Geçtiğimiz hafta İspanya’dan ayrılıp Portekiz’e gelmiştik. Fiziki ve beşerî özellikleri bakımından Portekiz, günümüzde de çok önemli bir jeopolitiğe sahip ülkelerden biridir. Ülkemiz ve İspanya gibi ırk ve kültürlerin harman olduğu bir sosyo-kültürel zenginliğe sahiptir. Portekiz’e gelişimizin ertesi günü sabah, o yılki uluslararası SecureALL-Herkes İçin Güvenlik proje toplantımızı yaptıktan sonra Belem semtinde Belem Tower yani Belem Kulesi ve çevresinde doyumsuz bir gezi de yaptık. Burası Başkentin en işlek trafiğine de sahip. Türkiye ve diğer yabancı ülkelerin büyükelçilik binaları da çoğunlukla burada sıralanıyor. Tiyatro ve müze gibi sanat alanları, asansörlü, meşhur Belem Tower burada sırasıyla gezdiğimiz önemli yerlerdi. Tajo Nehri’nin oldukça geniş ve içeri doğru kısmında yer alan, bir hayli uzun, muhteşem halicinin kıyısındaki rengârenk boyalı evleri seyrettik. Bir de buraya gelen herkesin uğramadan geçmediği ve oturup mutlaka yediği meşhur “Belem Turtası” var.
Biz de “Belem Turtası”ndan yemek için, 19. yy’dan beri hizmet veren Pasteis de Belem denilen çok meşhur pastaneye geldik. Bir de ne görelim, aman Allah’ım! Uzunca bir kuyruk vardı önümüzde!.. Sıra bize gelince mükemmel kıyafet ve formaları olan, çok kibar ve güler yüzlü garsonlar, bizi pastanenin içerisinde labirent gibi odalardan geçirip boşalan bölümlere aldılar ve oturmamız için yer gösterdiler. Burası turistlerin akın ettiği, tarihi bir bölge idi, insanlar Lizbon'un farklı tatlarını denemek istiyorlardı. Bu pastanenin içerisinde birçok tarihi tabloyu ve duvarlarda ünlü seramikleri görmek mümkündü.
İkinci günü sabah Lizbon’da gezmeye, tarihi Cintra Kalesi ve çevresindeki tarihi eserlerin ve doğal parkların asırlardır çok iyi korunduğu çevreden başladık. Burası Lizbon’un batısında yüksekçe bir şehir olup adını buradaki Cintra Dağlarından almıştır. Muhteşem mimarisi ile burada yer alan ve BM Kültür Mirasları listesinde yer alan, ihtişamlarıyla görenleri büyüleyen Quinta Da Regaleria Sarayı ile Masal Sarayı olarak bilinen Pena Sarayı ilk uğrak yerimiz oldu. Ardından aracımız ile hemen batısındaki Atlas Okyanusu’na ulaştık.
Neyzen Tevfik ile küçük bir anlaşmazlık
Yedi (7) kişilik grubumuz içinde üniversitede öğretim üyesi olan biz hocalarla birlikte Belediye Kültür Dairesinden ve Halk Eğitim Merkezinden de iki arkadaşımız daha vardı. Bunlardan birisi Halk Eğitim’de trafik eğitimi veren aynı zamanda ney ustası (neyzen) olan Tevfik adındaki arkadaşımdı. Avrupa’nın en batıdaki ucu olan Roca Burnu’na (Cabo Da Roca) yaklaşınca patika yolun biraz aşağısında ney kargısı için kullanışlı olan sık ve uzun kamışları gördü. Hemen şoförümüze durmasını istedi. Ben de “Türkiye’de benim memleketim Aydın’da çok güzel kargılar var, durmayalım, Atlas Okyanusu kıyısına çok yakınız, oraya ulaşalım!” dedim. O ise “Hayır, Portekiz kargısı başka, Germencik kargısı başka.” Dedi. Ben bu cevaba tepki olarak “Siz bu kargıları keserseniz ben de Atlas okyanusunda yüzeceğim!” dedim.
Bütün arkadaşlar, bizim aramızdaki bu küçük tatlı anlaşmazlığa ve atışmaya çok güldüler. Kısa süre bekledikten sonra arkadaşımıza yardım edip hazırladığı kargıları arabaya yerleştirdik. Ardından Avrupa’nın en batısına geldik. Burası matematik konum olarak 9°B boylamı ile 38°Kuzey enleminde yer alan Roca Burnu idi. Batısında Atlas okyanusu masmavi rengi ile uçsuz bucaksız uzanıp giderken bulunduğumuz yüksekçe falez üzerinde, etrafı çevrili seyir terası ve deniz feneri bulunuyordu. Burası,turistlerin mutlaka gezip gördüğü başlıca yerlerden biri idi.
