“Boktan anlamaz, kenefe tabanca sıkar.” Bana rahmetli babamdan miras kalan özlü sözlerden biridir bu. Anlamadığımız, aklımızın ermeyeceği konularda fikir yürütmeye, ahkâm kesmeye kalkıştığımız zaman söylerdi bize. Bu sözü doğru yorumlamak, doğru kullanmak ve gereğini doğru yapmak önemlidir. Anlamıyor olmak başka şeydir, anlamaya çalışmamak başka şeydir. Benim yaptığım gibi yaparsanız olmaz yani. Ben, kavun karpuz satın alırken, satıcıya “Ver ordan bir tane.” deyip teslim olurum. Satıcının verdiğini kabullenirim. Ama satıcı, kendisi seçmemi teklif etmişken de seçmeye yanaşmamam doğru değildir. Doğrusu; anlamasam da doğru karpuzu seçebilme çabası göstermemdir. Çünkü bu, babamın söylemek istediğiyle aynı şey değildir. Doğru seçim yapabilmek için bir çaba göstermek, çok doğru ve gerekli bir davranıştır.
Pazarcı sana seçme izni verdiyse, elbette meyve sebze seçerken iyi gördüklerine, ezik çürük olmayanlarına yönelirsin. Seçimini doğru yapmaya çalışırsın. Bu durumda, eve vardıktan sonra pazarcıya küfürler yağdırma hakkın yoktur.
Oğluna gelin, (tersi de gayet normaldir) kızına damat ararken de doğru seçim yapmak çok önemlidir. Kaldı ki bu, domates, patlıcan seçmeye benzemez; yanlış seçim yapıldığında, kişilerin, ailelerin hayatları allak bullak olur.
Ev, arazi gibi gayrimenkul alıyorken, taşıt aracı alıyorken, iş arıyorken doğru seçim yapabilmek önemsiz midir? Dost edinirken, ortak ararken, mürşid ararken konu daha bir önem kazanır. Yani seçme hakkımızın, seçme şansımızın bulunduğu her durumda, seçimi doğru yapmaya çalışılmalıyız.
En önemli seçim, inanç seçimidir. Çünkü, bu seçim iki dünyamıza da şekil verecektir. Doğruya inanmak ve inandığın yolda dosdoğru ilerleyebilmek... Allah hiçbirimizi bundan mahrum bırakmasın.
Öğretmen seçmek, eğitimci seçmek de hem bireysel hem toplumsal açıdan önemlidir. Fakat bu sözüm yanlış anlaşılmasın; ben, çocuğumuzu teslim edeceğimiz öğretmeni seçmekten bahsetmiyorum. Bu da önemlidir ama şimdi benim derdim başka. Düzelteyim: Öğretmen olacak kişilerin, öğretmenlik görevi vereceğimiz kişilerin doğru seçilmesinden bahsediyorum. Çünkü ben bir eğitimci olarak bu konuda çok büyük yanlışlar yapıldığından muzdaribim. Bizde maalesef öğretmen adayları doğru seçilemiyor. Aslâ öğretmen olamayacak gençlerin eğitim fakültelerine kabul edildiklerini ve mezuniyetlerinden sonra da öğretmenlik görevi verildiğini gözlemlemekteyim. Bu, kendi başına ele alınması ve uzun uzadıya tartışılması gereken bir ‘seçme’ konusudur. Fakat girmeyeceğim. Çünkü ben sözü ‘siyasî seçim’lerde doğru adımlar atmağa getirmek istiyorum.
Muhtar seçmek, belediye başkanı seçmek, belediye encümenini seçmek, milletvekili seçmek, yani siyasal seçim yapmak apayrı bir önem taşımaktadır. Çünkü bu seçimleriniz, yalnızca sizi değil, sonuçta içinde bulunduğunuz toplumu da etkileyecektir. Yanlış seçim yaparsanız, başkalarının da hakkına girmiş sayılırsınız bir bakıma. Siyasal seçim yapmanın diğer şeyleri seçmekten çok farklı bir yanı daha vardır: Tezgâhtaki elma armut, gel beni seç demezler. Evler, taşıt araçları, gel beni seç demezler. Gelin adayları da dost adayları da mürşid adayları da öyle. Ancak, siyasal seçimde adaylar, öyle değildir; kendilerini seçmenizi yine kendileri isterler. Bunun için allanır, pullanır ve türlü reklâmlar yaparlar. Türlü vaadlerde bulunurlar. Ama küçük ama büyük, türlü yalanlar söylemekten çekinmezler. Diğer adayları da kötülemeden edemezler. Seçmenin işi zorlaşır, doğru seçim yapabilmesi zorlaşır. Yanlış seçim yapmanız ise hem sizin hem içinde bulunduğunuz toplumun sıkıntılara düşmeniz sonucunu doğurur.
