|   | 
  • Cevahir Kadri

    'Bilmem Hatırlar mısın?'

    Gittin, ardına bakmadan, geriye çevirmeden bakışlarını. Giderken zihninden, kalbinden neler geçti bunu bilmeme imkân yok. Ama gidişin yüreğime atılmış bir kordu benim için, yakmaya o günden beri devam eden.

    Gitmek, bir yerden ayrılığın öyküsünü seslendirdiği kadar bir yere ulaşmanın, bir yerle buluşmanın, sevilenlerle vuslata ermenin destanını anlatır.

    Bulunduğun noktaya ve hâle göre gitmek bir nevi gelmek, gelmek de bir nevi gitmek ayrılmak olur. Varmak ile gelmek bu yönüyle aynı anlamı karşılar. Bir yerden ayrılınca gidersin, bir yere varınca da oraya gelirsin, gelmiş olursun.

    Gitmekte ayrılık, acı, hasret, özlem vardır; sıla burcu burcu burnunda tüter ama elinden gelen, yapacağın bir şey yoktur, sana güzel bir sabırla katlanmak düşer. Katlanmalar arttıkça bu kez zaman saçlarını dağıtır, seni ihtiyarlatır.

    Gitmek mi zordur, kalmak mı zor? Cevabı çok zor olan iki hâl, ikisi de zor. Merhum sanat güneşimizin o ruhları okşayan sesi kulaklarda, sözleri yüreklerde tanin eder şimdi: “Gitmek mi zor kalmak mı zor / Gitmek mi zor kalmak mı zor / O sabahı gel bana sor / O sabahı sen bana sor”

    Bir de yine kalpleri ve sazları titreten Karaç’oğlan çağlar ötesinden ses verir: “Vara vara vardım şu kara taşa / Yazılan geliyor sağ olan başa / Aman aman aman aman oy / Beni hasret ettin dosta kardaşa / Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm/Aman aman aman aman oy”

    Çağlar öncesinden söz açılır da Neşatî söze girmez mi? Söz de ayrılıktan açılmışken hem de… “Gittin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile / İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile” İstenir mi ey dost, istenmez tabii ki… senin olmadığın yerde muhabbetin, neşenin adı olur mu hiç?
    ****
    Karşılaşma

    Geçenlerde uğradığım bir sahafta karşılaştık onunla. O dediğim yıllar yılı, iyilik ve güzellik adına ne varsa gerçekleştirmeye çalıştığımız, kuru ve çorak toprakları gül bahçesine dönüştürmeye çalıştığımız, yeri yüreklerde olan vefalı bir dost.

    Yıllar yılı görüşememiş olmamız onun vefasızlığından değil, belki imkânsızlıklarımızdan, zamansızlığımızdan. Zaman bir kar tanesiydi çöllere düştü, yürekler yakan sıcaklığından eridikçe eridi, buharlaşıp gökyüzüne küme küme bulut oldu. Ama o elimizden kayıp gitti, tıpkı yıllar önce giden o dost gibi… “Sevmeyen ağlar mı gidenin arkasından?

    Dostlar birbirinin yokluğunda yüreklerinde, yâdında hep dostu vardır, bunu da ancak birbirini içten sevenler, birbirini dost bilenler bilir.  Bir Azeri türküsünde dile getirilmiştir böyle dostların sevgileri, arşa yükselmiş gönüllerin hâlleri: “Gözlerim yoldadır kulağım seste / Ben seni unutmam en son nefeste / Ey ceylan bakışlım, ey boyu beste / Gurbette sevgilim aklıma düştün / Nazende sevgilim yâdıma düştün” Söz bazen fazladan gelir dile bazen de hâli ifadeden uzaktır. Yâdıma düştü derken sanki unutmuşluğum vardı da hatırladım gibi bir şey akla gelmesin. Onsuz geçen günleri unutmak mümkün mü?


