{NUTİZM VE NUTİSTLER-47}
EYYÜHEL EVLÂD! (EY ÇOCUKLARIM!) Hiç anlamadığım için, siyaset söz konusu olduğunda yaş tahtaya basmam. Yaşa basmam, yaşa bakmam, başa bakarım. Kendi başıma bakarım, çevremdekilerin başlarına bakarım. Çünkü tıraşın başa göre yapıldığını biliyorum. Yani şunu bilmiş oluyorum: Yöneticilerimizin başları kelse, bizim kel oluşumuzdandır. Hani, kel olmadığımızı da kimse söyleyemez, değil mi?
Yaş, baş, göz, kaş, taş... Daha yazıma başlarken dilim dolaştı. Siyaset beni bozuyor. Fakat mevcut bütün siyasetçilerin cezasını Allah’ın vereceğini umuyorum. İnşallah! Onların yerine yeni ve iyi siyasetçiler nasip edip etmeyeceği konusunda ise bir fikrim yok. Görelim Mevlâ neyler...
Siyaset, maalesef bir bataklıktan farksızdır. Siyasetçiler, bütün hesapları koltuk denklemleri üzerinedir, adımlarını da bireysel çıkarları doğrultusunda atarlar. Bu uğurda takiyyeler, tabasbuslar yaparlar. Hele seçimlerin yaklaştığı zamanlarda, muktedirler de muhalifler de en cici elbiselerini giyer, en şirin maskelerini takarlar. Ortak menfaatleri söz konusu olduğunda kardeş kardeş imzalar atan bu kahraman vekiller, seçim heyecanını körüklemek için aralarında yalandan kavgalar da çıkarırlar. (Bunları ben söylemiyorum ha! Platon söylüyor, İbn Haldun söylüyor. Ve dahi benzerleri.) Yurttaşlar bu durumu yadırgamazlar. Çünkü buna lâyık olduklarını bilirler. Çünkü seçenler, aslında kendilerinin de adaylardan farklı olmadıklarını bilirler. Bu hikâye, güncel enstantanelerle böylece sürer gider.
Güncel enstantanelerden birisi; YAŞA TAKILANLAR. Daha yeni, daha tazecik olanı ise; KAMU BORÇLARININ YAPILANDIRILMASI. Sondan başlayayım:
TAZECİK HABER: “Kamu kurumlarına borcu olanların borçlarını yapılandıracak, bir kısmını bağışlayacakmış devlet.” Yani kamuyu, yani mâsum halkı kazıklayanları affedecekmiş. Yani tüyü bitmedik yetim hakkını yiyenlerin yaptıkları cürüm yanlarına kâr kalacakmış. Bu film ilk defa oynuyor değil; her seçim yaklaşımında seyrettiğimiz filmlerden biri. Aynen, zaman zaman babalarımızın kâtillerinin affedildikleri gibi. Aynen, “imâr barışı” adı altında, gâsıpların ödüllendirildiği gibi. Allah (Celle celâlühü) bile; “Kul hakkını affedemem.” derken, siz kim oluyorsunuz da kul hakkına taallük eden suçluları affediyorsunuz? Ve niçin yapıyorsunuz bunları? Ve ne zaman yapıyorsunuz bunları? Siyasî çıkarlarınız için ve seçim zamanlarında... Affedilenlerden biri de çıkıp; “Bu, kamuya, namuslu yurttaşa yapılan bir haksızlıktır. Ben, affedilmek istemiyorum, kamu borcumu aslanlar gibi ödeyeceğim.” demiyor ama! Hepsi balıklama atlıyor. Çünkü toplum da siyasetçilerden farklı değildir. Toplum, bir keller ordusudur.
YAŞA TAKILANLAR konusuna hiç girmeyeyim isterseniz. Çünkü neler söyleyeceğim, yukarıda söylediklerimden anlaşılıyor. Ancak, emekliliğe olan aşkımız, cebren kesilen sigorta primlerinden dolayı bir nebze haklı görülebilir. Bu konu kamu borçlarının yapılandırılması ya da suçlular için af çıkarılması konularından biraz farklıdır. Yanlış anlamayın; “bir nebze” diyorum ve zamanlamayı ise aslâ haklı bulmuyorum. Ayrıca, “emeklilik konusu”nun din âlimleri ve Müslüman sosyologlar tarafından masaya yatırılmasının gerektiği düşüncesindeyim.
