Çocukluğumda keçi oğlak güderken çakılarımızla tebeşir taşından veya çam kabuğundan kamyon, taksi, cip gibi nesnelerin yanı sıra tuzluk, tas, tabak gibi nesneler de yapardık. Onlar bizim göz nuru ve alın terimizle, emeğimizle ürettiğimiz ürünlerdi.
Su hayatın hayatıdır. Su olmazsa hayat da devam etmez. İnsan gıdasız daha uzun süre yaşayabildiği hâlde susuz yaşayamaz. Suyun bileşiminde var olan oksijene ihtiyaç duyar insan. Sadece insan mı, nefes alıp veren her canlı. Onun için oksijen de hayata hayat olan hayati unsurlardandır.
İnsan hayatına hem esas hem de çevresel etkenlerin olumlu olumsuz etkisi vardır. Güzel şeylerle beslenenlerin, hayatının devamına güzel şeyleri vesile edenlerin hayatları da elbette güzel olma yolunda bir başlangıç olacaktır.
Beslenme önemlidir ama fıtrat da önemlidir. Her fıtrat kendi iç yapısının gereğini yerine getirir. Türlü türlü nebat ve ağacın aynı topraktan beslendiği hâlde yapılarının, meyvelerinin ve tatlarının birbirine zıt özellikler barındırması onun fıtratına yerleştirilen programla ilgilidir. Aynı bahçenin toprağı diken de yetiştirir gül de. Limon da yetiştirir kiraz da. Yine aynı bahçenin torağından kavun karpuz da yetişir ebucehil karpuzu da diken de çalı da…
Her varlık kendi yapısına konulan harika programa uygun bir plan ve programla büyür, gelişir. Ama aynı toprakta aynı türün beslenmelerinin, hayatiyetini devam ettirme vesilelerinin farklılığı onun hem yapısını hem meyvesini ve hem de meyvesinin tadını farklılaştırır. Meselenin nirengi noktası da işte tam da burasıdır.
İmtihan sırrı
İnsanoğlu, bu dünyaya ebedi hayatını hazır etmesi için imtihan sırrıyla gönderildi. Dünya âleminde bazı nimetler cennetin, bazıları da cehennemin numunesi olarak yaratılmıştır. Yüce Yaratıcının, “adına yemin ettiği” varlıklardan biri değil midir incir ve zeytin? İşte bunlar cennet meyvelerindendir. Ateş, ısı cehennem meyvesidir ama hayatımıza hayattır ve bu dünya hayatımız için olmazsa olmazlardandır. Yeryüzünün merkezi ateşle, türlü maden eriyikleriyle dolu. Bu, düşünülmesi gereken bir hâl değil midir? Bütün bu birlikte çokluk, çoklukta birliklerin bizim tefekkür dünyamıza hayat olması için yaratılmış olması söz konusu değil midir?
İmtihan sırrıyla bu dünyaya gönderilen insan, o sırrın gereği gibi davranıp geleceğe öyle yürümesi gerekirken bunu yapmıyor ve “keyfema yeşa”, nefsinin emriyle dilediğince yaşıyor, özgürlüğü nefsine kölelikte buluyor, Allah’a kulluğu kölelik olarak görüyorsa testisini, tasını doldurduğu çeşmeyi değiştirmeli; hayatına hayat kılan yiyip içtiklerini, beslenme kaynaklarını kontrol etmelidir.
Sosyal hayatında hakkı, hukuku, adaleti, makam ve mansıplarda liyakati, değer ve yargılarda kişilere değil hakka sadakati kendine ölçü kabul etmiyorsa kişi; tasını hak ve hakikat değil; başka çeşmelerden doldurmuştur. Akan su helal olsa bile o tasa girince haramlaşır, tası tutanlar da haramidir artık. Aynı havayı ve aynı atmosferi paylaşıyor olsak bile gerçekte “içimizden biri” değildir onlar. Gül gibi güzel insanlar arasında dikenler bulunur ve güllere, gül gibi insanlara zarar vermek için.
Daha önceleri Faruk Nafiz Çamlıbel’in Sanat şiirinde de gördüğümüz benzer düşünme biçimini Üstat Bakiler’in Anadolu Gerçeği adlı şiirinde karşılaşırız. O, Anadolu insanının özelliklerini, sevgisini, şefkat ve merhametini, acılarını, acılar karşısındaki tavırlarını şiirin imkanları çerçevesinde dile getirir. Bunun yanında onun bu özelliklerine ters, aykırı ve zıt olanları da anmadan edemez, onların bir an için aramızdan çıkıp gitmelerini, bizi bizle rahat bırakmalarını söyler. İşte o dizeler:
“Kılığın kıyafetin sarmadı beni/ Söylediğin türküler bizim türkümüz değil/ Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını/ Yüreğinde nakış yok, acı yok bizden/ Bulutlar rahmetini kesmeden yavaş yavaş/
İnsanlar selâmını esirgemeden/ Savuş git içimizden”
Hayatı türlü çilelerle, hapislerde geçen bir başka dertli ve içli şairimiz Ahmet Arif, sevgiye ve sevgiliye ulaşma adına hasretten ne prangalar eskitmiştir art arda ne kışlar!.. Baharın geldiğini ancak görüşmecisinin getirdiği “yeşil soğan”dan haberdar olabilmiştir. Şimdilerde o yeşil soğana hasret prangalılar fazlasıyla vardır. Gül bahçesinde diken, güzellikler ülkesinde “elem çiçekleri” olanlar, güzele ve güzelliklere her daim zarar verenler için onun şu içli dizeleri her daim dilimizdedir: “Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız,/ Bahçeleriniz bahar görmesin.”
