|   | 
  • Kiralık Kalem (Satılık Değil Ama)

    R. Serdar Özmilli: BENİ CEPTEN ARA

    Bilirsiniz, aralık ayının otuz birinci yani yılın son günü, çarşılarda, caddelerde bir koşuşturmadır gider. Özellikle büyük şehirlerde bu böyledir. Sanki mahşer kalabalığı gibi, bütün insanlar sokağa dökülürler. Eller ceplere atılır, gerekli gereksiz pek çok şey satın alınır. Dükkânların vitrinlerine, pamuk kullanılarak kar yağmış görüntüsü verilmiştir. Özene bezene süslenen bazı vitrinlere Noel Baba mankenleri oturtulmuştur. Ve Noel ağacı çılgınlıkları… Dükkân sahipleri de müşterilerini bıyık burarak beklemektedirler.  

    Biraz gereksiz, biraz yapmacık bu telâş, gün batımına kadar sürer. Akşamına da sofralar kurulur, içkiler içilir. Teypler, radyo ve televizyonlar sonuna kadar açılır. Evlerden, meyhanelerden, gazinolardan, bangır bangır müzik seslerine karışmış “Mutlu Noeller! Mutlu yıllar!” dilekleri, kahkaha sesleri, çılgınca gürültüler yükselir. Birçok insan da sokaklara dökülür… 

    Geçen 365 gün boyunca yorgun düşmüş, suratları asılmış kentler, bu gece, belki de eskisini aratacak, daha yorucu, daha yıpratıcı geçecek yeni bir yıla girmektedirler… Yine insanlar pis duygularına yenik düşüp yıl boyunca türlü kötülükler yapacaklar, yeni yılı da kendi mutluluklarını da acılaştıracaklardır. Yine yalan söyleyecekler, yine çalıp çırpacaklar, vergi kaçıracaklar, rüşvet verip rüşvet alacaklar… Yoksullukla kıvranan bir kısım insanları görmezden gelirlerken, sevgi ve şefkatlerini evlerinde besledikleri kedi ve köpeklere yöneltecekler ama bir yandan da vahşice avlanıp yaban hayvanlarının soylarını kurutacaklar… Ormanları yakacak, çiçekleri koparacak, çimleri çiğneyecekler… Savurganlık içinde yüzecek, çevreyi kirletecek, apartmanlarında gürültü yapacaklar… Ve sanki bütün bunları kutluyormuşçasına bir de araçlarındaki havalı kornalarla insanları rahatsız edecekler… Gelen yılı da böyle geçirecekler; değişen, güzelleşen hiçbir şey olmayacak.  

    Aslında “Eğleniyorum, yılbaşını mutlu geçiriyorum, yıl boyunca mutluluklar diliyorum.” diyen insanlar da bunu bal gibi bilirler ya yine de bile bile lâdes demeyi yeğlerler. Yani Erzurumlunun dediği gibi; “yalandan eşek olurlar” işte. 

    31 Aralık 1998, Perşembe günüydü. Bir gün önce getirdiği yağmurla her tarafı çamura bulayan lodos, yerini kuzeyli bir rüzgâra bırakmış, hava çok soğumuştu. Kar bulutları, batmak üzere olan güneşin önünde el ele tutuşmuş, akşamın çöküşünü biraz daha erkenleştirmeye çalışıyorlardı.  

    Tutku, Şirinyer Tansaş’ın önündeydi. Elindeki kutu koladan bir yudum içti. Bu soğuk havada kola içini üşüttü. O bunu hissetmedi bile. Kolayı zaten, içi yandığı veya susadığı için almamıştı. Kutuyu, elinde kişiliğini bütünleyen bir aksesuar olarak taşımaktan hoşlanıyordu. Böylelikle daha modern göründüğünü düşünürdü. Daha sosyetik… Ve belki biraz da erotik… Aklına ayakkabıları geldi. Yüzünü ekşitti biraz. Ayakkabıları havasını bozuyordu. Herkes markalı ayakkabılar giyerken kendisi, babasının aldığı bu sıradan ayakkabılarla gezmekten rahatsız oluyordu. Çok da sağlamdılar ve ayaklarını sıcacık tutuyorlardı. Ama markalı değildiler.  

