İnsanız ya, ne sıcağa gelebiliyoruz ne de soğuğa… Biraz sıcak olmayagörsün hemen bir serin gölge, bir serin ortam arayışı içerisine gireriz. Soğuklar başladı mı da bulunduğumuz ortamı, yuvamızı sıcak tutmaya çalışır; sobaları yakar, kombileri açarız. Yetmedi mi dolaplarda yazda güzde âtıl duran elbiseleri hatırlar, onlara koşarız, onlar koşar imdadımıza hemen.
Sıcağa tahammül belki ama soğuğa, zor çok zor!.. Sıcakta terler, belki yelpazelenir, mendille terlerimi silerim. Ama soğuk öyle basit işlemlerle karşı koyulacak bir hâl değil ki!..
Allah’ın yarattığı her şey, ayrı bir güzellik, ayrı bir nimet; bunun farkındayım, yeterince şükrünü eda edemesem de!..
Kış, aslında zamanın, tabiatın gecesidir; orada tabiat ve beraberindeki birçok canlı uykuya dalar. İnsan olarak bizler de onların uykusuna “kış uykusu” adını veririz.
Sabah kalkıp baktım, renklerin beyazda eşitliğinin yaşandığını gördüm. Bu hâl beni bu yazıya çekti. Renkler de beyaz örtüyle birlikte uykuya yatmışlar; haydi bunlara da “renklerin uykusu” adını verelim. Renkler uyur mu? O ne demek, uyumaz olur mu hiç? Elbette uyur. Kar yağınca bütün eşyanın rengi beyaz olur da diğer renkler o beyaz renkli örtünün altında güneş gelinceye kadar renk uykusundadır. Bu, yeni bir durum değil; sadece o hâl, tarafımızdan şimdi dile getirilerek ifade edilmiş, o kadar.
Soğuğa karşı soğuk muyuz biz? Hiç sanmam. Hayatımızın içindedir o. Belki de her an dilimizde, gönlümüzde. Kalpler soğumaya görsün, insanların arası açıldıkça açılıyor. Kalplerinin arasına yerleşen o soğukla birlikte aralarına âdeta ses hızında itme gücü olan gergin yaylarla fırlatılmış gibi insanlar birbirinden uzaklaşıyor.
Soğuk kelimesi en çok da kışla irtibat ve iltisaklı. Hatta kış mevsiminin asil bir üyesi. Soğuk kelimesinin dilimizde yediden fazla anlamı var. Bir de şairlerin dizelerinde, nasirlerin satırlarında, gönül ehlinin sadırlarında yer eden anlamlar vardır ki onlar sözlüklere girmemiş, sözlüklerin satırlarında başköşelere oturup sayfaları kabartmamışlar henüz.
Kış nasıl ki yazın karşı olarak kendini konumlandırmışsa sıcağın karşıtı olarak da soğuk konumlandırmış kendini. Sözlüklerde “Isısı düşük olan, sıcak karşıtı” olarak bulmuş ifadesini; bu birinci anlam, bunu herkes bilir. Hani halk arasında bir söz vardır, “Bunu deden de bilir.” diye, o hesap, soğuğun bu anlamını “Deden de bilir.” zaten herkes gibi.
Kelimelerin anlamları kardeşleri gibidir bir ailenin. İşte soğuğun da ikinci anlamı o kardeşlerden: “Üşütecek derecede ısısı olan.”. Üşümek, bir canlılık emaresi ve eylemidir. Canlı olmayan üşüyemez. Taşlar canlı değildir ama onlar da üşüyebilir, çünkü üşüdükten sonra gelen güneşle çatım çatım çatlayabiliyorlar. Güneş varken soğuk durabilir mi? Bu, güneşin ne derecede bize ısı gönderdiğine bağlı. Sözüm meclisten dışarı; ısıda cimrilik ederse güneş, onun varlığında da hep “hıdıdık çekeriz” biz.
Güneş dünyamıza uzaktan uzaktan bakarsa veya -ak veya kara fark etmez- bulutların arkasına saklanarak bizimle sobeleme oynarsa işte yandık o zaman!.. Yandık dediğime bakmayın, donmaktır o donmak. Donmak da bir nevi yanmaktır zaten. Cehennemin bir katının adının da Sakar olması, oranın özelliğinin de soğuğu ile yakması olarak bilinir. Bunu bilmiş olalım. İşte bu bağlamda, soğuk kelimesinin anlamı “ısının üşütecek kadar az veya düşük olması durumu”nun ifadesidir.
İnsan görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen, zahiri ve batıni olmak üzere iki boyutludur. İnsan, iki boyutlu olur da her anında yanından ayırmadığı kelimelerin ve anlamlarının tek boyutlu olması düşünülebilir mi? Kır atın ya huyundan ya suyundan. Kelimeler de maddi ve manevi, gerçek ve mecazi olmak üzere iki boyutlu anlama sahiptir. Bunu dedim ya, soğuk kelimesi hemen koşar adım yanıma yaklaştı ve bana “Burada benden bahsediliyor galiba?” dedi ve insanların davranışlarıyla ilgilendiğini ve onların bazı davranışları için “duygudan, sevgiden yoksun olan, yakın ve içten olmayan, ilgisiz” gibi bir nitelemede bulunarak onların hâllerine ayna olmak gibi bir görevinin bulunduğunu belirtti.
