Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Savaş Eğilmez, Türk kültürünün en önemli özelliklerinden birisinin canlı kültür dedikleri yapı ve özelliğini korumuş olması olduğunu söyledi. Eğilmez, "Türk kültürü, binlerce yıl içerisinde çok farklı coğrafyalarda, farklı kültürel yapı ve inançlarla karşılaşmış ve etkileşime girmiş olsa da kendi temel unsurlarını korumuş ve kendisini günümüze kadar getirebilmiştir" dedi.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Savaş Eğilmez, Yüksek Lisans Öğrencisi Büşra Yıldız ile birlikte Erzurum ve çevresinde İslam öncesi Türk kültürünün yaşayan unsurları araştırmasında ilginç verileri ortaya çıkardı.
"Kültür, bir toplumu diğer toplumlardan farklı kılan, kendine özgü, inançları, örf ve adetleri, anlayış ve davranışları ile onun kimliğini oluşturan yaşayış ve düşünüş tarzıdır" diyen Doç. Dr. Savaş Eğilmez, "Kültür, dayanışma ve birlik duygusu verdiği toplumda, düzeni de sağlayan maddi ve manevi değerlerin bütünüdür. Türk kültürü de Türk milletinin hayat tarzını ifade eder. Tarihi süreç içerisinde farklı medeniyetlerle buluşan Türk kültürü, insanlık tarihinin en zengin kültürlerinden biri haline gelmiştir. Türk kültürünün en önemli özelliklerinden birisi de, canlı kültür dediğimiz yapı ve özelliğini korumuş olmasıdır. Yani Türk kültürü, binlerce yıl içerisinde çok farklı coğrafyalarda, farklı kültürel yapı ve inançlarla karşılaşmış ve etkileşime girmiş olsa da kendi temel unsurlarını korumuş ve kendisini günümüze kadar getirebilmiştir" diye konuştu.
Yaptıkları çalışmanın Erzurum ve çevresindeki halk inançlarının kökenlerini inceleyerek, Türk kültürünün geçmişten günümüze nasıl taşındığını anlamak açısından büyük bir öneme sahip olduğunu anlatan Doç. Dr. Savaş Eğilmez, "Çalışma sonucunda elde edilen veriler, Türklerin kültürel kimliğinin zenginliğini ve Türk kültürünün sürekliliğini göstermektedir. Bundan yola çıkarak binlerce yıldır varlığını korumuş olan Türk kültürünün, gelecek nesillere de sağlam bir şekilde aktarılacağı sonucu çıkmaktadır. Tarih boyunca farklı coğrafyalarda hakimiyet tesis etmiş, farklı milletlerle temasta bunlunmuş olan Türkler, kültürlerinin asli unsurlarını koruyarak, kültürel açıdan büyük ve eşsiz bir zenginliğe ulaşmışlardır" şeklinde konuştu.
Yüksek Lisans Öğrencisi Büşra Yıldız ise çalışma ile Erzurum ve çevresinde Türklerin İslamiyet öncesi inançlarından biri olan Şamanizme ait ritüel, inanç ve pratiklerin günümüzdeki izlerini incelemeyi, bu izlerin İslamiyet ile etkileşimi sonucu nasıl bir dönüşüm geçirdiğini ve bu kültürel mirasın yerel halkın yaşamındaki önemini ortaya koymayı amaçladıklarını anlatarak, "Yaptığımız anket çalışmasına 26 ve 74 yaş aralıklarında 583 kişi katılmıştır. Katılımcıların yüzde 53'ü kadın, yüzde 47'si erkektir. Nitel Araştırma Yöntemi ve bu yöntem ışığında veri analizleri yapılan Şamanizm ve Erzurum kültürüne ait kaynak kişilerle görüşmelerin veri analizi yöntemi ile ulaşılan raporlara göre Şamanizmin Erzurum'da yaşayan izlerinden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz: Erzurum halkında su kaynaklarına büyük saygı duyulmakta, yağmur suyu kutsal kabul edilerek toplanmaktadır. Söğütlü Göleti gibi suyla ilgili efsaneler, eski Türk inançlarından su kültünün Erzurum'da yaşayan izlerinin en önemli göstergesidir" dedi.
