Yazıma, iki NOT düşerek başlamak istiyorum. BİRİNCİSİ: Îman ise tartışılamayacak derecede özeldir ve güzeldir. İKİNCİ NOT ise; Yazım, konunun öneminden dolayı biraz uzun bulunabilir. Olsun, isteyen okur.
Evvelâ, yaklaşık bir asırdır, biz nâdanları, gaflet uykusundan uyandırmaya çalışan rahmetli Nurettin Topçu’nun feryâtlarına kulak verin lütfen:
{{Milletimizin üç asırdan beri geçirmekte olduğu buhranların sebebi ve kaynağı, kültür ve maarif sahasında aranmalıdır. Her defasında yıkılışımızın sebebi, benliğimizden kaçarak, Batı’nın taklitçiliğine sığınma sevdamızdır. Garb’ı taklitte ne kadar ilerlersek o kadar batağa saplanır ve daima küçülürüz.}}
{{Kaidelerle yaşamanın sıkıntı ve ıztıraplarından bunalan gençlik, bu kaideleri yaşayanların, artık samimi bir ideal peşinde olmadıklarını, bu yaşayışın onlarda ruh kuvvetini artırmadığını görünce, kendisine ağır yük olan bütün kaideleri varlığından fırlatarak attı. Vazifeye karşı koyulan hürriyet tepkisi, asrımızın hoyratlığıdır. Hür oluş bahanesiyle yer yer mecburiyetleri inkâr eden genç zümreler, kutsal ödevleri birer birer çiğnediler. Bütün ödevlerin başında gelen itaat ödevi, eski bir put gibi tekme ile devrildi. Yukarıdan gelen işaretler, yerini hayvanî hırslarla bedenin isteklerine bıraktı. Lüks ve kazanç hırsı, insanlığın ruhunu kemiren büyük sermaye saltanatı, anarşist ve maddeci kuvvetler ilerledi durdu. Teknik putlaştırıldı. Hakikatta makina bizden intikam alıyor. Topraktan çıkarılan demir, arza musallat olan hırslarımızdan böyle intikam alıyor.}}
{{Millet mektebi çökmüş, yıkılmış ve bir diploma dağıtma bürosu hâlini almıştır. Çocuğa her şeyi öğreten mektep, onu ne kadar düşüncesiz yapabiliyor! Bugünkü maarif, fen ve teknik maarifidir. Esasen asrın başından bu yana ilk, orta ve yüksek öğretimde ahlâkî kültür gerilemekte, onun yerini fen ve teknik kültürü ile doldurmak istenmektedir. Millet ruhu ile bağları kopartılan bugünkü okul, millete insan yetiştirmek için değil, fabrikaya usta yetiştirmek için çalışıyor. Ruhsuz, idealsiz, inançsız bir öğretim, gençliğe karakter yerine hüner verecek ve insanı elbette aşağı canlıların hizasına indirecektir. Bize bir insan mektebi lâzım. Bir mektep ki bizi kendi ruhumuza kavuştursun; her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın; hayâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın; vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin. Mektep, mânâya yükseliş, birliğe yöneliş, kaide ve disiplindir. Bütün bunların birleşmesinden ruhanî ve ilâhî bir koku ruhlara dağılır. Mektebi aşk besler, metodlu düşünce yaşatır.}}
Topçu’ya Allah rahmetiyle muamele etsin ve bizlere de kendisinden istifadeyi nasip etsin.
Prof. Dr. Abdurrahman Dodurgalı’dan da Allah razı olsun. O’nun İBN SİNA FELSEFESİNDE EĞİTİM başlıklı doktora tezini çalışmaktayım bu ara. Gerçekten değerli bir çalışma. İlgililere tavsiye ederim.
