyat ve şiir yolculuğumuzu daha iyi anlayabilmek de bu şiir duraklarını gerçekten de iyi kavramakla mümkündür.
Bunlara bazen Yedi Meş’aleciler dedik dergileri hatırına bazen Beş Hececiler, şiirlerinde kullandıkları millî ölçümüz heceye izafeten. Bazen de çok “Garip” bulduk üç şairimizin şiirlerini “Garip” nam ile aynı kitapta toplayıp bir ön söz ile şiir poetikalarını/politikalarını ortaya koyan açıklamalarıyla yeni bir dönemin başladığının işareti sayarak.
Tekdüzelik, monotonluk ruha heyecan vermiyor, ruh yeni şeyler istiyor daima. Hayat devam ederken ruh o yeni şeylere, yeni şairlerle yeni bir durağın adını koyuyor: İkinci Yeni. Her bir “yeni” “eski”ye zıt, ona aykırı bir söylemle ortaya çıkıyor ister istemez, kendi varoluş sürecinin iyi kavranması, kendi varlığını tam olarak ortaya koyabilmesi için buna ihtiyaç duyuyor. Nihayetinde uzunluk, kısalık da bir başkasının boy durumuna göre belirleniyor. Bu da öyle!..
Günün, çağın, dönemin ihtiyaçları başka arayışlara sevk ediyor ruhları. Belki bunlar eşzamanlı olarak da devam ediyor. Hem niye etmesin ki!.. Herkesin fıtratı, ruhu ve idraki ayrı ayrı. Bu kez de karşımıza toplumun dertlerini kendi derdi bilen, yoksulluğun, yokluğun, eşitsizliğin, haksızlıkların, hukuksuzlukların varlığına, onların giderilmesine, ortadan kaldırılmasına insanların kimliklerine bakmaksızın haksızlıkla, eşitsizlikle mücadele edilmesi gerektiğini söyleyen, Marksist sol söylemi esas alan Toplumcu Gerçekçiler çıkar karşımıza. Bunlardan başka etrafında kümelendikleri dergilerle anılan Maviciler ve Hisarcılar da vardır bu şiir ve edebiyat durakları arasında.
Herkes aynı fıtratta, anlayışta ve duyuşta olmadığından benzer fıtrat, anlayış ve duyuşta olanlar eşzamanlı olarak bir araya gelip edebiyat ve şiir yolculuklarına devam ederler. Bunda fıtrata, akla ve sosyal gerçekliğe aykırı bir durum da söz konusu değildir.
Onu diyordum, Hikmet Süreyya Kanıpak’ı yani. Bildiğimiz adıyla da Süreyya Berfe’yi, hani, “Nasıl biri diye sorarlarsa; beni, baharı ve şiiri sever de.” diyen şairi anlatıyordum. Bir ayraç sonrası onu anlatmaya devam edelim.
Hayat hikâyesini “tarla kıyılarında açan gelinciklere” benzeten şair, Nermin Hanım ile Fransızca öğretmeni Metin Kanıpak’ın oğlu olarak 27 Ocak 1943 tarihinde İstanbul’da doğar. Babasının soyu bakımından Atatürk ile “kan bağı” söz konusudur ve “Selanik mübadili bir aileye” mensuptur.
Çocukluğuna ve ilköğrenimine dair bilgilere kaynaklarda ve eserlerinde pek yer verilmemiş. Ortaöğrenimini Çanakkale Lisesi’nde tamamlar, ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine iki yıl devam eder. Edebiyat ve felsefeye ilgi duyar, hukuk öğrenimini yardıda bırakır, aynı üniversitenin Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne devam ederek buradan mezun olur. Felsefe öğrenimi şiirine önemli bir katkı sunar, Macit Gökberk, Nermi Uygur, Teo Grünberg, İsmail Tunalı gibi önemli isimlerden dersler almıştır çünkü.
İstanbul’da bulunduğu sıralarda İkinci Yeni şairleriyle tanışır, dostluklar edinir. İlk şiir çalışmalarını bu anlayış doğrultusunda sürdürür. İlk şiiri, 1962 yılında Yön dergisinde yayımlanır.
1965’te yazdığı “Kasaba” adlı şiiri ve 1966 Türkiye Millî Talebe Federasyonu Kültür Yarışması’nda birincilik ödülü alır. Şair, bu şiirini Cemal Süreya ve Tomris Uyar’ın telkinleriyle yarışmaya göndermiştir.
Bu ödül onun adının edebiyat çevrelerince daha dikkatli takip edilmesini sağlar. Bu yıllara kadar şiirlerini Hikmet Süreyya Kanıpak veya Süreyya Kanıpak imzasıyla yayımlarsa da yeni bir isim arayışındadır o. Bu durumu şair dostlarıyla paylaşır.