Büşra Yıldız, Erzurum'da yaşayan inançların birebir eski Türk inancıyla benzerlik gösterdiğini ifade ederek yapılan tespitleri şöyle sıraladı:
"Erzurum ve çevresinde özellikle gece vakitlerinde sıcak su yere dökülmez. Bahar yağmurları kutsal sayılır. Yağmur yağdığı zaman bir kap konur ve bu su şifadır. Söğütlü Göleti'ndeki yaralı balıklar birer gazidir. Askerler oradan su içerken şehit edilmiş ve göle düşerek birer balık olmuşlardır. Türklerin eski inançlarında ateşe bakış açıları aradan binlerce yıl geçse de günümüzde de devam etmektedir. Ocağın boş yere yanmaması gerektiği, ateşin su ile söndürülmesinin uğursuzluk getireceği inancı gibi ritüeller, Şamanizmin ateşe yüklediği kutsiyetle ilişkilidir. Erzurum ve çevresinde ateşe çok yakın durulmaz, ateş her vakitte yakılmaz. Yanan ateş su dökülerek söndürülmez. Külleri ile oynanmaz. Ateşin gölgesi ile oynanmaz. Özellikle çocukların yakın mesafeden ateşe veya küllerine bakması hoş karşılanmaz. Ocakta su boş kaynamaz, kaynarsa o evden ölü çıkar. Eski Türklerde yer alan dağ, ağaç, orman ve atalar kültünün izleri günümüzde de güçlü bir şekilde devam ediyor. Abdurrahman Gazi Türbesi Dağ tepesindedir. Gazi, gayrimüslimlerle yaptığı savaşta başını kolunun altına alıp dağa tırmanmaya başlamış ve epey tırmandıktan sonra 'alkarısı' bu duruma şaşırıp sen ölmedin mi demesi üzerine Abdurrahman Gazi o anda orada can vermiştir. Bölge halkı gelen misafirlerini türbeye ziyarete götürür ve inanışa göre Erzurum'a herhangi bir iş için gelen kimse Gazi'yi ziyaret etmezse Erzurum'dan ayrılamaz. Issız dağlarda kayalıklarda iki dere arasında cinlerin evleri vardır. Buraya ait bir taş bir çiçek bile alınmaz, onları rahatsız etmemek için sessiz olunur ve hayvan yuvalarına, kaya üzerlerine tuvalet yapılmaz. Aksi takdirde sağlık problemleri yaşanır. Aynı şartlar kadınların lohusalık durumları için de geçerlidir. Eski Türk inancındaki ritüeller bugün de çok benzer bir şekilde devam etmektedir. Lohusa kadını alkarısından korumak için başucuna bıçak, Kur'an ya da eşine ait giysiler konması gibi uygulamalar, Şamanizm ve İslamiyet'in harmanlandığını göstermektedir. Lohusa kadına alkarısı uğramaması için kocasının gömleği başucuna konur. Lohusa kadın 40 gün yalnız bırakılmaz. Bebeğin beşiği boş sallanılmaz. Lohusa kadının yastığının altına alkarısından korunmak için iğne konur veya kıyafetine iliştirilir. Adet döneminde lohusa kadının odasına girilmez. Gelinlerin kırmızı kuşağı 3 kez beline dolandıktan sonra bağlanır. Bir kızın kısmeti 7 yılda bir açılır, bir ağaç 7 yıl bol meyve verir 7 yıl vermez, memlekette 7 yıl bolluk ve 7 yıl kıtlık olur.
Ocakçılık Geleneği: Nazardan korunma, sarılık ve lohusalık gibi durumlarda halk şifacılarına başvurulması, Şamanizmin şifa ritüellerinin devam ettiğini göstermektedir. Burada Ocakçılık Geleneği diye bahsettiğimiz konu bir nevi geleneksel tıptır. Bunlar zamanla yalnızca bedensel sağlık durumlarında değil, nazara inanan toplumlarda nazar ve inanmayan diğer toplumlarda da ruhsal hastalıkların da bir tedavi geleneğini oluşturmuştur. Ocaklar Türk halk hekimliğinin temel kurumlarıdır. Gelenekten geleceğe taşınmasının aracı el verme olarak bilinir."
YORUMLAR
YORUM YAP!
Yorumlarınız editör onayından geçtikten sonra yayınlanacaktır. Küfür, hakaret, büyük harf ve kişi ve kurumları rencide edici yorumlar onaylanmamaktadır.