Bir’i kolay yaratan bin’i de aynı kolaylıkta yaratır, her bir’i de ayrı ayrı ve farklı farklı yaratır. Birbirinden farksız iki ağaç yaprağı gösterebilir misiniz? Parmak izlerimizden ve DNA’dan falan söz etmeme zaten gerek yok, değil mi? Her insan diğerlerinden farklı yaratıldığına göre, her insanın öğretim ve eğitim faaliyetlerinde farklı konumlarda bulunacağı da âşikârdır. İbn Sina’nın da bu kanaatte olduğunu öğrendim ve sevindim. Aslında, işlerini şirazeden çıkaran kişisel gelişimciler, hayâlleriyle gerçekleri birbirinden ayırt etmeyi beceremeyen ebeveynler ve her adımı kendi çıkar hesaplarıyla atan siyasetçiler saklı tutulursa, eğitimle ilgisi bulunan herkes de bu kanaattedir. Ancak, eğitim faaliyetlerindeki konum farklılıklarının kaynakları ve nedenleri konusunda değişik görüşler söz konusudur.
Hatırlatmama gerek yok; “eğitim” ile “öğretim” arasındaki farkı hepimiz biliyoruz. Birincisi “adam” etmeye, ikincisi “vali” yapmaya yönelik çalışmalardır. İkisinde de başarıya ulaşmayı etkileyen değişik faktörler vardır elbette. Bu gerçeği göz ardı etmeden, tekrarlamak istiyorum: “Her insan diğerlerinden farklı yaratıldığına göre, her insanın öğretim ve eğitim faaliyetlerinde farklı konumlarda bulunacağı âşikârdır.” Ben burada konuya “eğitim” ve “öğretim”in önem ve öncelik sıralaması açısından bakacağım. “Akıl” kelimesini de zekâyı, hâfızayı, muhakeme gücünü, intikal ve intibak güçlerini kapsayan genel çerçevesiyle kullanmaktayım. “Öğretim” değil ama “eğitim” söz konusu edildiğinde akıl kelimesini, “vicdan” isimli arkadaşıyla el ele tutuşturmaktan yanayım.
Evet, her insan ayrı ayrı ve birbirlerinden farklı yaratılmıştır, dedik. Yaratıcı, her insanın parmak izlerini dahi birbirine benzemez yaratmaktadır. Demek ki hepimiz, kendi farklılığımızın sınırları içinde birer özeliz. Nefsimizin, irademizin, gayretimizin, eksi sonsuz ile artı sonsuz arasında özgür bırakılmasına karşın bedenimiz ve esasen bedenin bir parçası olan beynimiz, Yaratıcı’nın takdiriyle mukayyettir. Yani fizyolojik yapımız, organlarımızın biçim ve yetenekleri, tabi bu arada beyin fonksiyonlarımız, sınırları Allah tarafından takdir edilen kapasitede ve keyfiyette yaratılmıştır. Bu keyfiyeti, bu kapasiteyi, takdir edilen sınırlar içinde geliştirme imkânımız vardır. Şöyle arz edeyim; elbette bir ineğe dönüşemez ama her kurbağa, iri, sağlıklı, becerikli bir kurbağa olabilme şansına sahiptir. Bu gerçek, öğretim için de eğitim için de geçerlidir. Örneğin “öğretim”de, yani bilgi sahibi olmada ve onu kullanmayı öğrenmede, her insanın kendine özel, aşamayacağı sınırlar bulunmakla beraber, bu sınırlar içindeki konumlanması, öncelikle kendi çabasına ve sonra da çevre şartlarına bağlıdır. O hâlde öğretmenler, çalışmalarını bu noktadan hareketle gerçekleştirmek durumundadırlar. Bakınız, fırından yeni çıkmış, dumanı tüten bir haberi aktarayım. Umarım sizler de haber kaynaklarında görmüşsünüzdür:
Rusya’da 8 yaşında bir çocuk, üniversiteye kayıt yaptırmış, galiba psikolojiyle ilgili bir bölüm okuyacakmış. Sanırım süper akıllı bir kız. İlkokulu ve orta öğretimi 8 yaşında tamamlıyor ve üniversite öğrencisi olma hakkını kazanıyor. İlginçtir, bu çocuğun diğer kardeşlerinin de benzer başarı hikâyeleri söz konusu. Bu durum, beni ve İbn Sina’yı doğruluyor. Demek ki bilgi konusundaki cevher ve kapasite açısından insanlar farklı farklı yaratılmışlardır. Bu farklılık, herkesin yaşam hikâyesinin farklı olacağının, herkesin kendisine özgü bir sosyal yeri olacağının da göstergesidir. Her insanın yaşam hikâyesi, bir yandan kendi gayret ve çabasının ürünüdür ama bir diğer yandan da Yaratıcı tarafından kendisine verilmiş olan cevherle, kapasiteyle ve elbette Yaratıcı’nın takdiriyle ilgilidir. Aslında biz bu bilgiyi, Kutsal Kitab’ımızda bulmaktayız: “Senin Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar. Hâlbuki bu dünya hayatında onların maişetlerini aralarında taksim eden, bir kısmının diğer bir kısmını çalıştırması (istihdam etmesi) için, kiminin derecesini kimine üstün kılan, Biziz. Senin Rabbinin rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhruf, 43/32) Ve;“(Karanlığı ile etrafı) bürüyüp örttüğü zaman geceye, açılıp ağardığı vakit gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana yemin ederim ki işleriniz başka başkadır.” (Leyl, 1, 2, 3, 4.)
