ÖLÜMÜMDEN SONRA DA OLSA BİRİLERİNİN HAKLI BULACAKLARINI DÜŞÜNDÜĞÜM BAZI ARZLARIM OLACAK BU YAZIMDA:
*Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak, bireysel açıdan da toplumsal açıdan da önemlidir ve şarttır.
*Disiplin ve itaat, başarının da barışın da güvenin de huzurun da mutluluğun da olmazsa olmaz bir şartıdır.
*Disiplini ikame etmek için, sağlam bir nazariyâtın yanı sıra yürünecek doğru yollara, kullanılacak işlevsel araçlara ihtiyaç vardır. Örneğin, belirli zamanlarda toplanma alanında içtimaların yapılması, resmî kıyafet giyilmesi ve çarşı izinlerine de bu kıyafetlerle çıkılması, öğrencilerin yatılı okumaları, kendilerine ders başarı karneleri yanı sıra kişilik durum karneleri verilmesi...
*Okuldaki öğretmenler, disiplin’i bilmek, disiplin’e inanmak ve onu uygulamak zorundadırlar.
*Öğretmen yetiştiren kurumlar, disiplinin en somut biçimde uygulandığı müesseseler olmalıdır.
*İnsan ilişkilerinde serâzât özgürlük eğilimi, belâdır. Demokrasi dediğimiz şey, aklî ve vicdanî sınırları aşarsa anarşiye dönüşür. Mâkul ve ölçülü otoritenin bulunmadığı yerde toplumun refahı ve huzuru sağlanamaz. Mutlak Kaynak’tan beslenen ve doğru şekillendirilmiş hiyerarşi, vazgeçilemez bir gerekliliktir. Hiyerarşik bir yapının oluşturulması, aynen askerî liselerde olduğu gibi öğretmen liselerinde de şarttır.
Bütün öğrencilerimiz önemlidir, hepsi bizim en kıymetli varlıklarımızdır ama öğretmen liselerindeki öğrencilerin özel bir misyonları bulunmalıdır, onlar başka okulların öğrencilerinden mutlaka farklı olmalıdırlar. Örneğin, öğretmen liselerinde hiçbir öğrenci sınavlarda kopye çekmemelidir. Öğretmenlerine saygıda kusur etmemelidir. Kendi aralarında ahenkli, huzurlu ilişkiler söz konusu olmalıdır. Küfürlü ve argo konuşmamalıdır. Tertibe, temizliğe, israftan kaçınmağa, zamanı doğru kullanmağa çok dikkat edilmelidir. İyi insan, iyi yurttaş olmak hedefinden inhiraf edilmemelidir. Öğretmen lisesi öğrencileri, okul dışında da üstün meziyetleriyle belli olmalıdırlar. Bilirsiniz, bu nitelikler, askerî okul öğrencilerinde de polis okulu öğrencilerinde de aranmaktadır.
Şimdi konuyla ilgili somut örnekler sunacağım. Sadece resmi çizeceğim, yorumu sizler dilediğiniz şekilde yaparsınız:
Anlatacaklarımı, pek çok çağdaş(!), demokrat(!) eğitimci, sosyolog ve bazı öğrenci velileri anlayamaz. Canları sağ olsun.
Yedek subaylığımı Işıklar Askerî Lisesi’nde öğretmen asteğmen olarak yaptım. Orada benzeri bir hiyerarşiyi gözlemlemiştim. Küçük sınıf öğrencileriyle daha büyük sınıf öğrencileri arasındaki ilişki şekillerini tahmin edebilirsiniz diye anlatmıyorum. Söyler misiniz, bir okuldaki öğrenciler arasında böylesi bir ilişkinin varlığı mahsurlu olabilir mi? Hayır. Ama neler kazandırdığını isteyenlere ayrıca anlatabilirim. Küçük sınıf öğrencileri, her geçen yıl büyük sınıf öğrencisi oluyor, unutulmasın. Erkek kardeşim, emekli albaydır. O da Kuleli Askerî Lisesi ve Kara Harp Okulu mezunudur. Bu düşünceme aynen katılmaktadır. Benden yalnızca dört buçuk yaş küçük olmasına rağmen, hâlen daha onun bulunduğu odaya girdiğim zaman, toparlanır, oturuşunu düzeltir, belki çoğu zaman da ayağa kalkar. Koca alay komutanı iken de bunu yapıyordu. Oysa ben ne evlâtlar biliyorum, babasına karşı ayaklarını uzatıp, kıçını dönüp yatıyor da… Çağdaş, demokrat babaya da müstehak tabi ya… Öyle babaların öyle çocuklarını öğretmen yapmayacaksın arkadaş!
Bozulmayın lütfen. Taa başında demiştim ya, beni fazla şöyle böyle bulanlar mutlaka olacaktır. Ben bildiklerimi, deneyimlerimi, tespitlerimi, düşüncelerimi kimseye göre değiştirmem! Belki biraz abartırım ama orta yolu da siz buluverin, uygulayıverin.