“İnsan davranışları demişken” dedi soğuk, “onlarla, onların hâlleriyle ilgili başka söyleyeceklerim de var.” diye sözlerine ilave etti. Meselâ dedi, “İnsanların öyle hareketleri, davranışları, davranış biçimleri vardır ki onları “sevimsiz veya yersiz, antipatik” olarak nitelemekten başka çarem yoktur. Hiç kimse kusura bakmasın ve adı soğuk olan bana karşı da soğuk davranışlar içerisinde bulunmasın. Bu onların kendi hâlleri” demeyi sürdürerek.
Her varlık bir âlemdir, insan da apayrı bir âlem. İnsan âleminin kendi türleri arasındaki davranışları onları bazen yaklaştırır, birbirlerine ihtiyaç duyarlar, bazen de fıtratlarının bir gereği olarak birbirilerinden uzak durmak isterler. İşte insanın her zaman beraber olduğu hemcinsiyle beraber olmak isteği azalır ya işte onun bu hâlini ben böyle, burada anlattığım gibi ifade ederim. Mesele, yeterince anlaşılmış olmalı, ârife hiç tarif gerekir mi?
“Ah insan, her şeyi düzgün yapsan ne olurdu sanki!.. İllaki her şeyin mükemmel olmasını istiyor ve bekliyorsun, sen kendi tavır ve davranışlarında o mükemmelliğe eriştin mi ki?” Soğuğun, insana böyle demesi boşuna değil; şimdi söyleyecekleriyle bağlantılı bir durum bu: “İnsan bazı davranışlarını, bazı fiillerini “ilgisiz, sevimsiz bir biçimde veya memnuniyetsizliğini belli ederek” yapmaya çalışır ya işte insanın o hâlini de insan, benim adımla ifade eder. İki insan belli bir süre sonra bir yerde karşılaşır. Biri diğerinin hareketlerinden hiç hoşlanmamıştır, sevmemiştir onun bu tavrını. İşte soğuk karşılamıştır biri, bir diğerini insanın.”
“İnsanlar, bir de kalıplaşmış sözleri olan deyimlerinde kullanırlar beni. En başında gelenleri “soğuk almak, soğuk çalmak, soğuk çıkmak, soğuk durmak, soğuk duş etkisi yapmak, soğuk düşmek (veya kaçmak), soğuk ter dökmek (veya basmak veya boşanmak) ve soğuk vurmak (veya yakmak)”tır.
Söylemişken bir de benimle her zaman birlikte olan ayrılamadığımız, âdeta “bir bedende can gibi” olduğumuz kelimeler vardır. Genelde kendilerinin dışındaki varlıklarla ilişkilerinde kullanırlar bizi insanlar. Bu tabi her zaman öyle değildir. Bazen de sağlık durumlarını, sosyal hâllerini, yiyeceklerini, içeceklerini, atmosferlerini vb. İşte onlar da bir koşuda geldiler. Biz çabuk geliriz, hele önceden bildiklerimize daha çabuk geliriz dediler ve geldiler: “soğuk algınlığı, soğuk bez, soğuk büfe, soğuk dalgası, soğuk damga, soğuk harp, soğuk hava deposu, soğuk ısırması, soğukkanlı, soğuk nevale, soğuk renkler, soğuk savaş, soğuk şaka, kuru soğuk, kocakarı soğuğu, öküz soğuğu”.
Soğuk deyince insan olarak benim aklım üşür, hafızam üşür, ruhum bedenimle birlikte üşür. Soğuk denince aklıma Sarıkamış gelir, soğuk uykuya dalan Sarıkamış Şehitleri gelir. Sadece Sarıkamış’takiler mi elbette hayır? Milletinin rahat ve huzur içerisinde yaşaması için soğukta, dağlarda, hudutlarda nöbet tutan, talim eden askerlerimizi, yiğitlerimizi düşünür üşürüm.
Üşümem soğuk yerde oluşumdan değil, aramızda soğuk rüzgârların estirilmesindendir. Birlik ve beraberliğimize kastedenlerin “millet fakr u zaruret içerisinde bitap düşmüşken” zevk ü safa sürmelerinden üşürüm. Varlıklarını, güçlerini milletin akıllarına ve gönüllerine algılarla bıraktıkları soğukluk bombalarının etkisinden alıyor olmalarından üşürüm. Bizim birlikten doğan güçle geleceğe yürüyememiş oluşumuzdan üşürüm.
Bir de yanmakla eşdeğer üşümelerim vardır. Uygar milletlerin çoktandır terk ettiği, soğuk savaşların, cadı avlarının milletimizin içinde, vatandaşlarımız arasında cari kılınmasından ve bunun karşısında hakka, hukuka ve adalete soğuk davrananların; haksızlığı, hukuksuzluğu ve adaletsizliği sıcak ve sempatik karşılayanların çoğunlukta olması karşısında üşüyor ve ürperiyorum. İnsanlarımızın okumaması, düşünmemesi, akletmemesi karşısında âdeta buz kesiliyorum, buz kesildikçe yanıyorum. Yanıyorum nice canlarla ve hayatları pörsümüş nice masumlarla!..
Ateş nereye düşerse düşsün orada yanan benim, derim. Kar nereye yağarsa, soğuk nereye vurursa orada donan benim der, üşürüm. İnsan olan, insaflı olur, vicdanlı olur. Ölmemiş ve sakatlanmamış vicdan, insanı soğuk soğuk terleterek sorguya çeken bir mahkemedir. Vicdan mahkemesinde kendini aklamayanlar kulların mahkemesinde aklanmış neye yarar!..
Sözü bu aziz milletin alpereni, gerçek lider, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun “Üşüyorum” adlı şiirinden bir bölümle bağlayalım:
“Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum..”