1965 yılının baharında, Altunizade’de tiyatrocular ile şair ve yazarlar çift kale maç yaparlar. Yenilen takım yenen takıma Salacak’taki Arabın Yeri’nde yemek ısmarlayacaktır. Maç sonrasında yenen yemekte Memet Fuat, Haldun Taner, Cemal Süreya, Ülkü Tamer, Adnan Özyalçıner, Murat Belge, Erdal Öz, Orhan Kemal, Turgut Uyar, Hikmet Süreyya Kanıpak gibi isimler vardır. Yemek esnasında Cemal Süreya, yemekte olan arkadaşlarından genç şair Süreyya Kanıpak için bir soyadı önerisinde bulunmalarını ister. Değişik öneriler gelirse de “Berfe” soyadında karar kılınır. Hikmet Süreyya da bunu benimser. “Berfe” Farsça asıllı, Kürtçede de yer alan bir kelimedir ve “kar, karlı dağlarda, güneş doğmadan, şafak sökmeden önceki ilk, hafif ışık” anlamına gelir.
Kelimenin şair Ahmed Arif ile ilişkisi söz konusudur. Ondan izin alma nezaketinin gösterilmesi gerekmektedir. Çünkü Ahmet Arif oğlu olursa ona d olarak “Berfe” vereceğini önceden duyurmuştur. Hikmet Süreyya, izin için Ahmet Arif’i arar. O da bu ismi “temiz tutması, yalakalık yapmaması şartı”yla kullanmasına izin verir. O günden sonra şiirlerinin altında “Süreyya Berfe” imzasını görürüz.
“Hayat dediğin nedir ki?/ Kısa, pahalı, zor, acı.” ve “İsteyen denize isteyen kendine baksın” diyen şair Berfe, askerliğini yedek subay öğretmen olarak tamamladıktan sonra çeşitli yayınevlerinde çalışır, birçok ansiklopedinin yayımlanmasına katkıda bulunur.
İlk zamanları İkinci Yeni’ye yakın dursa da asıl şiirlerini “toplumcu gerçekçilik” akımı ve anlayışı etrafında oluşturur. Şiiri, toplumsal mücadelenin aracı olarak görür ve toplumcu eğilimleri benimser. Şiirini rotasını “poetik söylem”den “politik söylem”e çevirir. Nitekim, 70'li yıllara gelindiğinde, ismi Ataol Behramoğlu, İsmet Özel gibi toplumcu şiirin önde gelen simaları arasında yer alır. Nitekim kendisi de şiirini anlaşılır kılmak istediğini belirterek “Ben soyutlamadan uzak durdum her zaman; sözcüklerin, kavramların ilk anlamlarından fazla uzaklaşmadım. Kürek, kürek olarak yer aldı şiirimde. Öyle olmasına çalıştım.” şeklinde ortaya kor.
Yirmiye yakın şiir kitabı yayımlayan ve ona yakın ödül sahibi olan ve İzmir’de bir bakım evinde uzun süredir organ yetmezliğiyle mücadele eden şair Berfe, 9 Ocak 2024 günü, 80 yaşında İzmir’de vefat eder. Allah rahmet eylesin. Huzuru daim olsun.
Ölümünün ardından, şair yazar Gülsüm Cengiz de onun için şu değerlendirmelerde bulunur: "Süreyya Berfe bağırıp çağırmadan, kendisini öne çıkarma kaygısı gütmeden, bir sıra neferinin alçak gönüllüğünde, bir bilgenin sadelik ve içtenliğinde yaşadı ve yazdı. O bir şiir emekçisiydi ve sınıfının şairiydi; işçi ve emekçilerin, güzel bir dünya düşleyenlerin sesiydi. En son 13 Kasım 2023’de Filistin için ülkemiz şairlerinin Türkiye’den Sesleniyoruz başlıklı bildirisinde buluştu imzalarımız.” diyerek haksızlıklara, emperyalizme her zaman başkaldırdığına dikkat çeker.
Ölüm bütün canlılar için bir gün karşılaşılması kesin bir gerçeklik. “Şiir şiirse/ Sadece birine yazılmaz/ -Hep gider o tren/ İstasyon sorulmaz.” diyen Berfe de o trenlere binip gitti, ardında yirmiye yakın yayımlamış olduğu şiir kitabını bırakarak. Hem önemli olan ölüm sonrasında bu dünyada ve öbür dünyaya bıraktıklarımız değil mi? Elbette, olduğu kadar, olduğunca!..
Şair Berfe’nin “Hayat dediğin nedir ki?/ Kısa, pahalı, zor, acı.” dizelerine şarkı sözü yazarı Çiğdem Talu, hak verircesine cevap verir: “İşte öyle bir şey”!..
Ve son soru Berfe’den: “Ölüm mü, yaşam mı?/ Kimsesiz.”
Tarla kıyısındaki gelinciklerin ömrü kadar yaşadı gitti, geriye gelinciklerinden şiir tohumları kaldı!..