    Kolasından bir yudum daha içti, ayakkabılarına bakarak bir iki adım daha attı. Ellerinde dolu poşetlerle geçmekte olan bir adama çarptı. Neredeyse kola kutusunu düşürecekti. Özür diledi. Adam kendisine ters ters baktı. Sanki suçlu ayakkabılarıymış da onları cezalandırıyormuş gibi kaldırıma bir tekme attı. Gitti, yaşlı çitlembik ağacının yanında durdu. “Riki, telefon kulübesine varmış mıdır acaba?” diye düşündü. Saatine baktı; üç dakika kalmıştı. Otobüs durağına doğru yürümek için kaldırımdan yola indi. Tam o sırada geçmekte olan kamyonun penceresinden bir adam dışarıya tükürdü. Ve tükürük gelip Tutku’nun saçlarına yapıştı. Tutku bir anda olayın farkına vardı, elini kaldırdı, bağırmak için ağzını açtı. Fakat yetiştiremedi, bağıramadı. Donup kalmış, boğazından ses çıkaramamıştı. Vücudu tiksintiyle kasılmış bir hâlde kamyonun arkasından baktı. Neden sonra kâğıt mendille saçlarını temizlemeye çalışırken dudaklarından bir mırıltı döküldü: 

    -“Pis domuz! İğrenç ayı!.. Lânet olsun…” 

    Riki, telefon kabinlerinin bulunduğu yere yaklaştı. Kabinlerin ikisi de doluydu. Birinin önünde bir kız da sıra bekliyordu. O, diğer kabinin önüne dikildi. Saatine baktı; bir, bir buçuk dakikası vardı.  

    Riki, uzun saçlarını lastikle bağlayıp at kuyruğu yapmış, on sekiz yaşlarında bir oğlandı. Asıl adı Rıfkı’ydı ama arkadaşlarının kendisine “Riki” demelerinden hoşlanırdı. Girdiği üniversite sınavında başarılı olamamış, bu yıl yeniden dershaneye başlamıştı. Soğuktan üşüdüğünü hissetti, bir eliyle montunun yakasını kaldırdı. Burnuna, kulaklarına elledi. Küpeli kulağını biraz ovuşturdu. Saç uzatmayı ve küpe takmayı çok seviyordu. Bir de Dayana’yı gezdirmeyi… Diğer eliyle kucağında tuttuğu Dayana’yı göğsüne daha bir sıkı bastırdı. Bu, köpekten çok kediyi, daha doğrusu tavşanı andıran yumruk kadar bir köpekti. Riki boşalan telefon kabinine girerken hayvan korkudan titriyordu.  

    Tutku, otobüs durağına doğru birkaç adım atmıştı. Durağın çok kalabalık olduğunu görünce yüzünde, deminki öfke yerine bir sevinç ifadesi belirdi. Hava iyice kararmıştı fakat durak, lambalarla ışıl ışıldı. İstense kitap bile okunabilirdi. Herkes birbirini rahatlıkla görüyordu. Zaten durakta beklemeyi biraz da bu yüzden tercih etmişti. Elektrik direğinin yanına geçti. Kolasından bir yudum daha aldı. Kutuyu salladı, boşalmıştı. Gözleri bir çöp bidonu aradı. Yoktu. Ama bu boş kutudan kurtulmalıydı. Çünkü biraz sonra elindeki cep telefonu çalacak ve Riki ile konuşmaya başlayacaktı. Sağına soluna göz gezdirdi, kendisine bakan kimsenin bulunmadığına kanaat getirince, usulca eğildi ve kutuyu elektrik direğinin dibine bırakıverdi. Doğrulduktan sonra da farkında değilmiş gibi ayağının ucuyla itip kaldırımdan aşağı yuvarladı. İşte tam o sırada telefon çalmaya başladı. Duyduğu haz, yüzünden okunuyordu. Sanki her zaman yaptığı, olağan bir iş yapıyormuş gibi telefonu kulağına götürdü: 

    -“Alo!” 