    Eşsiz günler

    Hatırlarsınız, işte şimdi oldu bu söz yerine geldi; TRT Haber’de Ömür Dediğin adlı güzel bir program var. Programda hüzün, acı, tecrübe, sevinç iç içe. Bu programa konuşan bir Mustafa dede vardı. Hani eşinin vefatı sonrası bütün günleri sayan, gözleri yaşlı, duygularını şiirle dile getiren Mustafa dede. Mustafa dede o programda eşi Hatice hanımın vefatı üzerine şöyle demişti dua niyetine: “Herkes bilemez eşin kıymatın/ Mevlâm etsin eyilere himmetin/Ama nasip etsin Hatice’me cennetin/ Gel beni de götürsene Haticem” dedikten sonra Haticem dünyadan göçeli 1918 gün oldu. Nasıl da saymam, nasıl da saymam. Sayılmayacak bir Hatice değil ki!.. dedikten sonra evde yalnız oturup yalnız kalktığını, yalnız yaşadığını, bazen başka köylere gezmeye gittiğini ifade ettikten sonra, o çok sevdiği eşi Hatice hanımın geri dönmeyişini sitem eder: “Kapı anahtarın aldım elime / O an acıñ girdi benim beynime / Altmışüç aydır gelmiyoñ sen yanıma / Bu kadar mı küstürdüydüm Hatice’m” Hatice ninenin gelmeyişini elbette biliyor Mustafa dede, ama gönül bu söylemeden de edemiyor işte. Rabbim her ikisine de bu saf, temiz sevgileri hürmetine cennetine alsın, orada buluştursun inşallah!

    Ya bizim kavuşmalarımız?

    Biz ise bu dünyada buluşmuş, karşılaşmıştık. O dostla yıllar sonra ilk karşılaşmamızdı. Bu ilk karşılaşmanın ilk anlarında hiçbir şey konuşmadık. Öyle ya birbirine hasret kalmış, söyleşmelere susamış iki dil, en azından “Vay dostum, nerelerdesin, yaşıyor muydun, ne hâldesin, çoluk çocuk nasıl?” gibi herkesin böyle ilk buluşmalarda söylediği harcıâlem sözlerden bir tane bile söylemedik.

    Şaşırabilirsiniz; hem bunca yıl hasret kaldık deyip hem de konuşmadan, öyle bakışıp sadece sarılmakla yetinmek olur şey değil, öyle değil mi?

    Öyle değil işte! İnsan sadece diliyle mi konuşur sanki!.. Evet, biliyorum dil hem lisan anlamında hem de gönül anlamında kullanılan zengin anlamlı bir sözcük. Evet, insan en çok da gönül diliyle konuştuğu, konuşabildiği zaman konuşulanlar daha iyi anlaşılır. Çünkü o dili gönül sahibi olmayanlar konuşamaz. Onlar bundan mahrumdur.

    ‘Bilmem hatırlar mısın?’

    Kelimeler nihayet tatilden geldi. Kelimelerin birkaçı orada peş peşe hemen sıralanıverdi de dostum dile geldi: “Bilmem hatırlar mısın?” dedi ve başladı geçmişe, geçmişin güzelliklerine dair anlatmaya!.. Hatırlamak, unutmanın bir sonrasıdır; unutma ve unutulma yoksa esasen, hatırlama ve hatırlanma da yoktur.

    Bilmem hatırlar mısın, dedi. Hep birlikte gezdiğimiz yerleri, okuduğumuz kitapları, suladığımız çiçekleri, çapasını, bakımını yaptığımız, çalısını çırpısını kesip topladığımız, bir gül bahçesine dönüştürdüğümüz bahçeleri, bahçelerdeki rengarenk çiçekleri, çiçeklere konan kelebekleri, ağaçların dallarında içli bir türkü tutturan bülbülleri, kumruları, güvercinleri!.. Dahası okuduğumuz kitap ve yazarı üzerine tartıştığımız serin olduğu kadar da apaydın olan o akşamları…

    Söze tekrar aynı cümleyle başladı dostum; “Bilmem Hatırlar mısın?” Aslında onun “Hatırlar mısın?” diye sorup ettikleri benimse hiç unutmadıklarımdı. Belli ki o da unutmamıştı. Dostum sözüne şöyle devam etti: Evleri çiçek bahçesi, çiçekistan yapanları, türlü türlü maddelerin konulduğu teneke kutularını çiçek vatanına dönüştürenleri, evladını gurbete yollayıp yol gözleyenleri, ailesinin yanına gidince gurbete gitmiş gibi evladı olarak gördükleri öğrencilerini bekleyen öğretmenleri, yanlış işler yapan toplumun önüne geçerek insanlara “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” diyenleri, hayırları iki günde eşit olunca kendisini harap olmuş olarak görenleri, başkasının dertleriyle dertlenenleri, gelenleri, gidenleri!.. Dostumun sordukları benim de zaten şuur dünyamda yer almadaydı zaten her daim.