Duaya dahil olmak ve bedduaya uğramak
“Bahçesi bahar görmesin!”, aslında en belalı beddualardan, en lanetli sözlerden değil midir? Ama bilir mi zaten duanın kıymetini, bedduadaki yürek burukluklarını o yürekleri burkan, güzellikleri yok eden? Dua nedir, beddua nedir, lanetli söze uğramak ve onun muhatabı derekesine düşmek nedir, bilir mi o “kaba softa, ham yobaz”?
“Dünya, ahiretin tarlası”; elhak, ahiret yurdunda lazım olacak gıdalarımızı yetiştiriyoruz bu tarlada. Yetiştirebiliyor muyuz acaba? Cenneti de bu dünyadan götürüyoruz cehennemi de ateşini de. Cennette ekstra lütuflara mazhar olmamız merhameti sonsuzun ikramlarıyla mümkün. Emeğimizle cehennemi bir hayatı kazanmamız söz konusu iken Rahmet-i Rahman’ın merhametiyle ebedi cennetlere ermek de mümkün!
Testiyi, tası doldurmak için de doğru yerde durmak lazım. Her çeşmenin suyu temiz, her su da bengisu değil. Eskiden hak dostları tekkelerini suyun gözesine kurarlarmış. Bosna’da, Mostar’ın ortasından geçen Neretva nehrinin kollarından biri olan Buna nehrinin doğduğu gözede kurulan Blagay Alperenler Tekkesi bunun en bariz örneklerindendir. Yaklaşık yirmi yıl önce gitmiş, Sarı Saltuk tarafından kurulan o nezih tekkeyi görme imkânım olmuştu.
Dünyada değerler değer yitimine uğradığı gibi şimdilerde gözeler de tertemiz olma özelliklerini kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor. Şair Dilaver Cebeci, Hasret şiirinde bu hususa dikkat çeker: “Şu dumanlı doruklarda/ Boz şahinler uçmaz gayrı./ Gözelerden ağı çıkar;/ Alperenler içmez gayrı!” Haksız mı?
Pınarın başında duran testi
“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” hakikatinin gereği olarak güzele ve güzelliklere ermek için çaba ve gayret etmelidir. Elmalılı Yusuf Ümmi Sinan bu gerçeği hem dünyevi çabalar hem de manevi yolculuklar için baksanıza ne güzel söyler: “Bir pınarın başına/ Bir testiyi koysalar/ Kırk yıl anda dursa da/ Kendi dolası değil.”
İster gümrah olsun isterse oluklarından cılız miktarda sular akan çeşmeden testini doldurmak için onu suyun akarının altına koymalısın. Çeşmenin yanı başında yıllar yılı dursa o testinin orada, kendi kendine dolması mümkün mü? Maddiyat için de maneviyat için de illaki emek gerek, emek!.. Zaten atalarımız da “Emeksiz yemek olmaz.” diye buyurmuşlar, öyle değil mi?
Emeğe düşman hazır yiyiciler, gasp ediciler bu dünyada geçici bir serap cenneti yaşasalar da ahirleri ateşlerle kuşatılmış cehennemdir, bilmeliler. Böyleleri gönül insanı Yunus’ların ahlarını almışlardır, almaya devam etmektedirler: “Ak sakallı pîr koca bilmez ki hâli nice/ Emek yemesin hacca bir gönül yıkar ise”
Sözü, Erdem Bayazıt’ın hadisi şeriflerden ilhamla söylediği şu güzel dizelerle noktalayalım: "Yememiştir hiç kimse/ Elinin emeğinden daha hayırlısını"/ diyerek/ Şafak gibi alınlara terle yazılmış/ Hakkın mutlak ölçüsünü/ Elbet benim işçilerim çekecek/ Emeğin kutsal direğine.”
Emeğiyle hayatını kazananlara, emeğini çalıp çırptırmayanlara binler aferin, binler alkış!.. Emeğe ve insanların ekmeğine göz diken ekmek düşmanlarına binler nefrin!.. Öyleleri hakkın, hakikatin, hukuk ve adaletin çeşmelerinden değil başka başka çeşmelerden doldurmuştur taslarını, testilerini. Taslarında, testilerinde bal şerbet değil, zehir dolu, ağu doludur. Onların bir an önce içimizden savuşup gitmeleri gönlümüzün güzelliklerle dolması, yurdumuzun hakiki anlamda cennetlerden bir cennet, “selâm yurdu”, “barış ülkesi” olması dileklerimle.
***
Not: Emeklerin gasp edilmediği bir dünya bir an önce gerçek olsun!.. Hayatını alnının teriyle kazanan, emeğinin hakkını veren bütün emek insanlarının "Emek ve Dayanışma Günü" kutlu olsun.