    Riki, Tutku’nun sesini duyunca rahatlamıştı. Böylece kızın isteği yerine gelmiş olacaktı. Aslında O, Tutku’nun bu cep telefonu sevdasına bir anlam veremiyordu. Cep telefonuyla konuşmak insanın başını göğe mi erdirirdi? Üstelik ille de dışarıda konuşacak ve bunu başkalarına gösterecek… Fakat Tutku’yu kıramazdı ya. İsteğine boyun eğmiş, “Haydi bakalım, hevesini alsın bari.” demişti. Oysa Tutku hâlen daha bu cep telefonunu nereden bulduğunu, sonra ne yapacağını kendisine anlatmamıştı. Sadece “Uzun hikâye; boşver sen.” deyip geçiştiriyordu. Riki bunları düşünüp bir an sessiz kalınca, Tutku’nun sesi, biraz kaygılı bir şekilde tekrar duyuldu: 

    -“Aloo! Buyurun!..” 

    Riki toparlandı ve: 

    -“Alo Tutku! Neredesin şu an? N’apıyorsun?” 

    -“Merhaba hayatım. Hây! Otobüs durağındayım ve otobüs bekliyorum.” 

    Riki şaşırmıştı: 

    -“Aa! Otobüs mü bekliyorsun!? Nereye gideceksin? Hani ne konuşmuştuk seninle?..” 

    -“Sersem Riki! Otobüs durağında başka niçin beklenir? Anlamıyor musun?!. Meraklanma, nasıl konuştuysak öyle yapacağız.” 

    -“Haa! Anladım. Yani…” 

    Tutku, gereğinden büyük bir kahkaha attı. Sol kaşını kaldırarak duraktakileri süzdü. Kahkahasından sonra kendisiyle ilgilenenler çoğalmıştı. Herkes, O’nun ceple konuştuğunu görmüştü. Çocuklu bir kadın açıktan açığa kendisine bakıyordu. Yaşıtı olan bir kız ise gizli gizli Tutku’yu inceliyordu. Kim bilir belki de elindeki cepten dolayı Tutku’ya özeniyor, O’nu kıskanıyordu. Tutku öyle düşündü. Sanki konuştuklarının duyulmasını istemiyormuş görüntüsüyle ama sesini biraz daha yükselterek; 

    -“Tabi ya güzelim, otobüs bekliyorum. Otobüs durağında tren beklenmez ya…” dedi ve bir kahkaha daha attı. 

    -“Tutku, hazır konuşuyorken anlatsana, bu cebi nereden, kimden aldın?” 

    -“Aman Riki! Sen de… Kaçıncı soruşun bu? Takma kafana, boşver. Uzun hikâye… Ama şu an Yeşim’in de burada olmasını ve beni görmesini isterdim doğrusu.” 

    -“Ne alâka! Yeşim görse ne olur, görmese ne olur?” 

    -“Çok alâka. Sen bilmiyorsun…” 

    Tutku, fıkır fıkır, şıkır şıkır anlatıyordu. Konudan konuya geçiyor, Riki’ye sorular soruyor, O’nu da konuşturuyor, bazı söylediklerine kahkahalarla gülüyordu. Bu arada duraktakilere bakıyor ve attığı havanın yerini bulup bulmadığını takip ediyordu. Duraktaki insanlar sürekli değişiyordu. Otobüsler geldikçe bekleyenler binip gidiyorlar, yerlerine yeni kişiler geliyordu. 

    Beri tarafta Riki zor durumdaydı. İnsanların hepsi sanki O’nu bekliyormuşçasına telefon kulübesinin önüne yığılmışlar, sıra bekliyorlardı. Riki arkasına dönmüyor, bekleyenlerle göz göze gelmemeye çalışıyordu. 