Aynı şey, “öğretim” için de “eğitim” için de geçerlidir. Ancak, eğitimin bir ucu “ahlâk” ile sıkı sıkıya bağlıdır. Ahlâk ise kaderin irade-i külliye kısmıyla da ilişkilidir. Öğretmenler de eğitimciler de konunun bu yanından ziyade, cüz’î ihtiyârî yanını değerlendirmek durumundadırlar. İnsanların, kendi iradeleriyle ve çabalarıyla şekillendirebilecekleri tutum ve davranışlarını konu edinmektedirler. Her insanın içindeki “bilgili insan olma, iyi insan olma cevherlerini”ni aynen bir heykeltıraş gibi yontmak, cilâlamak, hayata geçirmek, onların görevidir. Ama onlar bu işi yaparlarken, fertler arasındaki yaratılış farklılıklarını mutlaka göz önünde bulundurmak zorundadırlar. Ata et, ite ot verme ya da yarış atıyla midilli atını bir tutma hatasına düşmemelidirler.
Eğitimin gerçekleştirilebilmesi için eğitilecek kişinin yeterli bilgi sahibi olması şarttır. Ama bu bilgi, İbn Sînâ gibi, Gazalî gibi, Mevlânâ gibi, Platon, Aristoteles, Descartes, Thales, Galileo, Newton ya da Einstein’ınki gibi bir cevheri, bir kapasiteyi elbette gerektirmez. Sokaktaki adam da kendi kapasitesi ölçüsünde eğitilebilir. Mutlaka da eğitilmelidir. Önce kendisi için (Çünkü eğitilmek, bir kulluk ödevidir.) sonra da toplumun huzuru, selâmeti ve ilerlemesi için, her birey, temel bir eğitim almak zorundadır. Böylece her birey, toplum için iyi, hayırlı bir birey olacaktır.
Öğretimin de yani bilgi sahibi olmanın da toplum açısından mutlaka önemi vardır. Bilgi düzeyi yüksek bireylerin çokluğu, toplum için önemli kazançlar getirir. Ancak öncelik, elbette eğitim’indir. Pi sayısını, üçgenin açılarını, suyun kaynama derecesini, kümülüs bulutlarını, demiroksitin formülünü, eğik atışı, Leyden deneyini, Kadeş Anlaşmasını, Yer kürenin kaç meridyene bölündüğünü, Hint Okyanusu’nun sınırlarını bilmeyen bir kişi de pekâlâ, toplumda kendine bir yer bulabilir ve (en azından bedenen) yararlı bazı işler yaparak topluma katkıda bulunabilir. Fakat, eğitimin insanı insan eden bir etkinlik olduğu düşünülürse; eğitilmemiş bireylerin toplum açısından birer çıban olacakları, birer sorun kaynağı olacakları açıkça bellidir. Yukarıda sözünü ettiğim Rus kızı düşünün. Öğretim adına, dudakları uçuklatacak bir başarı sergilemektedir. Öğretim gördüğü alanda belki de bir zirve olacaktır. Ama acaba iyi bir insan, iyi bir yurttaş olabilecek midir? İyi bir birey olmadıktan sonra, onun bilgi zirvelerinde oturuyor olması toplum açısından ne ölçüde bir önem arz eder? Size, elimin değdiği iki öğrenciyi anlatayım:
Birincisi, zeki bir delikanlıydı. İstediği takdirde, öğretilen bilgileri rahatlıkla anlayabiliyor, öğrenebiliyordu. Ama onun eğitimi konusunda biz eğitimciler bir adım bile ilerleyemiyorduk. Sonrasında, ailesi orada yaşadığı için Almanya’ya gitti. Almanya’da sekiz yıl hapis yattığını biliyorum. Suçu mu: İnternete satılık otomobil ilânları veriyor ve gerçekte olmayan araç resimleri koyuyormuş. Sıraladığı özelliklere ve koyduğu fotoğrafa göre oldukça câzip bir fiyat yazıyormuş. İlgilenen kişiyi, orman yakınında bir adrese davet ediyor, adrese gelen o kişiyi ormana sokup suç ortaklarıyla birlikte iyice bir döverek üzerindeki paraları alıyorlarmış. Öldü diye bıraktıkları böyle bir av, kanlar içinde sürüne sürüne giderek güvenlik güçlerine ulaşmayı başarmış ve benim öğrencim de hapsi boylamış.
