|   | 
  • Cevahir Kadri

    Yaz Gelince

    Yaz, yılın dört bölümünden, mevsiminden biri. Yıl evinin odalarından bir oda. Ayrı bir işlevi ve güzelliği vardır evdeki her odanın. Aynen öyle de yılın odası mahiyetindeki mevsimlerin de öyledir; ayrı ayrı güzellikleri vardır hep birerinin.

     

    Her mevsimin kendine mahsus bir çağrısı vardır insana. Bu çağrı, mevsimlerin kimisinde az kimisinde çoktur. Ama ilkyazın, yazın çağrıları başkadır. Onun çağrılarında reddedilemez, karşı konulamaz, ötelenemez bir naz ve eda vardır. İnsanı bütün hücreleriyle etkisi altına alan bir tınısı vardır sesinin.

     

    Yaz gelince artar çağrılar; dağlar çağırır serinliğe, çeşmeler çağırır başına havanın sıcaklığına inat akan serin billur sularından ikram etmek için. Irmaklar çağırır suyun gölgesinde yeşil yeşil büyüyen mutlulukları yudumlamamız için. Bağlar, bahçeler, bostanlar çağırır çiçeklerin meyveye duran dualarının muhteşem güzelliklerini görmemiz, olmuşlarından tatmamız için.

     

    Bağ, bahçe, tarla çağırır sonra yine. Bedeninde birikmiş olan dert, sıkıntı ve elem adlı olumsuz enerjileri sa’y u gayret kablolarıyla toprağa vermek için çıplak ayaklarımızla bastığımız. Yolları bitmeyen bir kervanın yalın ayak, başı kabak yolcuları olmasak da yılın üç mevsiminde başımızdan aşkın işlerimizin altında hapsolmuşluktan kurtarmak için çağırır bizi tatil, çağırır ağaç gölgeleri, çağırır ülkemin dolana dolana kıvrılan yolları, akan nehirleri.

     

    Yaz gelince imkânlar da el verince bir arayıştır başlar; bu yaz nereye gitsek, doğanın neresindeki hangi güzelliklerini adım adım yudumlasak diye!.. Bu ne güzel bir arayıştır, bunu yapabilene aşk olsun!..

     

    Hareket kabiliyeti de imkânları ölçüsündedir insanın. Hayalleri kâinat olsa da gerçekleri, içinde bulunduğu odadan ibarettir aslından onun. Zorluğu da kolaylığı da imkânlarına göredir insanın imtihanının.

     

    Yaz bir çağrıdır insana, kâinat kitabını okumaya, incelemeye, anlamaya!.. Sözü söylemede ustalar ustası Hilmi Yavuz’u da çağıran vardır o yazda. Çağrılar ki cevabı sevap etmede şaşırtır insanı. Hem şaşırmamak, ne yapacağını bilememek mümkün mü? O şöyle der “Sen Bir Büyüsün Yaz”da: “Ben hep yollar düşledim/derin yollarda yürürken//yollar gül sesleridir/beni yazın ta içine çağıran/gitsem mi? yoksa daha/erken/mi akşamın kovanında/anılar oğul verirken

     

    Yaz gelince çağrılar çoğalır; varlık sebeplerimiz, en değerli varlıklarımız, annemiz, babamız hayattalarsa çağırır bizi yanlarına. Yine eski zamanlarda olduğu gibi dizlerine yaslanarak, ninnileriyle uyuma mutluluğunu ve hazzını yaşamamız için. Onlar da ciğerparelerini, canlarından bir parça olan evlatlarını devamı meçhul hayatlarında son bir kez olsun, dünya gözüyle yeniden görebilme duygu ve düşüncesiyle. Ebediyete göçüp gitmişlerse sonsuz hayata geçiş kapısı mahiyetindeki kabirlerini ziyaretle bizlere de burada kalıcı olmadığımızı hatırlatarak yine hayat derslerinden bir ders vermek için. Varlıklar âleminin bir ferdi olan insanın bu dünyadaki durumunu, konumunu en iyi idrak edip dile getiren Yunus’ça âdeta şöyle der onlar: “Kimisinin üstünde biter otlar/Kiminin başında sıra serviler// Kimi masum, kimi güzel yiğitler/ Ne söylerler, ne bir haber verirler//Toprağa gark olmuş nazik tenleri/ Söylemeden kalmış, tatlı dilleri//Gelin, duadan unutman bunları/Ne söylerler, ne bir haber verirler” Kabristan, mezaristan neler söyler neler duyabilen insana. O söylenenleri duyabilmek, yazıları okuyabilmek az bir şey midir insan için?..

