hayatının cemresinde uçmağa yol bulanlara...
Karacoğlan, dünya hayatının kendisine çektirdiklerini ortaya koymak için “Şu yalan dünyaya geldim geleli/Tas tas içtim ağuları, sağ iken” der. Sen de öyle diyorsun belki de. Yaşadığın şu üç günlük dünyada başka bir şey görmedin. Sen de haklıydın belki. Ama bilsen de bilmesen de şu dünyanın bir imtihan yeri olduğu gerçeğini senin bu durumun değiştirmiyor. Sadece senin mi, esasen hiç kimsenin…
Zaman zaman katlanma derecesi bakımından birbiriyle yarışan rahatsızlıklar, hastalıklar peşini bırakmadı senin. Sen bunlara karşı hep mütevekkil davrandın; olması gereken şekliyle, sabrettin, dayandın. Bu küçücük halinle bile “belâ ve musibetlere karşı sabır” göstermenin ne denli önemli olduğunu sen de biliyordun demek.
Sen bunca hastalıklarla, şu küçücük hâlinle naif bünyeni derinden sarsan bunca ameliyatlarla yaka paça oldun. Çok zor bir görevdi bu seninkisi. Şu ufacık, naif ve nazik bünyenle onca rahatsızlıklara nasıl dayandın, nasıl onlarla başa çıkabildin? Esasen başa çıkabildiğin konusunda da pek emin değilim. Ama bildiğim bir şey var ki bugün sen uçmağa kanatlandın. Anne babanın seni ötelere uğurlarken söylediği “Çekilin, çekilin, oğlumu görmek istiyorum.” sözleri yüreğimi dağladı, göz pınarlarım sağanaklara tutuldu. Sen, hemen yanı başımızda olan, aşağımızda yer alan bu dünya âleminden hızlıca geçip gittin. Rabbim seni daha çok sevmiş olacak ki hemen yanına almış. Seni, anne babanı daha çok sevmiş ki bunca fani ıstıraplarını son vererek ebedi yurda göç etmeni dilemiş. Sen şimdi cennet yamaçlarında pervaz edip uçuyorsun. Onların da bir an önce oralara gelmesini tabiri caizse dört gözle bekliyor, Cennet kuşlarından bir kuş olup uçmağın (cennet) kapısında anne ve babanı gözlüyorsun. Onlar ahiret yurduna vasıl olduklarında diyeceksin ki “Allah’ım, Sen beni ebedi cennet nimetiyle serfiraz kıldın, ama ben anne ve babam olmadan asla buraya girmeyeceğim!” diyerek bir bakıma onlara şefaatçi olacaksın. Allah, hem sana hem de ailene bu fani dünyada çektiğiniz sıkıntılara bedel ebedi bir cennet yurdunu rahmeti ve merhameti ile armağan edecek.
Bilir misin dert ve ıstırap çekenler için ölüm bir rahmettir; bu küçüğünden büyüğüne böyledir. Ruhunu bünyesinde barındıran bir beden canlıdır; o bedene ve ruha isabet eden her türlü maddi ve manevi etkileşimlerden kişi mustarip olur, acı çeker. Senin yaşadığın gibi dertler peş peşe gelmiş, sana göre dağlar cesametine erişmiş, bir bakıma altından kalkılamaz, ona katlanılamaz bir hâl almışsa işte o zaman ötelere yolculuk senin için bir rahmettir. Bunun böyle olduğunu sen zaten yaşayarak bize öğrettin. Hâlin, hâllerimize ders oldu.
Biliyorsun, her dert bir başkası için biraz da öğretmendir. Başkasının yaşadığı acılar, kederler, elemler sana ders olarak döndüğü nispette o dert ve sıkıntılar senin başına geldiğinde ona karşı ne yapabileceğini biliyorsun demektir. Şu fani âlemde kalanlar için bu böyledir; senin gibi cennete uçanlar için değil!
***
Bir başka pencerede gördüm seni. Önceleri yemyeşil parklarda şen şakrak oyunlar oynuyordun, kendine has kurduğun dünyanda. Ne güzel bir dünyaydı orası… henüz kirletilmemiş, bozulmamış, toz toprağa karıştırılmamış; öylesine doğal, öylesine içten, öylesine sana ait ve insanî. Evindeki odanda kendi hâlindeydin; oyunların, oyuncakların vardı. Bir gün büyüklerin arasında bir kırgınlık, bir tartışma başladı. Onlar hızını alamayınca akılları başından gitti, elleri silahlarına davrandı; ortalığı toz duman ettiler. Ne güven ortamı kaldı, ne de güvenlikli bir hayat. Her gün gökyüzünden rahmet değil, ölüm kusan uçaklardan bombalar yağmaya başladı. Derken bir gün çağın o can parçalayan bombaları her zaman yemyeşil çimenlerle donanmış parka, evinize isabet etti. Büyük bir gürültü koptu, neye uğradığınızı bilemediniz; herkes bir taraf kaçışmaya başladı. Ama bir yere kaçamayanlar da vardı. O büyük büyük binalar bir anda yerle bir olmuş, sanki oraya o bina hiç yapılmamış gibi bir moloz yığınına dönüşmüştü. Sen belki de en son hatırladığın, odanda oyuncak arabanla, hayal dünyanda neleri taşıyordun neleri… İşte sen de toz toprak içindesin, belki bundan haberin yok, belki de görüyorsun olan biteni. O an annen baban yanında mıydı? Kardeşlerin var mıydı ben de bilmiyorum. Ama seni hayatının baharında bu çileyi, bu ıstırabı yaşatanlar utansın!.. Bu fani âleme erken veda ettin; belki de bu senin için daha hayırlıydı kim bilir. Bu dünyanın hay huyundan, telâşesinden erkenden kurtularak rahmet-i Rahman’a kavuştun.
***
Her ölüm erken ölümdür derler bilir misin, daha önce duydun mu bu sözü? Belki her çağda, dostu, arkadaşı, evladı, anne babasını hâsılı bütün sevdiklerini ötelere yolcu edenlere göre her ötelere yolculayış kalanlar için “erken ölüm”dür. Cemal Süreya “Üstü Kalsın” şiirinde “Ölüyorum tanrım/
Bu da oldu işte./Her ölüm erken ölümdür/Biliyorum tanrım./Ama, ayrıca, aldığın şu hayat/Fena değildir.../Üstü kalsın...” diyerek insanın kalmakla gitmek arasında kaldığı ama daha çok da kalmayı yeğlediği bu hazin durumu seslendirir.
Kendini Yüce Yaratan’a bırakmış kullar için ölüm daha farklıdır. Yahya Kemal “Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde/Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.” der. Ölenler için bu böyledir ama ya kalanlar için? Kalanlar için ise “erken ölümdür, erken”. Recaizade Mahmut Ekrem oğlu Nijad’ın vefatı üzerine “Bu ayrılık bana yaman geldi pek,/Ruhum hasta, kırık kolum kanadım./Ya gel bana, ya oraya beni çek,/Gözüm nuru oğulcuğum, Nijad'ım!” diyerek ruhundaki hicranı dile getirir.
Şu fani dünyada sevinç de var keder de. Sevinçleri, heyecanları yaşamada sıkıntı yok. Ya kederleri, dertleri, acıları, ayrılıkları yaşamada. Yahut işlemediği bir suçla mücrim ilan edilmede? Rabbim, katlanamayacağımız dertlerden, sıkıntılardan, acılardan; işlemediğimiz bir suç sebebiyle toplum içerisinde hor ve hakir görülmekten korusun. Amin.