Sevgili dost,
Sabır da yorulur...
Bir yerde mi okudum, bir filmden mi duydum, yoksa kendim mi bir yere yazdım bunu hatırlamıyorum.
Sabır da yorulur...
Bugün, Kuru Otlar Üstüne filmindeki o söz geldi aklıma:
“Tarih, umut etmenin yorgunluğunu taşıyor aslında.”
Belki de gerçekten öyle.
Bütün yorgunlukların çekirdeği umut etmek midir, sevgili dost?
Çünkü umut, insana nefes olurken, bir yandan da yürekten bir şeyleri eksiltir.
Her umut bir bekleyiştir, her bekleyiş biraz kırgınlık…
İnsan bekledikçe içi çöker, yine de beklemekten vazgeçemez.
Umut bir ipe tutunmaktır ama o ip bazen boynuna da dolanır insanın.
Sonra Rüveyda şiirinden mısralar gelir aklıma:
hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin
uzanır da gönlüme Rüveyda
derinden bir ok saplanır bağrıma
beynimi çağıran bir sese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekânsız nefese doğru
O alaca at, belki de hepimizin içinde koşan o inatçı umudun ta kendisidir.
Zamanı ve mekânı yok; sadece içimizde döner durur, nefese karışır.
Koştukça yorulur, yoruldukça yine koşar.
İnsanlık da öyle değil mi dostum?
Bir yandan tükeniyor, bir yandan hâlâ bekliyor bir şeyleri adaleti, sevgiyi, anlamı…
Bazen düşünüyorum da, insanlığın alnına yazılmış en eski kelime “beklemek” olmalı.
Sabır da, tarih de, dünya da aynı yorgunluğu taşıyor artık.
Ağaçlar erken susuyor, rüzgâr eski masalları hatırlamıyor,
çocuklar bile acele ediyor büyümeye.
Her şey, bir zamanlar inandığı şeye karşı biraz küskün.
Ama yine de bir ses var derinde inatçı, solgun ama diri:
“Belki,” diyor.
Belki bir şey olur.
Belki sabır bir kez daha direnir, umut yeniden kök salar bir yerlerde.
Sen bilirsin dostum,
insanın en çaresiz hâli umutsuzluk değil, umudun ağırlığıdır.
Çünkü umut, insanı ayakta tutarken dizlerine de yük bindirir.
Biz o yüzden böyle kambur yürürüz zamana karşı
Bir yanda umudun ışığı, öte yanda onun yorgunluğu...
Ama ne yapalım,
biz yine de sevmeye, beklemeye, anlamaya mecburuz.
Çünkü insan olmak, bir gün biteceğini bile bile devam etmektir.
Ve belki, bütün bu yorgunlukların içinde
dünyayı biraz olsun iyi kılan tek şey de budur.
Ve sonra gelir o dizeler, Edip Cansever’in ellerinden sessizce düşer önümüze:
“Elimde bir çanta, şurda burda dolaşıyorum
Hep bir yerlere gideceğim sanki
Güvercinler konuyor saçlarıma bileklerime
Uçuşuyorlar
Bir çınar yaprağı düşüyor ayaklarımın dibine
Kupkuru
Elime alıyorum, çiziyorum üstüne kalbimi
Kalbim, diyorum
Yorgunsa da, yaralıysa da, hepimizin” aşkına sevgili.
Ve işte dostum, bütün sözlerimizin özeti belki de bu:
Yorgun ama hâlâ kalp atıyor
hepimizin, herkesin aşkına… sevgili.