     

    Yaz gelince bir ferahlık başlar insanda, bakmayın bunaltıcı sıcağından dolayı insanların oflayıp pufladıklarına; hiç de öyle değildir zihinlerine, yüreklerine gerçekten aşina olduğumuzda, bunu anlarız. İnsanlar yaz gelince ferahlar, tabii ki her şeyde olduğu gibi bu ferahlık, imkânları ölçüsündedir. Kimi bir demlik çayını alır gider parka, serer çimenlerin üstüne örtüsünü. Yudum yudum mutluk, ferahlık yudumlar bardaklarından. Kimi de şair Gülten Akın’ın dediği gibi türlü nimetleri ferahlama sebebidir. Yazı gelmesiyle birlikte çocukları, şairleri, insanları sevindirdiği için sevmektedir o: “Sevdiğim yaz geldi yine/ Karıncalar ve sineklerle çıktık yeryüzüne/ Barbunla lüferle marulla zeytinle/ Uzaklarda kaldı nisanları basan sis, bun, yağmur/ Karadeniz’de bir mavi, çocuklar sevinsin diye/ Şairler sevinsin diye sevdiğim, yaz geldi yine”(Yaz)

     

    Yaz gelince çobanlık anılarım zihnime üşüşür peş peşe. Önceliği hangisine vereceğime şaşar, bir türlü karar veremem; sevinçli, eğlenceli olanına mı kederli, acılı olanına veyahut korkularla yüklü olanına mı? Biri var ki ormanlar içinde keçilerle birlikte dere tepe demeden dağları aşıp gezerken arkası yırtık lastik ayakkabımla, bir ikindi sonrası başlayan yoğun sağanakla bizi sırılsıklam ıslatan yağmurda yollarda, yakalarda ayağımda durmadığı için elime aldığım o ayakkabıma vefalı davrandığım. Keçilerimizin çoğunun bizden evvel evimize vardığı, anne babamızın yollarımızı gözlediği bir yaz hatırası öne çıkıverdi işte. Öncelik onun oldu, sağanak yağmurlarına tutunduğum Sarıçamlık-Köyderesi-Gölüme hattından gelen. Tıpkı Nazım Hikmet’in o “Yaz Yağmuru”nda söylediği gibi: “Bir yaz yağmuru yağdı içime/ ezildi iri üzüm taneleri camlarımda/ gözleri kamaştı yapraklarımın// Bir yaz yağmuru yağdı içime/ gümüş güvercinler uçtu damlarımdan/ koştu yalnayak toprağım.” Ben de o sağanak yağmurda, çamurlu toprakları yalınayağımla basa basa, üzerimde naylondan bir kepenekle eve geldim. Yağmur damlalarıyla iliklerime kadar, yağışın hatıralarıyla ömür boyu ıslandım.

     

    Yaz gelince gözler ayrı bir açılır, ayrı okur varlıkların harflerini, güzelliklerini ayrı ayrı görür. Yaz bir davet değil midir zaten güzellikler şenliğine, şenlikleri okumaya? Her okumada bir davet yok mudur zaten incelikleri, nimetleri, nimetlerdeki güzellikleri görmeye? Bak Üstat Yahya Kemal ne diyor, neler terennüm ediyor o şarkısında: “Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:/ Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;/ Mehtâb… iri güller… ve senin en güzel aksin…/Velhasıl o rü’yâ duruyor yerli yerinde!”