İyilerin arasından (sizce) en iyisini seçmek durumundaysanız, yanlış seçseniz bile bu, omuzlarınıza büyük bir vebal yüklemez. Ama iyi olmayanların arasından en az kötü olanını seçmek, ona EHVEN-İ ŞER deniliyor, hiç de kolay değildir. Bizler, çoğu zaman bu açmazla karşı karşıya kalmaktayız. Ben yetmiş yıllık ömrümde kendimi hep bu açmazla karşı karşıya hissettim. Her siyasî seçimde, en iyiyi değil de ehven-i şer olanı seçmek zorunda kaldım. Bir toplum açısından ne de acıklı bir durumdur bu. Fakat toplum açısından daha da acıklı olanı; bir toplumun, iyi adaylara lâyık olamayacak kadar kötü olmasıdır. Hâliyle, böyle başa böyle tıraş yakışıyor.
Programlanmış şekliyle seçimlere çok vakit var. Bizim de seçim konusunu düşünmemize hiç gerek yok aslında. Ben gelişmiş bazı batılı ülkelerde halkın, konuyu seçimlere üç beş gün kaldığında gündeme aldığını ve seçim günü de oy kullanıp sakin sakin sonucu beklediğini biliyorum. Çünkü onlar, seçim sonuçlarının kendi yaşamlarıyla ilgili bir değişiklik getirmeyeceğini düşünmektedirler. Gerçekten de ister A, ister B iktidara geçsin, halkın temel hak ve özgürlüklerinde, ekonomik çizgilerinde fazla bir değişim yaşanmamaktadır. O halkların, politikadan daha öncelikli başka konuları vardır. Ama biz öyle miyiz? Daha seçimin ertesi gününden başlarız politika konuşmalarına, tartışmalarına. Önümüzdeki, elimizdeki işi doğru dürüst yapmak yerine siyasetle yatıp siyasetle kalkarız. Bunun gerçek suçlusu siyasetçilerdir aslında. Çünkü onlar, ya iktidarı kaybetmemek için ya da ele geçirmek için, politikayı gündemimize sokup dururlar. Çünkü HİZMET YARIŞINDADIRLAR(!)
Anladığımız kadarıyla, politikacılar yine seçim rüzgârları estirmeye, seçim hesapları yapmaya başladılar. Bunu biraz da medya körüklüyor. Çünkü medya mensupları, yorumcu denen kimseler de kendilerine iş çıkarmış oluyorlar. Esintilerle, algılarla savrulmaya hazır insanlarımız da konuyu gündemlerine sokmaya çok hevesli görünüyorlar.
Örneklere, ayrıntılara girmeğe gerek yok sanırım, bugünkü iletişim çağında herkes her şeyi bilmektedir. En azından gerçekleri bilmek isteyenlerin öğrenme imkânları mevcuttur. Hepimiz biliyoruz. Örneğin; ister iktidar olsun, ister muhalefet olsun, bizim politikacılarımız ve yandaşları, parmaklarını yalayabilmek için bal tutma hevesindedirler. Bizde siyaset, hele iktidarda olanlar için ballı bir uğraştır. Siyasetçilerin ortaya koydukları felsefelere, ideolojilere de inanmıyorum ben. En idealist görünenler bile koltuğu kapınca ideolojilerini falan unutuveriyorlar. İki yüzlü, avantacı birer sahtekâr oluveriyorlar. Üstelik sonuçta öylesine büyük maddî manevî çorbalar içiyorlar ki onların sahip çıktıkları ideolojilerden de soğuyor insan. Tabi, sadece bu kadar. Seçim günü geldiğinde yine aynı tas, aynı hamam.
Lafı daha fazla uzatmayı düşünmüyorum. Ama gerekli ama gereksiz, seçim konusunun gündeme oturtulduğu bu hengâmda söylemek istediğim şudur:
Öyle ya da böyle, siyasal seçimler, makam, mevki ve bunların sağlayacağı avantalar düşünüldüğünde, seçilmek isteyenler açısından çok önemlidir. İstisnasız hepsi, allanıp pullanıp önümüze çıkacaklar, türlü türlü vaadlerde bulunacaklar, çeşitli takiyyeler yapacaklar, birbirlerini karalayacaklar, belki yalanlar da söyleyerek kendilerini seçmemizi isteyecekler. Çok isteyecekler. Tâlip olacaklar. Bizde bu realite, kadimden beri böyledir maalesef.
Peki, biz ne yapmalıyız? Önce iyi birer insan, iyi birer yurttaş olmaya çalışmalıyız. Mefkûrelerimizi bir kenara koymamalıyız. Bencil ve küçük hesaplara takılmamalıyız. Futbol takımı tutar gibi parti tutmaktan vazgeçmeliyiz. Evet ya da hayır derken, sonrasını, daha sonrasını hesaplamalıyız. Güvendiğimiz kimselerle istişare etmeliyiz. Ve tabi, doğru kriterler çerçevesinde doğru seçim yapmaya çalışmalıyız.
Şu gerçeği de unutmamalıyız: HALK NASILSA, YÖNETİME TÂLİP OLANLAR DA ONLAR GİBİDİR. VE LÂYIK OLANLARIN DEĞİL DE TÂLİP OLANLARIN YÖNETTİĞİ BİR DEVLETİN BAŞI BELÂDAN KURTULMAZ! Sonumuzu Allah hayreyleye. Vesselâm.