İkinci öğrenci, bir dağ köyünde yaşayan ve babası ancak okuma yazma bilen bir köy çocuğuydu. İlkokulu, birleştirilmiş sınıflarda okumuş, mezun olmuştu. Bir dostumun tavsiyesi üzerine çocuğa ve aileye ulaştık. Yaptığımız mülâkat sonunda çok başarılı ve iyi bir öğrenci olabileceğini gördük. Müdürlüğünü yapmakta olduğum özel okula, ücretsiz kayıt yapma teklifinde bulunduk. Teklifimiz kabul edildi, ilkokul mezunu bu akıllı delikanlı öğrencimiz oldu. Lise diplomasını alıncaya kadar okulumuzda okudu. Kendisinden çok memnun idik. Hem öğretim adına çok başarılıydı, dersleri süperdi. Hem de eğitim ve ahlâk adına harika bir grafik sergiliyordu. Boğaziçi Üniversitesi’ni (yüksek lisans dahil) beş yılda tamamladı. Şu an ABD’de profesör olarak eğitim işiyle meşguldür. Bu öğrenci, eğitim adına vermeye çalıştığımız şeyleri almasaydı da ders başarıları yüksek olacaktı, biliyorum. Yine Boğaziçi, yine ABD... ama bir yandan yontulmamışlığıyla öte yandan şeytana uyup kötü işler yapmasıyla toplum için bir kazanç değil, tam tersine kanserli bir hücre olacaktı.
Toparlayayım: Gerek öğretim gerek eğitim faaliyetlerinde, kişiler farklı farklı konumlardadır. Bu durum, en azından yüzde elli oranında yaratılışla ilgilidir. Ama geriye kalan yüzde ellilik kısım ise kişinin niyetine, gayretine; eğiticinin liyakat ve marifetine; çevrenin kendisine hazırladığı ortama bağlıdır. Öğretimdeki başarısızlıklar hem o birey açısından hem de mensubu olduğu toplum açısından ikinci derecede önemliyken eğitimdeki başarısızlıklar birey için de toplum için de cehennemleri beraberinde getirir. Hem bu dünya için ve hem de (inanca göre) öte dünya için. Vali olmak da kolay değildir ama adam olmak, çok başka, çok özel bir şeydir.
İşte bu noktada, çocuklarımızın başına koyduğumuz o kişilere öğretmen mi eğitmen mi demeliyiz konusu çıkıyor karşımıza. Bu görevlilerin kişilikleri ve davranışları nasıl olmalıdır, görev sınırları neye göre belirlenmelidir? Eğitim felsefesiyle ilgilenenler bu hususlarda kafa yormalıdırlar.
VALİ YA DA FABRİKAYA USTA YETİŞTİRMEYE YÖNELİK ÖĞRETİMİ, İNSAN YETİŞTİRMEYE YÖNELİK EĞİTİMDEN ÖNEMLİ VE ÖNCELİKLİ SAYAN EĞİTİM FELSEFESİNE hayır. Vesselâm.