|   | 
  • Kiralık Kalem (Satılık Değil Ama)

    "HAS DÂİRE" YERİNE "AVENE" DESEM YANLIŞ OLUR

    Geçen yıl ahirete göçen merhum Erdinç Çelikkol’u bilenleriniz vardır ama şahsen tanıyanlarınızın bulunduğunu pek sanmıyorum. Ben, şahsen tanıdım kendisini. 1977’de Bursa’da askerliğimi yaparken takıldığım BURSA TÜRK MÛSIKÎSİ DERNEĞİ’nde hocamızdı. Müzisyenliği konusunda konuşabilecek seviyede değilim ama mülâyim, nezih kişiliğini, kibar bir beyefendi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Derneğin bazıları orta yaşlı, çoğu genç müdâvimleri de iyi insanlardı. Hemen hepsinin resimleri hatırımdadır. Aralarından ismini de hatırlayabildiğim tek kişi ise Serdar Kaşıkçılar’dır. Çünkü kendisiyle irtibatım, Bursa’dan ayrılışımdan sonra da bir müddet sürmüştü. Erdinç Çelikkol’u niçin konu ettim şimdi: Talebelerinden bazıları, belki biraz kıdemlerine, belki müzik başarılarına dayanarak kendisinin etrafında bir HAS DÂİRE oluşturmuşlardı. Hoca’nın emrindeydiler evet. Ama aynı zamanda onu ablukaya almışlardı. Çin Seddi gibiydiler. Sanki Hoca’yı mülkiyetlerine geçirmiş, esir almışlardı. Hoca’nın yakını olmaktan dolayı egoistçe özel bir zevk duyuyor, onu diğer talebelerle falan paylaşmak istemiyorlardı. Dahası, kendi aralarında da kıskançlık yaşadıklarını gözlemliyordum. Ve tâbiri câizse, Hoca’yı güdüyor, en azından yönlendiriyorlardı. Onların muvafakatı, muaveneti olmadan Hoca’ya ulaşamazdık bile. Elbette kötü niyetli olduklarını veya tattıkları o mânevî hazdan başka bir çıkarlarının bulunduğunu söyleyemem. Fakat, böyle bir durumun varlığını ve bazı olumsuzluklara sebep olduğunu da teslim etmek zorundayım.

    İşin doğası mı böyledir bilmiyorum; siyaset çarkında, spor kulüplerinde, mekteplerde, tarikatlarda, cemaatlarda... pek çok yerde böyle bir durumun şekillenmesi kaçınılmaz oluyor galiba. Denizcilik dönemimde çalıştığım bir geminin makinistine diğer mürettebat, “gemi sahibinin köpeği” adlandırmasını yapıyordu. Çünkü adamın armatörle özel bir yakınlığı vardı. O adamın gücü, gemi kaptanının dahi üzerindeydi. Bu durum işin doğasında varsa ne diyebiliriz? Şunu diyebiliriz: Sözünü ettiğim böylesi has dâirelerdeki kişiler, şâyet iyi, olgun, kaliteli olurlarsa büyük bir sıkıntı çıkmayabilir. Buna BURSA TÜRK MÛSIKÎSİ DERNEĞİ’ndeki has dâireyi örnek gösterebilirim. Fakat bu kişiler, hodgam iseler, kıskanç iseler, fesat iseler, muhteris iseler... ve üstüne üstlük bir de câhil, ebleh iseler, çok olumsuz sonuçlara neden olurlar. Hele işin içinde maddiyat, rant varsa... parasal büyük bir potansiyele hükmediliyorsa ve yani ortada, tutana parmağını yalama imkânı veren bir bal varsa... Siyaset çarkını, spor kulüplerini ve bazı vakıfları, bazı cemaatları, bazı tarikatları şöyle bir aklınızdan geçiriverin isterseniz!

    Yine bizzat şâhidi olduğum bir başka has dâireden de söz etmek istiyorum: 1970-1975 yılları arasında Erzurum’da üniversite okudum. Orada, hayatımın en büyük kazançlarından biri saydığım Mehmed Kırkıncı Hoca’yı (Mekânı, Cennet’in en güzel köşelerinden bir köşedir inşallah.) tanıdım ve önüne diz çöktüm. İlmi üzerine söz söyleyebilecek seviyede birisi değilim ama bana “Bir kanaat önderi nasıl olsun istersin?” diye sorulsa, Bediüzzaman Hazretleri’ni saklı tutmak kaydıyla, “Kırkıncı Hoca gibi olmasını isterim.” cevabını veririm. Yukarıda “İşin doğası böyle galiba...” demiştim ya; Kırkıncı Hoca’nın etrafında da bir has dâire vardı. O yıllar itibariyle, o has dâiredeki insanların çoğunu hatırlıyorum ve hayırla, minnetle anıyorum. Kırkıncı Hoca’dan olduğu gibi onlardan da ayrı ayrı istifadelerim olmuştu. İyi insanlardı, bilgi sahibi insanlardı, fedâkâr insanlardı, adanmış insanlardı, âbid insanlardı. İyi ki de böyleydiler. Fakat sonuç itibariyle Kırkıncı Hoca’nın onların arasındaki konumu da Erdinç Çelikkol’un konumundan pek farklı değildi.