     

    Sadece yaz gelince mi kâinat kitabının okuru olmalı insan? Elbette hayır, bütün zamanların, bütün mevsimlerin, bütün anların dikkatli okuyucusu olmalı insan. Üstad Bediuzzaman da Asa-yı Musa adlı eserinin Ayetü’l-Kübra’sında şöyle der: “Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen her bir mi-safir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet san'atkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmet-kârane bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârane ve şevk-engizane bir seyrangâh ve temaşagâh ve gayet manidarane ve Hikmet-perverane bir mütalaagâh olan bu güzel misafirhanenin Sahibini ve bu Kitab-ı Kebirin Müellifini ve bu muhteşem memleketin Sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken; en başta göklerin nur yaldızı ile yazılan güzel yüzü görünür: ‘Bana bak, aradığını sana bildireceğim!’ der.” diyerek kainatı okumada, araştırma ve incelemede bakışın önemini vurgular. Böylelikle yolculuk hâlinde olan insan, bu dünya misafirhanesinin ve memleketinin sahibinin çok ikram sahibi, sanatlarını sergileyen bir sanatkâr, bütün varlıkların kendisine itaat ettiği bir ordu komutanı ve her şeyin sahibi ve maliki bir zat olduğunu anlar.

     

    Yaz gelince bütün çağrılara gidebilme imkânına sahip olan insanlar vardır, olmayanlar da!.. Bir de imkânları olduğu hâlde bu davete icabet edemeyen, etmekten mahrum olanlar vardır. Kimisi işinden, kimisi eşinden dolayıdır onun icabet edememesi. Başka başka sebepleri olan da vardır, belki özgürlüğünden edilmiş olmaları söz konusudur, kim bilir?..

     

    Bir yaz boyu çağrılara kulak tıkayan ondaki mutlulukları yaşayamaz. Çağrılara uyanlar ise Edip Cansever’ce yaz mutluluklarını dizelere döker: “Sen bir karanfilsin, delisin/ İçlisin de, bükersin hemen boynunu/ Mendilimin içindeki kirazdır/ Mendilimin içi kiraz/ Bilmem ki, ne desem, yaz mutluluğu.”(Yaz Mutluluğu) Yaşanan her mutluluk kelimelerle dizelere, satırlara bire bir dökülemediği gibi yaşanamayanların hüzünleri de dökülemez. Ah, susar insan. Susar ki neler geçer, neler akar içinden insanın bir bilebilsen? “Sustum, binlerce nehir akıyordu içimden” der bir şair dostum, haklıdır da!.. Bu yaz sıcağında susamaz mı insan, susar elbette. Her susmanın bir sebebi vardır bir de hüznü!..

     

    Yaz geldi, çağrılar üstüne çağrılar da geldi. Öncelik mutluluklara olsun çağrıda icabetlerin. Hüzne, kedere, hasrete, ayrılığa, yokluğa çağrılar olmasın! “Bize en çok yakışan” hüzün olsa da ben yine de “Hüzünsüz yazlara, mevsimlere, zamanlara gidelim; çağrılarımız o yönde olsun, daim!..” derim.

     

    Sözü Bertolt Brecht’in (Çev. Atilla Tokatlı) “Çağrı”sıyla noktalayalım: “Doğrudur yıldırımın düştüğü, yağdığı/yağmurun,/ Bulutların rüzgarla sökün ettiği./ Ama savaş öyle değil, savaş rüzgarla/gelmez;/ Onu bulup getiren insanlardır./ Duman tüten topraktan bahar boyunca,/ Dökülüp yükselir birden gökyüzü./ Ama barış ağaç değil, ot değil ki/ yeşersin:/ Sen istersen olur barış, istersen/ çiçeklenir.”

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.