|   | 
  • Cevahir Kadri

    Yorgun Öğretmen

    “Her nereye baksam senden bir işaret görüyorum

    Bir elimde çile gökkuşağı diğer elimde tığ

    Bozulmuş güzellikleri yeni baştan örüyorum!”

    H. Say

     

    Öğretmenler Günü” ile ilgili yazımda ortaya koyduklarım sonrasında yaşananlar, doğrusu, beni hiç şaşırtmadı, hatta beni yanıltan söz ve davranışlara da rastlamadım. Çünkü yazımda bahsettiklerim, bir yılın fotoğrafı değildi; yılların gerçekçi, değişmez ve belki de değiştirilemez fotoğrafıydı. Çünkü alışkanlıklarımız kemikleşmişse onu birdenbire değiştirmenin imkânı yoktur.

    ***

    Öğretmenlerle ilgili olarak, Hüseyin Karatay tarafından kaleme alınmış bir roman var: Sürgün Öğretmen. Romanı ilk olarak üniversite yıllarımda okuduğumu hatırlıyorum. Daha sonra, 1991-95 yılları arasında görev yaptığım Elazığ’da yayın yapan “Şi’râ” isimli bir radyoda, “Kitabın Sesi” adlı bir program hazırlayıp sunmuştum. Bu programda, bu romanı okuyarak seslendirmiştim. O dönemin bu tür programları, bugünün sesli kitaplarına ilham kaynağı olmuştur diyebiliriz.

    İlk basımı 1972 yılında yapılan, Hüseyin Karatay’ın ikinci romanı bu eser, bilhassa “tek parti dönemi”nin şartları içerisinde Anadolu’nun farklı şehir ve köylerinde görev yapan, milliyetçi-muhafazakâr düşünceye sahip bir öğretmenin, duygu, düşünce ve duruşları sebebiyle “öteki”leştirilmenin bedellerini ödemek zorunda kalışının öyküsünü anlatır. Bu, sadece “tek parti dönemi”nin şartlarıyla ilgili gibi dursa da zaman zaman ülkede nükseden demokrasiden uzak anlayışların hâkim olduğu dönemlerin eseridir aslında. Dolayısıyla eser; ötekileştirilen, hâkim zihniyetin gadrine uğrayan dönemsel olarak farklı düşünce mensuplarının hayat hikayesidir. Hepsinde değişmeyen tek şey mazlumların oluşudur. 12 Eylül Darbesi’ne zemin hazırlayanlar, ülkeyi “sağ-sol çatışması” ile milleti birbirine kırdırmışlar ve gelip millete “kurtarıcılık rolü”nü oynamışlardır.

    O dönemlerin öğretmenleri, memurları bugünkülere göre ne de olsa biraz daha şanslıymışlar. Çoğunluk bakımından, sürgün yemişler ama mesleklerinden ve üzerinde tir tir titredikleri devletlerinden bu denli sürülmemişlerdi. Öte yandan, 12 Eylül Darbesi sonrası, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu çerçevesinde ihraç edilen ve “bindörtyüzikilikler” olarak anılan 4891 kamu görevlisini unutmamak lazım. Görüldüğü üzere, o dönemin “muktedir generalleri” biraz da daha insaflıymış!

    Tarih bize gösterdi ki öğretmenin; iyi, erdemli olmanın kaderi hiç değişmiyor. “Allah’ın, insanlar arasında imtihan gereği döndürüp durduğu günlere” göre siyasi rüzgârlar değişiyor ama rüzgârların savurduğu, mağdur ettiği mazlumlar hep var oluyor ve onların arasında çoğunluğu öğretmenler teşkil ediyor.

    Bugünün “kudretli sivilleri”nin “idari tasarrufları”yla, üzerinden sis perdesi henüz kalkmamış, siyasi iktidarın ve günümüz sisteminin ortaklarının hâkim baskısı altında, meş’um 15 Temmuz sonrasında çıkarılan OHAL KHK’leriyle ilk etapta 30.000’i aşkın öğretmen ihraç edildi. Buna, 667 sayılı KHK ile kapatılan özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmen ve personel dahil değildir. Bu KHK kapsamında çalışma lisansları iptal edilen öğretmenlerin sayısı 20.000’i aşkındır. Toplamda 50.000’ aşkın öğretmeni ihraç edenlerin öğretmenler lehine söylemiş oldukları övgülerin kıymeti nedir ki?

    Geçmişten geleceğe, bu zulmü yaşamışların hâlini görmüş gibidir şair Cahit Külebi. O, “Harp İçinde” adlı şiirinde bir tablo sunar bize: “Babalar evlerine mahçup döndü her akşam/ Harp içinde./ Anaların sütü kesildi,/ Çocuklar ağladı,/ Erkekler askere gitti./ Kadınlar bir deri bir kemik./ Harp içinde kızlar sarardı.”

    Erkekler askere değil, yok yere mahpuslara alındı. Sadece erkekler mi kadınlar, analar da aynı kaderin mazlumları arasında yer aldı. Ki bazı analar bebelerinden mahrum bırakıldı da sütlerini lavabolara sağdılar. Ah Cahit üstadım, bir de bu günleri gözünüzle görseydiniz neler yazardınız kim bilir?