Sıkı durun şimdi! Oğlum, İTÜ Denizcilik Fakültesi’nden mezun. O fakültede neler oluyor biliyor musunuz? (İnşallah sonradan değişmemiştir.) Olup bitenlerden birkaç tanesini aktarayım:
İTÜ Denizcilik Fakültesi’nde öğrenciler;
a- Üniformayla okuyorlar. Beyaz çorap giyiyorlar. (Beyaz çorap, kişilik kalitesini artırır; ben dahil her babayiğit giyemez.)
b- Alt sınıflar, üst sınıflara selâm vermek zorundalar.
c- Üst sınıf öğrenci, alt sınıf bir öğrencinin bir yanlışını, bir eksiğini gördüğünde yanına çağırıp ikaz edebiliyor, düzeltmesini isteyebiliyor. Örneğin kıyafetini beğenmedi; muhatabı en kısa zamanda eksiğini, yanlışını giderip durumu o ağabeyine gösteriyor. Örneğin bir alt sınıf öğrenciyi yanına çağırdı ve sakal tıraşı olup sonra kendisine göstermesini istedi. Gak guk yok, sakalın uzun mu kısa mı değerlendiremezsin, gidilip tıraş olunacak ve o ağabey bulunup kendisine gösterilecek. Bu durumu anlattığım biri soruyor: “Peki ya benim sakalım çıkmıyorsa?” Cevap: “Senin sakalın var, senin sakalın uzun demedim, tıraş ol ve gel dedim.” Bir abi, birinci sınıf bir öğrencinin saçını jöleli gördü (Saç uzatmak yasak o fakültede.), yanına çağırdı ve şunları söyledi: “Bu saçlar ne böyle? Kime fiyaka yapıyorsun, bize mi? Bizim ihtiyacımız yok senin fiyakana. Yoook, sayıları yalnızca üç dört olan (o gün öyleydi) kız öğrenciler içinse bu fiyaka, unutma ki onlar bizim bacılarımızdır. Çabuk git o saçlarını adam kılığına sok ve bana göster.”
d- Şimdi nasıldır bilmiyorum, oğlumun öğrenci olduğu yıllarda hazırlık sınıfı öğrencileri Tuzla’da değil de karşı taraftaki kampüste ders görüyorlardı ve oradaki öğrenci yurdunda kalıyorlardı. Oğlum şunu anlattı: “Baba, yağmurlu gecelerde diken üstünde yatıyoruz. Duyduk ki büyük sınıf ağabeyler böyle yağmurlu bir gecede gelip yurtta uyumakta olan hazırlık sınıfı öğrencilerini bahçeye indiriyor ve ellerine hortumu vererek çimleri sulatıyorlarmış.” Bu mantaliteyi alkışlıyorum. Böyle bir şey yaşamadı ama kendisi.
e- Birinci veya ikinci sınıf öğrencisisiniz. Sınıfa bir haber geliyor; son dersten sonra bütün filanca sınıflar falanca salonda toplanacaklar, abiler konuşma yapacak. Bütün o öğrenciler o salonda toplanıp bekliyorlar. Hem de abilerin keyfi yetip gelecekleri zamana kadar. Abiler de ne konuşuyorlar; disiplin bozuklukları, davranışlardaki yanlışlar… şöyle şöyle yaparsanız şöyle şöyle olur, dikkat edin… yani ince tarafından fırça.
f- Birkaç birinci sınıf öğrencisi kantinde cam kenarındaki bir masada manzaraya karşı oturuyorlar. Büyük sınıf abiler geldiler; “Kardeş, siz şu masaya geçiverin, buraya biz oturacağız.”. Birinci sınıf öğrencileri kalkıyor ve o masayı abilere bırakıyorlar.
g- Tam o sırada örneğin birinci sınıf bir öğrenci geldi ve masadaki abilere “Abi, açım ve param yok.” dedi. Abi kalkıyor, o öğrencinin karnını doyuruyor. Namustur bu, gerekirse donunu satar ama o çocuğu aç bırakmaz.
h- “Abi, kolundaki saat çok güzelmiş, çok beğendim…” Daha “…bana verir misin?” demeden abi o saati çıkarır ve alt sınıftaki o öğrenciye verir. Bu da namustur.
ı- UNUTMAYIN HER KÜÇÜK SINIF, BİR YIL SONRA BİR BÜYÜK SINIF OLACAKTIR.
Burası İstanbul. İnanmayanlar lütfen zahmet etsinler de Tuzla’ya Denizcilik Fakültesi’ne gidiversinler. Daha iyisi, eski mezun kaptanlara, çarkçılara anlattırsınlar. Ama bitmedi. Şimdi anlatacaklarım dudaklarınızı uçuklatacak. Oğlum, burs kazanmıştı, iki yıl İstanbul’da, iki yıl ABD’de okudu. Şimdi anlatacaklarım, ABD Newyork State Univercity Maritime College’ta, yani bizim Denizcilik Fakültesi karşılığı olan ve ABD donanmasının subaylarının da yetiştirildiği eğitim kurumunda yaşananlardır:
A- Üniformayla okuyorlar.
B- Küçük sınıflar, büyüklere selâm vermek zorundalar.
C- Küçük sınıflara sabah sporu mecburidir.