Her neyse bana ne; onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine... Ne bu millet değişir ne de siyaset ahlâkı. Asıl konuma geleyim:
YAŞA TAKANLAR. (“AGE”E TAKANLAR) (REŞİT OLMA YAŞINA TAKANLAR)
Delikanlının annesi, (galiba) Serap Paköz’ün programına çıkmış anlatıyordu:
{{-Oğlumla kız anlaşıyor, görüşüyorlardı. İlişkileri oldukça ileri boyuttaydı; kız zaman zaman evimize gelirdi. Kızın ailesi de bunu biliyordu ve izin veriyordu. Bizim komşularımız da görüyor ve kendi aralarında ileri geri konuşuyorlardı. Kocamla birlikte oğlumuzun niyetini ve kıza olan bağlılığını yokladık önce. Sonra da kız tarafının kapısını çalmaya karar verdik. Allah’ın emriyle, Peygamber’in kavliyle bir adım atmak, bu ilişkinin meşrû ismini koymak istedik yani. Öyle ya, konu komşunun ağzını da kapamamız gerekiyordu. Fakat aile, olumsuz cevap verdi. Kızın anası, “Kızım henüz küçük, evlenme yaşında değil. Evlenmesi için daha altı yedi yıl geçmesi lâzım.” diyerek kestirip attı. Kızın 18’ine varması için üç ay gerekliydi oysa. Oğlum ise kendisinden bir iki yaş büyük idi. Sonunda kız ve oğlum anlaştılar, kız oğluma kaçtı. Nikâhlarını kıydık, düğünlerini yaptık. Ama...}}
Üç ay evli kaldıktan sonra gelin hanım evi terk etmiş. Üç aydır da ayrılık sürüyormuş... Hikâyenin gerisini ve yeni gelinin evden kaçış nedenini bilmiyorum. Dinlemedim. Fakat, dinlediğim kadarı ve programın yapımcısı ve sunucusu olan bayanın sözleri çok etkiledi beni. Üzüldüm. Öfkelendim. Kadının anlattıkları üzerine sunucu bayan, hemen yapıştırdı tabi: “O tarih itibariyle kız henüz 18 yaşını doldurmamış. Küçük yaşta çocuklarınızı evlendirirseniz...” Maalesef günün moda takıntısına, yaş takıntısına sunucu da kaptırmış kendisini. Fakat o, kendisini kaptırmakla kalmıyor, milyonların izlediği programında toplumun zehirlenmesine de neden oluyor.
EMEKLİLİKTE YAŞA TAKILANLAR konusu hiç de derdim değil. Fakat YAŞA TAKANLAR konusu beni ilgilendiriyor. Müslüman olduğunu söyleyen, Kitab’a, sünnet’e ittibâ eden herkesi de ilgilendirmesi gerekir. “Müslümanım.” dedikten sonra, dinin izinlerinin, emir ve yasaklarının rafa kaldırılmasına tepkisiz kalmak, bunu kabullenmek, bir Müslüman için nasıl bir aymazlık, nasıl bir çelişkidir! Pek çok konuda bu realiteyle karşı karşıyayız ama ben şimdi yalnızca “reşit olma” konusu üzerinde duruyorum. YANLIŞ ANLAMAYIN: Özellikle evlenme konusunda, erken evlenin, ille de 18 yaşından önce evlenin falan dediğim yok. Kendim 29 yaşımda evlendim. Çocuklarım da hep yirmili yaşlarında evlendiler. Benim demeye çalıştığım şey şudur: Allah’ın izin verdiği şeyleri yasaklamaya kalkmayın! O izin çerçevesinde hareket edenleri, suçlu yerine koymayın!
-“Kızın 18’e basmasına bir yıl var. Henüz reşit olmamış. Daha çocuk sayılır. Siz nasıl anne babasınız ki çocuk yaştaki bu kızı evlendirmeye kalkışmışsınız! Bu yaptığınız TC hukukuna göre suçtur.”
-“Kız 18’ine girmiş. Artık o reşit bir bireydir. İstediğini yapmakta, istediği işte çalışmakta serbesttir. Pavyonlarda çalışıyormuş... karışamazsınız; o, onun tercihidir. Reşit olan birey, kanunların izin verdiği herhangi bir işi yapmakta serbesttir.”
İnsan fıtratını hesaba katmayan veya yok sayan bu türden sözlerle sık sık karşılaşıyoruz. Özellikle de Müge Anlı, Serap Paköz, Didem Aslan Yılmaz ve Esra Erol isimli bayanlar çok söylüyorlar. Söylüyor ve koyun sürülerinden farksız kitlelerin beyinlerini yıkıyorlar. Sürüden de tık çıkmıyor; “Yahu bunlar böyle söylüyorlar ama acaba yaratıcımız olan Allah ve O’nun Elçisi bu konuda ne diyorlar?” diyen yok.