    Benim sorularım

    Bu kez de sazı ben aldım elime, ah, gerçekten saz çalmayı ne kadar da çok isterdim bir bilseniz, bir bilseniz!.. Evet, aziz dostum bu kez de ben sorayım “Bilmem Hatırlar mısın?” Dünyanın en güzel şehrine, mekânlarına, mescitlerine yaptığımız ziyaretleri, o vesile ile ebedî hayatımızı kazanma adına yapılması gerekenleri öğrenme adına “dini yaşama bilgisi” adlı kitaptan okuduklarımızı, çoluk çocuğa karıştıktan sonra hayatı öncekinden biraz daha farklı algıladığımızı, insanlara insan olarak baktığımızı, toplum hizmeti yaparken hizmet alan insanlar arasında bile haksızlık yapmadığımızı, adaletsiz davranmadığımızı,  aile kavramının hem çocuklar hem de anne baba açısından ne kadar önemli olduğunu, bilhassa çocukların anne babası ile birlikte büyümesi gerektiğini savunup elden geldiğince uygulamaya koyduğumuzu, zulüm ve haksızlık etmekten sakındığımızı, insanların emeğine, malına, mülküne sahip çıkmasını ve onların yasal çerçevede korumaya alınmasını savunduğumuzu bilmem hatırlar mısın?


    Bu arada ben dostumla konuşmamızı naklettim ama onu tanıtmadım. Bir sahafta karşılaştığım bu dost: Kapı Yayınları arasında 3. basımı 2013 yılında yapılan “Bilmem Hatırlar mısın? - Ali Çolak” adlı deneme kitabı. Dostumla sizin de tanışmanızı bilhassa tavsiye ederim.
    ****
    Kitaptan bir bölüm:

    “Unutulmaktan korkarız hepimiz.
    ‘Beni unutma’ diye bir çiçek var mıydı?
    Mehmet H. Doğan'ın "Şimdi Uzaklardasın" kitabını okuyorum. Adına bayılıyorum bu kitabın. Şimdi Uzaklardasın... Birer birer göçüp gitmiş dostların ardından, onlar için, onlara dair yazılmış yazılar, anılar, hatırlayışlar... Edip Cansever, Turgut Uyar, Melih Cevdet, Can Yücel... Şiiri de yanına alarak çıkılmış eski zaman gezintileri.

    Birkaç gündür, şu 'hatırlamak' sözü dilimde dolaşıp duruyor. Onunla yatıp onunla uyanıyorum. "Yazarak kurtarabiliriz geçmişi geleceğin yağmasından, zamanın hoyratlığından." diyor Mehmet H. Doğan. "Hoyrattır bu akşamüstüler daima, diyerek başlayabiliriz örneğin"... Ardından, unutmak selinin önünden kaçırdığı bir öğle sonrasını anlatıyor: "1981 yazında, Ülker'le, Ediple, Turgut'la ve Turgut'un kedileriyle yaşanmış bir öğle sonumuz var. Bugünse ne Ülker, ne Edip, ne Turgut, ne de Turgut'un kedileri... Yalnızca ben kaldım o öğle sonundan bugüne. Bir gün ben de gidince, o güzel öğleden sonundan akşama kadarki zaman yaşanmamış gibi olacak. Gerçek dışı sanki:
    Oysa yaşandı.

    Yaşandıysa anlatılmalı.

    O günü anlatmakla başlıyorum. Arkası da gelecek. Şimdi uzaklarda olanları, bir daha kavuşmamız hayal olan sevdiklerimi, sevdiklerimizi yazı'ya terk edeceğim. Zamanın hoyrat ellerine bırakmayacağım onları."

    “Yaşanmamış gibi olacak..." Bu söz içime işliyor.

    Bir anın, bir hayatın yaşanmamış gibi olması ne kadar ürkütücü, ama gerçek! Ne çok an, ne kadar çok hayat yaşanmamış gibi oluyor! Zamanın hoyrat ellerinden kurtarılabilen yaşamakIar ne kadar az!

    Şu bizim yaşayıp durduğumuz küçük hayatlarımız da bir gün elbet yaşanmamış gibi olacak. Bütün yazma çabamızdan, o anlardan birer küçük hatırayı dondurmaktan ibaret değil mi? Zamanın elinden kurtarmak... Bir gün oturup birbirimize bakacağız, çok eski zamanlardan açar gibi, kısık bir sesle konuşacağız.

    Bilmem hatırlar mısın?..”

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.