D- Etütlerde büyük sınıflar küçükleri denetliyorlar, gerekli gördüklerine eksi disiplin puanı veriyorlar. Disiplin puanının düşük olması, hafta sonu izin kullanamamaktan tutun daha bir sürü mahrumiyetler getiriyor. O eksi puanların düzeltilmesi için ise ders dışı zamanlarda okul gemisinde hem de korkunç pis ve zor işleri yapmak gerekiyor.
E- Büyük sınıf öğrenciler, berikileri ders dışı zamanlarda, yaşam alanlarında denetliyorlar, uyarabiliyor ve gerekli gördükleri durumlarda eksi disiplin puanı veriyorlar.
F- Kampüste bazı kestirme yolların küçük sınıflar tarafından kullanılmaları yasak. Özellikle birinci sınıf öğrencilerinin yürüyebilecekleri kulvarlar, çizgilerle belirlenmiş, kasıtlı olarak uzatılmış durumda ve o kadar dar ki bu kulvarlar, iki öğrenci yan yana yürüyemiyor. Düşünün beş arkadaş bir yerden bir yere gidecekler, bu kulvarları kullanmak ve birerli kol, arka arkaya yürümek zorundalar. Aksini yapanlara eksi disiplin puanı. Bunu da yetkili hocaların yanı sıra büyük sınıf öğrencileri verebiliyorlar.
G- Lütfen dikkat edin: Bütün birinci sınıf öğrencilerinin pilli el fenerleri var ve gün batımından sonra kampüs içinde bir yerden bir yere giderlerken ellerindeki yanan fenerleri önlerine tutmak zorundalar. Düşünebiliyor musunuz; birinci sınıftan örneğin beş arkadaş, akşam vakti o daracık kulvarda birbirlerinin peşi sıra yürüyorlar. Ellerindeki yanmakta olan fenerleri birbirlerinin kıçlarına tutarak. Tabi ki kampüs bahçesi karanlık değil, yeterli derecede aydınlatma lambalarıyla donatılmış durumda. Ama disiplin adına uygulanıyor bu.
H- Büyük sınıfların tuvaletlerini birinci sınıf öğrencileri nöbetleşe temizliyorlar.
I- Etütler, ikişer kişilik yatakhane odalarında yapılıyor. Bütün odaların kapıları açık olmak zorunda. Büyük sınıf öğrenciler denetliyor. Eğer ders dışında bir şeyle (Gazete okumak, uyuklamak, boş durmak dahil.) meşgul olunuyorsa yine eksi puan.
İ- UNUTMAYIN HER KÜÇÜK SINIF, BİR YIL SONRA BİR BÜYÜK SINIF OLACAKTIR.
Çok mu şaşırdınız? Burası da Amerika! Çok hümanistsiniz, çok özgürlükçüsünüz, çok demokratsınız, çok çağdaşsınız… Çağımız nerelerde, söyler misiniz? Şunu yanlış anlamayın lütfen; ben üstlerin altlara köle ya da esir muamelesi yapmasını isteyen biri değilim. Hattâ yukarıda anlattığım gerçeklerin de biraz abartılı olduğunu, büyüklüğün istismar edildiğini düşünüyorum. Ama ilke olarak hiyerarşiyi, büyüklere saygı gösterilmesini şiddetle destekliyorum ve öğretmen olacak gençlere bunun mutlaka öğretilmesi, benimsetilmesi gerektiğini düşünüyorum. Öğretmen liselerinde öğrenciler arasında mutlaka hiyerarşi anlayışı yerleştirilmelidir. Bu anlayış, toplumsal ilişkilerde büyük önem arz eder. Onların öğretmenlik misyonunun kazanmalarına yardımcı olur. Böyle bir uygulama, yalnızca öğretmen liselerinde değil, eğitim fakültelerinde de (İnşallah isimlerini yeniden Eğitim Enstitüsü’ne çevirirler.) aynen yapılmalıdır. İleride ele alacağım; öğretmenler arasında da benzeri bir hiyerarşi olmalıdır. Genç öğretmenler, çanta taşımalılar bir müddet! Hiç kimse daima genç kalmayacağına göre de… Öğretmen lisesi öğrencileri mutlaka üniforma giymelidirler; tatil zamanları haricinde dışarıda da okul kıyafetiyle gezmelidirler. Bu, hem onların sıradan kimseler olmadıklarını ortaya koyar ve kendilerine toplum içinde saygınlık kazandırır hem de onlara yanlış davranışlarda bulunmama hassasiyeti aşılar. Aynen askeri okul ve polis okulu öğrencilerindeki gibi.
Ben Nazilli’de müdür olarak çalıştığım bir özel okulda bu doğrultuda, yani sınıflar arası saygı-sevgi temeline dayanan bir hiyerarşi uygulaması yaptım, süper neticeler aldım. O okulda öğrencim olan kişilere ya da mesai arkadaşım olan öğretmenlere sorabilirsiniz. Hey yavrum hey!
“Çok uzattın!” dersiniz, şimdilik burada keseyim. Vesselâm.
R. Serdar Özmilli