Ulaştığımız bu yeni noktanın ardından Atlas Okyanusu kıyısından biraz güneye doğru yola devam edince muhteşem kumları, tertemiz suları ile Quincho ve Arriba Plajlarına geldik. Şimdi sıra bende idi ve arabayı durdurup Atlas Okyanusu’nun dev dalgalarına kendimi bıraktım ve yüzmeye başladım. O sırada sörf sporcuları da yakınımda, bu muhteşem ortamda, sörf yapıyorlardı. Arkadaşlarımı fazla bekletmemek için yüzmeyi bırakıp arabaya geldim. Herkes beni alkışlıyordu; “Bravo! Sözünü tuttun!” diyorlardı. Neyzen Tevfik’le tatlı anlaşmazlığımız gruptan sadece benim Atlas Okyanusu’nda yüzmeme vesile olmuştu. Ve bu hatıram benim de hoşuma gitmedi değil hani!
FATİMA’NIN ÜÇ SIRRI!
Hani bir söz vardır ya bizde, münazaralarda sürekli olarak tartışılagelen; “Çok okuyan mı çok gezen mi bilir?” diye! Buna cevap olarak da ekseriya “Çok gezen bilir.” denir ya; ben bu gezide, bunu sanki bizzat yaşadım.
Üç üniversite okumama rağmen Portekiz’deki Fatima’yı ve “Fatima’nın Üç Sırrı”nı duymamıştım ve doğal olarak da bunun ne olduğunu bilmiyordum. Buraya gelince ekibimiz ile aracımızı kuzeye doğru hareket ettirip bir saat yol alınca Qurem şehrine bağlı bir nahiye merkezi olan Fatima’ya geldik. Fatima 10.000 nüfuslu küçük bir kasabaydı. Meryem Ana’nın 1917 yılında buradaki köyde çobanlık yapan üç çocuğa görünüp üç sır verdiği, daha sonra da binlerce kişiye göründüğü bu yer, Papalığın ve Katolik Mezhebinin Roma’dan sonra en önemli 2. merkezi olarak kabul edilir. Katolik çevreleri tarafından “Fatima Mucizeleri veya Fatima’nın Üç Sırrı” olarak inanılan olay, burada gerçekleşmiştir.
10 yaşındaki Lucia Santos, kuzenleri 7 yaşındaki Lacinda ve 9 yaşındaki Francisco Marto 13 Mayıs 1917’de Aljustrel Köyü’nde koyunlarını otlatırlarken yağmur yağmaya başlayınca bir meşe ağacının altına sığınırlar. Bu sırada meşenin üstüne yıldırım düşer. Korku ile bakınırken henüz dumanları tüten ağacın üstünde bir siluet belirir. Dikkatli bir şekilde bakınca beyazlar giymiş ve elinde tespih olan bir bayan görürler. Bu Fatima yani Meryem Ana’dır; onlara korkmamalarını söyler. Ardından korkmamalarını buraya bir kilise yaptırmalarını söyler.Bunun üzerine çoban çocuklar, koşa koşa köye döner, (o zaman Fatima çok yoksul bir köydür, çevredeki diğerleri gibi) gördüklerini ve kendilerine söylenenleri, yaşadıklarını “Aljustrel köyünde” din adamlarına anlatırlar. Lucia görüntüyü “..bir kristal camdan daha net ve güneşten daha parlak” olarak tarif etmiştir. Ardından haziran, temmuz ve ağustos, eylül ve ekim aylarının 13. günlerinde aynı görüntü tekrar görünür. Bu görüntü konuşmaya da başlar. 13 Temmuz 1917’deki üçüncü görünüşünde Fatima, üç sır verir.
“Fatima’nın üç sırrı” nedir?
Melek tarafından çocuklara söylenen üç sırdan ilk ikisi çocuklar tarafından din adamlarına açıklanır ve din adamları bu iki sırrı halka açıklarlar. “İsa’yı anın, bol bol tesbih çekin, dua edin, günah çıkarın.”dır. Oysa gerek halka açıklanan bu iki sır ve açıklanmayan üçüncü sırın hiçbiri yazılı değildir. 1941 yılında, Papa, Lucia’dan, kendisini azize ilan edebilmesi için sırları yazılı hâle getirmesini ister. Bunun üzerine, Lucia aynı tarihte, her sırrı ayrı zarflar içine yazarak, Papa’ya teslim eder. 3. Sırrın 1960 yılına kadar açılmamasını söyler ve zarfı mühürleyip verir.
Üç sır için şunlar da söylenegelmiştir:
1.SIR:Cehennemin korkunç görünümü, alevleri, katran kazanları ve zebanilerden haber vermiştir.
2. SIR: 1. Dünya Savaşı’nın ardından II. Dünya Savaşı çıkacak, Çarlık Rusya’sı yıkılacak, Sovyet Rusya’da dine saygı azalacak.
3.SIR: 13 Mayıs 1981’de Papa II. Jean Paul’un Roma’da suikasta uğrayacağıdır.
Kıymetli dostlarım, önümüzdeki yazıda Fatima’da görüp yaşadıklarımız ve ardından Porto şehrindeki gözlemlerimizi sizlerle paylaşacağım.
***
“Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söyleyeceği her şeyi düşünerek söyler.”
Aristo
Nurettin Bilgen