Yine bu programların birinde karşılaştım: Kadın pavyonda çalışıyormuş, (nasıl bir anneyse) 16 yaşındaki kızını da yanında götürüyor, çalıştırıyormuş. Kendisine söylenen şu: “Hanfendi (Hanfendiye bak, saatini ayarla!) siz kendiniz gidebilir, çalışabilirsiniz; o sizin kişisel tercihinizdir. (Umumhanede çalışanlara da aynı şey söylenmiyor mu?) Fakat kızınızı götüremezsiniz, kanunen suçtur bu. Çünkü kızınız henüz reşit değildir.” Hele iki yıl daha sabret; 18’ine girince götürebilirsin! 17’buçuk yaşındayken götüremezsin, altı ay sonra götürebilirsin! (Ama kız ama erkek) flört etmek için, öpüşmek koklaşmak için yaş sınırı yoktur; erkeğin kız arkadaşı(!), kızın erkek arkadaşı(!) olması, birbirleriyle oynaşmaları serbesttir. Ama yeterli olgunluğa gelseler bile, karşılıklı isteseler bile 17 yaşındaki gençlerin evlenmeleri suçtur! Şu sorunun da cevaplanması lâzım: Gerek erkek ve gerek kız, yaşları 18’e varmış olmasalar da eğer bu anlamda kıvama gelmişlerse ve yani yerlerinde duramıyor, cinsel yanlışlar yapma eğilimi gösteriyorlarsa, onları evlendirmek mi evlenmelerini engellemek mi yanlış olur? Uzaktan akrabam olan öksüz bir kız vardı. (Artık 75 yaşında bir ninedir.) Henüz 15-16 yaşlarındayken cinsel kıpırdanmalara başlamıştı. Hattâ evli şerefsiz bir herifle ileri adımlar da atmış. Ailesi fark etti ve kendisini apar topar uygun bir adamla evlendirdiler. Sonrasında düzenli bir hayatı oldu. Keşke o yanlışları yapmadan farkını varılsa ve evlendirilseydi. İnsan fıtratını hesaba katmayanlara, yaşa takanlara duyurulur!
Yalnızca evlilik hususunda değil; sürücü ehliyeti almada, işyeri açmada, genel seçimlere katılmada ve benzeri pek çok konuda, bu REŞİT OLMA YAŞI konusu masaya yatırılmalıdır. Kişinin gelişim durumu, iklim ve coğrafyanın yansıması, yaşanılan ortamın (köy-kent) gerekleri, toplumun gelenekleri ve benzeri hususlar mutlaka özel olarak değerlendirilmelidir. Herkes aynı kefeye konulamaz. Ahmet için bir hüküm verilirken Mehmet için başka bir hüküm geçerli olabilir. Kurbanlık koyunun tanımlanmasında bile “bir yaşına girmiş ve bir yaşına girmişlerin özelliklerin taşıyanlar” denilmektedir. Evet, okul ve dershaneden başka bir şey görmemiş, hayatı tanımamış, kendi başına bir baltaya sap olmamış, hazır yiyici bir genç için 25 yaş bile pek çok şeyi yapması konusunda erken olabilir. Böyle birisi, nasıl hayatını kazanabilir, nasıl baba veya anne olabilir! Hattâ bu gence genel seçimlerde oy kullandırmak dahi yanlıştır.Fakat, örneğin köy yerinde, 10 yaşından itibaren ailesiyle ortak yaşamı paylaşan; hayvanlara bakan, traktöre atlayıp tarla süren, ekip biçen, ailesiyle sorumlulukları paylaşan... hayatın pişirdiği bir genci diğeriyle aynı kefeye koyabilir misiniz? Benzer durum, küçük yaştan itibaren işportacılık yapan, pazarlarda alışveriş yapan, olgun insan sorumluluklarını yüklenmiş gençler için de geçerlidir. Yine sanayide çıraklıkla hayata adım atan gençleri düşünebilirsiniz.
Reşit olma’yı takvim değil, takvimin yanı sıra diğer şartların da belirleyeceği açıkça ortadadır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da uyulması gereken hüküm, Yaratıcı’nın hükmü olmalıdır. Yine diğer konularda olduğu gibi bu konuda da hüküm verme yetkisine sahip olan Müslüman hâkimlerimiz, yarın Allah’a hesap vereceklerini unutmamalıdırlar. Tersi hükümler koyanlara, tersi algılar oluşturanlara da usulüyle “Dur!” denilmelidir.
REŞİT OLMA YAŞININ, 18 GİBİ MATEMATİKSEL HESAPLARLA GENELLEMESİNE hayır.
Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.
R. Serdar Özmilli