    -“Tutku artık kapatıyorum, sırada bekleyenler iyice arttı burada, bana ters ters bakıyorlar…” 

    -“Hayır kapatma, sana söyleyeceğim çok önemli şeyler var.” 

    -“Fakat çok uzattık. Bekleyenlere haksızlık bu.” 

    -“Çok mu uzattık?! Demek ki sen benimle konuşmaktan hoşlanmıyorsun. Peki Riki, unutma bunu…” 

    -“Yaa kaçıncı defadır söylüyorum; öyle demek istemedim. Telefon yerine yüz yüze … Bak Dayana da kucağımda huysuzlanmaya başladı…” 

    -“Kapatırsan ölümü gör! Zaten dirimi de bir daha göremezsin, haberin olsun.” 

    -“Niçin böyle yapıyorsun Tutku; yarım saattir konuşuyoruz… Peki peki söyle bakalım, neymiş o çok önemli şeyler?” 

    -“Yeşim’in aldığı ayakkabılar kaç paraymış biliyor musun: Tam yirmi sekiz milyon… Ayyy! Allah cezanı versin! Lânet olasıca herif!..” 

    -“Ne!? Efendim? Anlayamadım…” 

    -“Terbiyesiz öküz!..” 

    -“Kendine gel Tutku, ne biçim konuşuyorsun?!” 

    -“Üstüm başım berbat oldu… Şey, özür dilerim Rıfkı, sana demedim. Şu dolmuş şoförüne diyorum. Öküz herif! Yoldaki çamurlu suyu üzerime sıçrattı. Allah cezasını versin. Bugün her aksilik de beni buluyor… Şu Yeşim, diyordum… Beni dinliyor musun Riki? Heey Riki!..” 

    -“Bağırma yaa, dinliyorum işte. Hay dinlemez olaydım…” 

    -“Riki!.. Duymamış olayım…” 

    Tam o sırada, sabrı taşmış olan yaşlı kadın telefon kabininin kapısını açtı ve Riki’ye bağırmaya başladı: 

    -“Kızım yeter artık! Bu ne bitmez konuşma be! Şimdi düşüp bayılacağım.” 

    Riki arkasına döndü. Korktuğu başına gelmişti. Fakat haksızlığa uğramış bir insan edasıyla kadını tersledi: 

    -“Ne demek istiyorsun hanfendi!? Ne kadar konuşacağımı sana mı soracağım?.. Hem kızım mızım deyip durma, fena yaparım!..” 

    Tutku şaşırmıştı: 

    -“Kimi fena yaparsın?!. N’oluyor sana yaa?..” 

    Kadın burnundan soluyordu: 

    -“Ay sen erkek miydin… ister kız ol ister erkek, yarım saattir telefonu işgal ediyorsun!..” 

    -“İşgal ne demek be! Paramızla konuşuyoruz! Sen de git başka telefondan konuş. Defol!” 

    Tutku’nun şaşkınlığı, kadının ise öfkesi artmıştı. 

    -“Riki neler saçmalıyorsun!? Ağzından çıkanı kulağın duysun!” 

    -“Paranla da konuşsan kısa keseceksin! Hoş babanın telefonu değil ya…” 

    Riki telefona: 

    -“Ben mi saçmalıyorum?! Saçmalayan başımın belâsı bir kadın var burada…” Kadına döner, kabinin kapısını göstererek; “Kapat şunu da işimize bakalım yaa!” 

    -“Kucağına da bir köpek almış. Terbiyesiz züppe! Şimdi polis çağırırım da görürsün!” 

    -“Riki ne biçim konuşuyorsun yaa! Terbiyeli ol. Bak sonra başka türlü davranırım…” 

    -“Terbiyesiz sensin pis karı! Ne halt edersen et!” 

