Selamların en güzeliyle! Ey dünyanın en değerli; en cömert, en fedakâr ve de en çilekeş varlığı; üzülünce de sevinince de sessizce gözyaşlarını içine akıtan, yavruları için ömrünün en güzel çağlarını feda eden, onu tehlikelere karşı âdeta bir savaşçı veya bir itfaiyeci gibi canı pahasına koruyan, yüce ruhlu annelerimiz, büyük annelerimiz sizin hakkınızı hiçbir zaman ödeyemeyeceğimizi bilerek mübarek ellerinizden öperiz. Siz bize Allah’ın bir lütfu ve emanetisiniz. Size o kadar minnet ve saygı borcumuz var ki bunu anlatmak için dünyanın tüm sözlüklerindeki saygı ve sevgi sözlerinin tamamını bir araya getirip satırlara yazsak yine de bunu ifade etmek için yetersiz kalırız. Sizin için yılın sadece belli bir gününün “anneler günü” olarak ilan edilmesi asla yeterli değildir; bu sembol gün ile birlikte tüm yılımızı ve tüm ömrümüzü size feda etmek boynumuzun borcudur.
Anneler günü’nden bir gün önceydi; küçük Atiye şöyle düşündü ve bir plan yaptı: yarın “anneler günü”. Anneme bir sürpriz yapayım ama param yok ki anneme ne alabilirim ki! dedi, yüreğinden geçen onlarca farklı hayallerle beraber. Sonunda bahçedeki en güzel güllerden büyük bir buket yaptıktan sonra onu iki eliyle önce arkasına saklayacak ve “sürpriz!” diye coşku ile bağırıp annesine takdim edecekti. Uyumadan önce karar verip kafası netleşince içi ancak rahatladı ve sabaha kadar güzelce uyuyabildi.
Kahvaltıdan sonra annesi ev işleri ile uğraşırken o bahçeye yöneldi. Gül bitkilerinin en güzel kokulu ve renkli güllerinden aynı boyda olacak şekilde deste deste derledi ve onlardan büyük bir buket yaptı. Buketini bağlayacak parlak mor renkli güzel bir kurdele de buldu ve onunla bağlayıp sessizce mutfağa yöneldi. Mutfak dolaplarının üst rafında yer alan vazoyu gözüne kestirdi ama boyu kısa olduğu için bir tabure bulup onun üstüne çıktı. En üst raftaki vazoyu tam uzanıp eline almıştı ki, tabure aniden devrildi, Atiye gürültü ile yere düşerken vazo da elinden kayıp kırıldı ve paramparça oldu. O sırada salonda olan Atiye’nin annesi öfke ve hiddetle mutfağa yöneldi ve “Atiye! Ne yaramazlık yapıyorsun bakim?” demişti ki bir yanda kırılan cam parçalarının arasında acıyla kıvranan kızını ve tezgahtaki büyük gül buketini gördü. Bu sefer yüreğindeki merhamet rahmet olup çağlayınca oracıkta birden değişiverdi. Kızım benim, kalk bakalım deyip kolundan tuttu, Atiye’nin göz yaşlarını silmeye çalıştı. Her ikisi de çok üzülmüştü. Atiye kendini iyice toparlayıp ayağa kalkınca yüreği yeniden bir kuş yüreği gibi hafifledi ve pır pır etmeye başladı ve o buketini minik elleriyle önce arkasında sakladı sonra da “Anneciğim, “ANNELER GÜNÜN KUTLU OLSUN!” diyerek boynuna sarıldı. Annesi “Seni bana veren Yaradana kurban olurum kuzum benim!” deyip çok sevindi, çok şükretti. Vefalı yavruma bin vazo feda olsun, iyi ki ben de üstüne gitmedim, dedi şükretti.
Anne baba ve çocuk arasında sevgi ve saygı, vazo gibi cansız varlıklar yüzünden kaybedilmemeli. Bilakis kazanılmalı ve korunmalı. Atiye annesi ve babası tarafından hep sevildi; o da anne ve babasını hep saygı gösterdi. Dünyanın en değerli varlığı tüm annelerimizin anneler gününü kutluyorum.
On yıl kadar önce ben de Annem ve tüm anneler için naçizane bir şiir yazmıştım şimdi onu size takdim edeyim:
ANNE
Anne anadır, hem yâr-ı vefadır,
Yüreği bir goncadır, gül ü rânâdır,
O üzülse goncalar boynun büker,
O sevince bülbüller öter her dem!
Anne anadır, bâğ-ı gülistandır,
Kalbi yavruların bârıdır, bârânıdır,
O kırılsa kararır cümle cihan ve asuman,
O mutlu olsa mesrur olur âlem o dem!
Anne anadır, ışığı ziya-yı Hüda’dır
Gönlü aydındır, şems-i mücelladır,
O müteessir olsa kararır haneler,
O memnun olsa tebessüm eder tüm insanlık!
Nizamî sen kıymetin bil annenin hep!
Onun taht-ı kademi cennet-i âlâdır,
Onun kalbi kırılsa, sana bu ömür hebadır!