    Zamanında bana okul müdürlüğü yaptırmışlardı. Doğal, daha doğrusu zorunlu olarak benim etrafımda da bir has dâire vardı. Sekreter, iç hizmetler şefi ve müdür yardımcıları... Evet bu dâire zorunlu olarak oluşuyordu. Çünkü o insanlar, bir bakıma benimle aynı kaderi paylaşmak durumundaydılar. Öğretmenler, derslerini verir giderler. Hizmetliler, işlerini bitirir giderler. Ama has dâiremdeki kişiler, tatillerde bile benimle birlikte çalışır, benimle istişâre eder; sorun çözer, proje üretir, hesap verirlerdi. Yani kendilerinin dışındaki personele karşı bir rüchâniyetlerinin, bir ayrıcalıklarının bulunduğu inkâr edilemezdi. Fakaaat... işte bu noktada hadlerini aşmamaları da şarttır. Öncelikle, benim onların güdümünde olmadığımı, kendilerinin tasarrufunda bulunmadığımı bilmelidirler ve benim yetkilerimi kullanmağa kalkmamalıdırlar. Velilerle, talebelerle, diğer personelle aramda bir Çin Seddi oluşturmamalıdırlar. Diğer personelin değerlerini ve haklarını göz ardı etmemelidirler. Ayrıca bana yakınlaşma, beni sahiplenme adına kendi aralarında da rekabete girişmemeli, fitne ve fesat üretmemelidirler. Ben, şükürler olsun ki bu açıdan şanslı bir müdürdüm; has dâirem müsbet kimselerden oluşmuştu. Ve zaten işin de bilincinde olduğumdan, bahsini ettiğim sıkıntıları yaşamadım. ...Fakat her müdür, her lider, her başkan, her siyasetçi, her kanaat önderi, her mürşid benim gibi şanslı olmayabilir. En ulvî, en yüce dâvâların temsilcileri arasında dahi konu ettiğim sıkıntıları yaşayanların bulunduğuna şâhit olmaktayız.

    (O çarkın kendisi bizatihi çıkar ve fitne temeli üstüne kurulmuş olduğu için) siyaset çarkı hakkında herhangi bir şey söylemek istemem. Ancak sağ ya da ölmüş siyasî liderleri ve etraflarındaki “hasdâire”leri düşünmenizi, sonra da acı acı tebessüm etmenizi istiyorum. Milletvekillerini, belediye başkanlarını hattâ muhtarları bile hâriç tutmayın ama! Aynı şeyi, spor kulüplerine, çeşitli derneklere de teşmil edebilirsiniz. Sözünü ettiğim, büyük paralara hükmedilen zeminlerde işin içine maddî çıkarlar, rant hesapları da girdiği için, oralardaki has dâirelerde fitnenin, fesatın kol gezmesi kuvvetle muhtemeldir.

    Para ne belâ bir şey be! Olmasa da olmuyor, olsa da olmuyor. Düşünün, paranın evirilip çevirildiği cemaatlarda bile büyük fitneler yaşanıyor. Has dâirelerde bulunanların zaman zaman birbirlerine düştüklerini, birbirlerinin kuyularını kazdıklarını işitip duruyoruz. Ve hilâfet, verâset kavgaları... Sağlıklı bilgilere sahip bulunmadığımdan dolayı isim falan zikretmem doğru olmaz fakat sizler de benim konuya dâir işittiklerimi işitiyor, bildiklerimi biliyorsunuzdur. Bu bilginin her dâim akılda tutulması gerekir diye düşünüyorum. Liderler, önderler de çok dikkatli ve müteyakkız olmalıdırlar.

    Vesselâm.

    LİDERLERİN, ÖNDERLERİN ETRAFINDA OLUŞAN HAS DAİRELERDE, REKABET, FİTNE, FESAT

    RÜZGÂRLARIN ESTİRİLMESİNE hayır.

    Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.

    AVENE: "A'VAN" aslında "yardımcılar" demektir. AVENE kelimesi ise dilimizde genellikle "(FENALIKTA) YARDIMCILAR" anlamına kullanılmaktadır. "AVENE-İ HAVENE": hayınlık yardımcıları. "Silâhtar Paşa, zikr olunan avenesiyle meşveret edip..."(Naimâ) [Mustafa Nihat Özön: OSMANLICA-TÜRKÇE SÖZLÜK]

    R. Serdar Özmilli

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.