    Tutku, telefon konuşmasındaki bu anlaşılmaz durumun telâşından fark etmemişti ama duraktaki herkes, kaldırım boyunca gelmekte olan bisikletliye bakmaya başlamıştı. Ortalık bir anda karışmıştı… Biraz ileride bir adam, bisikletiyle yaklaşmaktaydı. Yaklaşıp yaklaşmadığı da pek belli değildi ya. Bisiklete biniyor, daha bir iki pedal çeviremeden düşüp yuvarlanıyordu. Güç belâ tekrar kalkıyor, bisikleti kaldırıyor, elinde bisiklet iki üç adım ilerliyor. Tekrar binmeye çalışıyor, tekrar düşüyor… Homurdanarak yerden zorlukla kalkıyordu. Yüzü gözü patlamış, üstü başı kan içinde kalmıştı. Belli ki sarhoştu. Yılbaşı kutlamasına biraz erken başlamış ve daha akşamın bu saatlerinde sarhoş olmuştu. Ve sarhoş kafayla bisiklete binmeye çalışıyordu. 

    Riki’nin son sözleri bardağı taşırmıştı. Yaşlı kadın, yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle kabinin içine uzandı, Riki’nin saçlarına yapışarak var gücüyle dışarıya çekti. Riki gafil avlanmıştı; sendeledi, elinden telefonu düşürdü ve kabinden dışarıya sürüklendi. Dayana kucağındaydı ama o da korkudan idrarını salıvermiş, Riki’nin göğsü, kucağı ıslanmıştı. Kadın kendisini tartaklarken orada bulunanlar araya girdiler.  

    Tutku iyice şaşırmış; ne diyeceğini, ne yapacağını bilmez bir paniğe kapılmıştı.  

    -“Riki! Hey Riki! N’oluyor yaa?!.” 

    Etrafındakileri falan gözü görmüyordu. Telefona avazı çıktığı kadar bağırıyordu: 

    -“Yaa Allah’ın cezası! Sen manyak mısın be! Ulan seni adam bildik, sen manyak çıktın! Seni ben… be be be ben…” 

    Cümleyi tamamlayamadı. Sarhoş bisikletliyi görmüştü. Adam, düşe kalka kendisine doğru ilerliyordu. Homurdanıyor, böğürüyor ve bisiklete binmeye çalışıyordu. Kanlı yüzü çok korkunçtu… oradakilerin hepsi kenara kaçışmış, uzaklaşmışlardı. Şaşkın ve dehşet dolu gözlerle bakıyorlardı. Ortada sadece ikisi vardı. Sarhoş bisikletli ve Tutku. Tutku kekeledi: 

    -“Be be be ben… A a a aman Allahım!” 

    Korkuyla bir adım geriledi. Dondu. Fakat sarhoşla aralarında sadece iki metre mesafe kalmıştı. Sarhoş adam tekrar bisikletine binmeye çalıştı. Bir ayağını güç belâ kaldırıp aşırttı. Seleye oturdu. Pedalı çevirmeye yeltendi. Tutku dehşet içindeydi. Bir adım daha geriledi. Sarhoş, pedalı iki tur çevirdi ve yine sallanıp kaldırıma yuvarlandı. Tutku’nun üzerine düşecekti. Tutku feryadı basarak kaldırımdan aşağı sıçradı. Ama kola kutusuna basmıştı. Ayağı burkuldu, dengesini kaybetti. Sarhoşun üzerine yıkıldı. Sağ elindeki telefon fırladı. Sol eli ise sarhoşun kanlı yüzüne denk gelmişti. Sarhoşun üzerine iyice kapaklandı. İçi ürperdi, gözleri karardı. Bayılıyordu. Ağzından son bir haykırış döküldü: 

    -“Cebim!..” 

     

    MODANIN, MARKANIN, TAKLİTÇİLİĞİN, ÖZENTİNİN ESİR ALDIĞI KİŞİLİKSİZ, RUHSUZ GENÇLİĞE HAYIR. 

    Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler. 

     

    R. Serdar Özmilli 

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.