    ***

    İnsan, nasıl ki sevdiğinden ayrı kalır, gurbetlere düşer, her daim onun hasretiyle yanıp tutuşur. Vuslat arzusuyla içi âdeta bir aktif yanardağa dönüşür, yandıkça yanar… O yangınları söndürecek itfaiyecileri arar da bulamaz. Diline gurbet, hasret şarkıları pelesenk olur, kalbinde sevgilinin hasreti kor olur da yakar durur, ruh kederlere gark olur!.. Dil, “Şimdi uzaklardasın/ Gönül hicranla doldu/ Hiç ayrılamam derken/ Kavuşmak hayal oldu!” dizelerini tekrar ederken yürekler âdeta kan ağlar. Uyanık hâldeyken gerçekleşmeyen vuslat, rüyalara akseder durur: “Hiç kimseye söylenmeden/ Hasretimiz bilinmeden/ Gizli gizli görünmeden/ Rüyalarda buluşuruz/ Bu şarkıyla kavuşuruz!

    Rüyalarda buluşmak, sadece şarkılarda kavuşmak yetmez. Değil rüyalar, şarkılar yürekteki yangını söndürmeye zirvelerin karları bile kâr etmez artık. Üstüne üstlük bir de sağlığın, sıhhatin bozulmuşsa, temel hak ve özgürlüklerin elinden alınmışsa!.. Dahası o çok sevdiğin, “selvi boylu yâr”dan uzak kalmışsan, bir de o “sevgililer günü” mesabesindeki “Öğretmenler Günü”nde hasta hâlinle bir inşaat işinde çalışmak durumunda kalmışsan…

    Böyle bir atmosferde, kalbinin damarlarından, hücrelerinin odacıklarından kopup gelen, dilinde tekrarladıkça içindeki yangını artıran dizeler, “bir alev hâlinde” diline düşer ve “Değmen benim gamlı yaslı gönlüme/ Ben bir selvi boylu yârdan ayrıldım/ Evvel bağban idim dostun bağında/Talan vurdu ayva nardan ayrıldım.” der der ağlarsın. Ağladıkça yüreğin fırtınalı ummanlara döner, ruhundan kopup gelen devasa dalgalar bedenine çarptıkça vücut gemini harap eder durur. Sözler, plağın diski ile birlikte seni yalçın kayalara savurdukça savurur. Dışarıda gökyüzünü saran bulutlar ağlarken senin dünyanın iki seması da o bulutların ağlayışlarını “Yara bende derman sende/Ya kendin gel ya da bana gel de” dizeleri eşlik eder.

    24 Kasım günü akşama kadar işte çalışıp akşamında hasta ve yorgun olduğum için gönlü benim gibi yaralı hiçbir arkadaşımın hatta gadre uğramış öğretmen oğlumun gününü kutlamaya dahi mecalim yoktu. Akşam yemeğinden sonra uzun boylu dinlendikten sonra kendime geldiğimde, öğretmen adayı kızımın, küçük oğlum ile birlikte geçen yazın aldıkları 3D Yazıcı marifetiyle "kitap ortası tutucu” aparatı hazırlamış olduğunu, yanına da “Büyük emeklerine küçük bir teşekkür. Öğretmenler Günün Kutlu Olsun. ????” şeklinde kısa ve güzel bir not iliştirdiğini bütün mahzun ve mahcubiyetimle gördüm ve çok duygulandım... Çok teşekkür ederim güzel kızım, tatlı çocuklarım, canım ailem.

    Sosyal medyada, bu yönde yaptığım paylaşıma, emekli imam-hatip olan Recep dayım, “Çok çok derinden içimizi çekerek mahzun dileklerinize biz de katılıyoruz. Evet, öğretmenler gününüz kutlu olsun, Yorgun hocam.” diyerek içten paylaşımlarıma hem manevi desteğini esirgemedi hem de bu yazının yazılmasına vesile oldu. Çok teşekkür ederim.

    ***

    Kutsal bir meslek olan öğretmenlik görevini aşk derecesinde sevenler için emeklilik yoktur; mesleği icrada bir format değişikliği vardır sadece. Bugün belki örgün eğitimden uzak kalış (emekli olunduğu için) söz konusudur ama yazmak, konuşmak, paylaşmak ile örgün bir eğitimden olmasa da yaygın eğitime dahil olarak bu mesleği icra hâli devam etmektedir.

    Mazi her zaman güzellikleriyle bizi çeker kendine. Eğitimci-şair Zeki Ömer Defne ne güzel resmeder bu hâli: “Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir./ Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,/ Duyacağım, iskelelerden, istasyonlardan bütün;/ Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan.../ Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.

    Öğrenme duygu ve düşüncemiz nasıl bitmeyecekse öğrendiklerimizi yaşamak ve yaşadıklarımızı anlatmak duygu ve düşüncesi de hiç bitmeyecek. Bir dalımız koparılıp toprağa düşse de toprakta kök salıp tekrar ağaç olup çiçek açacak, meyve vermeye devam edecektir.

    Yorgun olsak da bu yorgunluğumuzu zaman zaman alıp dinlendiren Rabbimden dileğim şudur:

    İçimizdeki bu şarkı hiç bitmesin!..”

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.