“Başka insanların yüzüne bakabilmek için ilk önce kendi yüzüne bakabilmelisin. Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey insanın vicdanıdır.”
Bu yazıda sizi bir roman karakterinin bakışlarına götüreceğim. Harper Lee’nin 1960 yılında yayımlanan Bülbülü Öldürmek (To Kill a Mockingbird) isimli dünyaca bilinen romanına doğru bir yolculuğa çıkacağız. Bu eser Amerikan edebiyatının temel taşlarından biri olarak kabul edilir. Eser, toplumsal adalet, önyargı ve insan hakları gibi temaları ele alarak okuyucuyu derinden etkilemiştir. Romanın 1962 yılında Robert Mulligan tarafından sinemaya uyarlanması, hikayeyi geniş kitlelere ulaştırmış ve Gregory Peck'in Atticus Finch performansı, karakteri sinema tarihine kazımıştır. Bir kitabı okumadan önce o kitabın sinemaya uyarlanmış hali varsa sakın izlemeyin derim. Bu film istisnalarım arasındadır. Yine de izlemeyin filmi ama kitaptaki baba ve avukat karakteri Atticus Finch’i Gregory Peck’in simasıyla düşürün muhayyilenize. Çok yakışıyor zira romandaki karaktere. Bazen ne kadar iyi bir oyuncu olursa olsun birkaç beden fazla gelir roman karakteri oyuncuya. Olmamışlık hissi oluşur sizde. Çok örnek vermek mümkün ama yazının konusu Bülbülü Öldürmek ve Atticus Finch buradan devam etmekte fayda var.
Atticus Finch, hem romanda hem de filmde, adaletin ve etik değerlerin temsilcisi olarak karşımıza çıkar. Olaylar, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1930’lardaki Büyük Bunalım döneminde, derin ırkçılığın ve ayrımcılığın hüküm sürdüğü bir güney eyaletinde geçmektedir. Atticus, siyahi bir adam olan Tom Robinson’ı, beyaz bir kadını tecavüzle suçladığı iddiasıyla karşı karşıya kalmış bir davada savunur. Atticus Finch, romanın ahlaki merkezi olarak, adalet ve dürüstlüğü temsil eder. Atticus, kasabanın önyargılı bakış açısına rağmen Robinson’un savunmasını üstlenerek adaletin ve insan haklarının yanında durur. Atticus’un cesareti, sadece çocuklarına değil, aynı zamanda kasabanın sakinlerine de örnek teşkil eder ve onları toplumun gözü önünde güçlü bir insanlık dersi vermeye yönlendirir.
Yazının başında kitaptan bir alıntıya yer verdim. "Başka insanların yüzüne bakabilmek için ilk önce kendi yüzüne bakabilmelisin. Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey insanın vicdanıdır.” Vicdan… Baba Finch bu romanda vicdanın ete kemiğe bürünmüş halidir. Anton Çehov'un, Çukurda kitabında şöyle bir cümle geçer: “Bütün gün dolaş etrafta, tek bir vicdanlı insan bulamazsın.” Bazen gözler yürüyen vicdanlar arar, arar da göremez. Denk gelemez onlara. Sesine ses arar. Hissine his arar. Nerdesin, ne zaman geleceksin ey vicdanlı gönül der, durur. Şairlerin, ediplerin değişik değişik metaforları, benzetmeleri vardır. Aklıma yalnızlıkla ilgili çok mısra geliyor. Ama gözlerin Finch gibi vicdanlı gönülleri aradığı bir düşüncede nedense Attila İlhan’ın “içimde köpek gibi havlayan yalnızlığım” mısrası bir adım öne çıktı zihnimde. Dostoyevski ile ilgili bir yazıda bu alıntıya geri döneceğim.
Bülbülü Öldürmek bir çocuğun gözünden anlatılan bir roman. Çocuksu dillerle yazılan kitaplarda samimiyet akar içinize doğru. Yeşil Yol filmi ile ilgili yazıda ele alacağım “yoruldum patron” diye ağlayan dev adam John Coffey’in yalnızlığına eş bir yalnızlık yaşayan Tom Robinson’un elinde tutan bir vicdandır Atticus Finch.
Cesaret de vicdan da iyi niyet de toplumda karşılığı olan kavramlardır. Eğer bunlara sahipseniz hedef olmaktan kurtulamazsınız. Toplumun üzerinize üzerinize tren gibi geldiğini hissedeceksiniz. İşte roman karakterimizin bu cesur davranışı, hem Atticus’u hem de ailesini toplumun hedefi haline getirir. Ancak Atticus, vicdanını rehber edinerek, hakikatin ve adaletin peşinde koşar. Çocukları Scout ve Jem’e verdiği ahlaki dersler, hikâyenin temelini oluşturur. Atticus, onlara “bir insanı anlamanın yolu, onun ayakkabılarını giymekten geçer” diyerek empati kurmanın ve önyargılardan arınmış bir bakışa sahip olmanın önemini vurgular. Kitabın ismi neden Bülbülü Öldürmek diye düşünmüştüm okumaya başladığım zaman. Sonra aşağıdaki alıntıya denk gelmiştim.
“Bülbüller bizi eğlendirmek için şarkı söylemek dışında bir şey yapmaz. İnsanların bahçelerindeki bitkileri yemezler, mısır ambarlarına yuvalanmazlar, tek yaptıkları iş bize içlerini dökmektir. İşte bu yüzden bülbülleri öldürmek günahtır...” Romandaki toplumda adaletsizlik hakimdir. Atticus, toplumun bu çarpıklıklarına karşı bir duruş sergiler. "Bülbüle dokunmak günahtır" metaforu, masumiyetin ve haksızlığın sembolü haline gelir. Tom Robinson, hem romanda hem de filmde, bu masumiyetin bir temsilcisi olarak bülbüle benzetilir.
Eserde bülbül metaforu, masum ve zararsız bireylerin toplumun çiğ iradesiyle yok edilmesini sembolize eder diyebiliriz. Bunun yanında, Boo Radley karakteri de toplum önyargısından zarar görmüş bir başka masumiyeti temsil eder. Boo’nun hikayesi, Scout’un gözünden anlatılarak okuyucunun empati duygusunun güçlenmesini sağlar.
Hem kitaba hem de filme karşı okumayan, izlemeyenlerin tadını kaçırmamak için bir alıntı ile yazıyı bitireyim.
“Bir insanı anlayabilmek için, o insanın baktığı açıdan bakmayı becerebilmelisin.”