O yaşadıkça ömrün bimisli bahâdır!
***
Akdeni̇z’i̇n Nazar Boncuğu Yavru Vatan Kıbrıs’tayız III
Gazi̇ Magosa, Di̇pkarpaz ve Gi̇rne’deyi̇z!
Ada’ya gelişimizin ikinci günü Dörtyol’daki akşam yemeğinden sonra ev sahibimiz ve ailesiyle ile doyumsuz sohbetler ettik; siyah beyaz fotoğraflarından başlayıp eski tüm fotoğraflarını bize gösterdiler. Biz de onlarla yeni fotoğraflar çekildik. Mevsim yaz ve buğday hasadı zamanı olduğu için biz ev sahibimizin köydeki harman işlerine engel olmamalıydık.
Denizli’de Eğitim Fakültesinden öğrencim olup mezun olan ve Kıbrıs’ta Dipkarpaz tarafında öğretmenlik yapan Bedriye öğretmen vardı. O da bizimle görüşmek istediğini misafir etmek istediğini söyleyerek sıkça arıyordu. Ertesi günü onunla buluşup beraber gezmeye karar verdik. Sabah erkenden güvercin sesleri ortalığı kaplamış, horoz sesleri, kuş sesleri ve ardından makine araç gereç sesleri gelmeye başlamıştı.
Erken kalkan ev sahibi hanımın mutfaktaki kahvaltı hazırlıkları, bahçedeki masa sandalye hazırlığı sesleri biz misafirleri yavaştan yavaştan uyandırmaya yetmişti. Meşhur hellim peynirli ve yuvarlak börekli kahvaltımızın ardından kahvelerimizi de içmiştik. Derken müsaade isteyip yola çıktık, bir günlük sürede gerçekleşecek olan Gazi Magosa, Dipkarpaz ve Girne’yi kapsayan gezimiz de başladı.
Gazi̇ Magosa
Dörtyol’a 15 km kadar yakın mesafede olan ve güney yönünde yer alan Gazi Magosa, Kuzey Kıbrıs’ın en güzel ve tarihi şehirlerindendir. Kısa süre sonra Gazimağusa'ya vardık ve aracımızı park edip gezmeye başladık. İlk olarak Lala Mustafa Paşa Camii’ne geldik. Çok eski bir mabet olan bu camiinin güzel bir bahçesi ve park şeklinde düzenlenmiş güzel bir peyzajı vardı.
Daha sonra hemen yakınındaki Gazi Magosa Zindanı’na geçtik. Burası yakın tarihte Namık Kemal gibi meşhurların kaldığı cezaevi idi. Gazi Magosa kalesi ve Suriçi bölgesinde Lüzinyan Sarayı, kadetdral ve Liman Bölgesi çok sayıda tarihi eserin bulunduğu kısımdır. Kıbrıs'ın Osmanlılar tarafından fethine engel olmak için Lüzinyanlarca inşâ edilen surlar bugün bile dimdik ayaktadır. Hep birlikte Magosa kalesine çıktık. Buradan Magosa’nın bir çok yeri rahatlıkla görülebiliyordu. Daha sonra Magosa’nın merkezindeki çarşıya dönüp çay kahve yanında üzerinde Kıbrıs haritası bulunan tepsilerden ve saatlerden hediyeler aldık. Ardından Dipkarpaz’a gitmek üzere yola çıktık.
Di̇pkarpaz ve Zafer Burnu’nda
Dipkarpaz Kıbrıs’ın en doğusundaki Zafer Burnu üzerinde yer alan belediyelik orta büyüklükte bir yerleşmedir. Halkının büyük kısmı 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra Türkiye’den özellikle de Doğu Karadeniz bölgesinden buraya göç eden Türklerden oluşmaktadır. Tarım ve turizm buranın en önemli iki gelir kaynağıdır. Arabamızla Zafer Burnu’na iyice yaklaşınca yolumuz üzerinde serbestçe dolaşan Kıbrıs Eşekleri karşımıza çıkıverdiler. Arabamızın camlarını açıp onlara fındık fıstık verince yolumuzu açtılar. Meğer bu eşekler Birleşmiş Milletlerin kültür ve bilim teşkilatı UNESCO tarafından koruma altına alınan tescilli eşeklermiş.
Dipkarpaz bölgesinin doğal özellikleri yanında tarihi özellikleri de önemlidir. Nasıl ki Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Larnaka şehrindeki Tuz Gölü yakınlarında yer alan Hz. Peygamberimizin Halası Ümmü Haram’ın cami, türbe ve tekkesi var ve bu çok önemli. Dipkarpaz’da da Apostolos Anreas Kilisesi var; dini ve tarihi önemi olan ve hâlen kullanılan kritik önemi haiz bir kilisedir. Önce burayı bir süre gezip ziyaret ettik; ardından en doğudaki Zafer Burnu’na gidip bir süre etrafı keşfettik.
Sevgili ve çok kıymetli dostlarım bugün de yazımızın sonuna geldik. Haftaya Girne’de buluşuncaya dek, sağlıcakla kalın.