EYYÜHEL EVLÂD! (EY ÇOCUKLARIM!) İngilizce Öğretmeni Ramazan Kırdar, insanları “mekanik olanlar” ve “akademik olanlar” diye şaka yollu iki gruba ayırır. Kendisi de fazlasıyla akademik, özel ve güzel bir insandır.
Sormak lâzım: “Hocam, âşıklar mekanik mi yoksa akademik kimseler midir?” Ya da şöyle sormalı: “Hocam, mekanik insanlar da âşık olurlar mı?” Ramazan Hoca’nın cevabı her ne olursa olsun şunu da ben söyleyeyim: En mekanik insan bile âşık olduktan sonra mutlaka akademikleşir. Bugün ortalıkta pek dolaşmıyor, kendisine pek rastlayamıyoruz ama aşk, aslında pek muhterem ve mübarek bir aktördür. Doğru aşk, doğru istikamette yürürse, yürütülürse, adamı adam eder. En mekanik olanları bile akademikleştirir.
Ben nasıl görünüyorum acaba; mekanik mi akademik mi? Boy l94 cm, kilo ise… kiloyu azaltacağım inşallah… Benden duymuş olmayın ama bu cüsseme rağmen akademik birisiyimdir ve anlarım aşktan. Branşım olduğu için de en azından edebiyatta dile getirildiği şekilleriyle aşkı bilirim. Sözünü etmeye hakkım vardır yani. O hâlde biraz aşktan söz edeyim bu yazımda. Böylece biraz akademikleşelim, ayaklarımız yerden kesilsin:
Onu herkes tanır ama hiç kimse tanımlayamaz. Gönlümüze ve hayatımıza kapıyı çalmadan giriveren davetsiz misafirdir o. O, ‘aşk’tır. Kapımızın önünde ne zaman belireceğini hiçbirimiz önceden bilemeyiz. Ancak uğramadığı kapı da yoktur hani. (Ev sahibi farkına varmasa bile.) Önemli olan, geldiğinde onu en iyi şekilde karşılamaktır. Onu ve beraberindekileri… Evet, aşk yalnız gelmez, gelirken pek çok şeyi, hatta birbiriyle ilgisiz pek çok şeyi de yanı sıra getirir: Mutluluk, gurur, vefâ, fedakârlık, sabır, hüzün, sadakat, güven, ihtiras, nefret, kıskançlık, pişmanlık… Bunların bazıları aşkın gerekleridir de. Önem sıraları ise âşığa göre değişir. Acaba Mecnun için en önemlisi hangisiydi?
Bu soruyu cevaplayamayız belki. Ama şunu hepimiz biliyoruz; aşk, Mecnun için Mevlâ’nın kendisine verdiği en büyük nimetlerden biriydi. Çünkü Mecnun’unki, gerçek aşktı. Mecnun’un Leylâ’ya duyduğu aşkı da Mevlâ’ya duyduğu aşkı da yürekten alkışlıyoruz. Ancak şunu sormaktan da kendimizi alamıyoruz: Mevlâ’ya yönelirken Leylâ’yı da yanına alsaydı bu aşk daha güzel olmaz mıydı? Leylâ buna layıktı. Mecnun’un Mevlâ’yı bulmasına O vesile olmuştu. Mecnun Leylâ’nın aşkından gurur duymayı, Mevlâ yolunda da devam ettirebilirdi. Leylâ, gerçekten gurur duyulabilecek bir aşkın katkısız örneğiydi. Fakat buna Mevlâ’nın nasıl bakacağını bilmek lâzım, değil mi?
Yeri kalbimiz olan olguların en özeli aşktır. Özeldir, çünkü başka hiçbir şeye benzemez. Özeldir, çünkü her kalpte farklı bir kimliğe bürünür. Özeldir, çünkü o girince, girdiği kalpte bulunan diğer her şey değişikliğe uğrar. Özeldir, çünkü bağımlılık yapar. Yalnızca özel değil aynı zamanda güzeldir de. Herkes farkına varmasa bile…
Aşkın kendisi güzeldir, ayrıca pek çok güzelliğe de vesile olur. Güneş Dünya`ya, toprak suya, çiçek ışığa âşık olmasaydı nice güzelliklerden mahrum kalmaz mıydık? Ya bülbül güle âşık olmasaydı, o güzel nağmeleri dinleyebilir miydik? Gerçek aşk, erdemin ta kendisidir. Çünkü o, yedi değişik renkten oluşmuş beyaz renk gibidir. Evet, gerçek aşk; sevgi, hoşgörü, fedakârlık, vefâ, şefkât, sadâkat ve sabırdan oluşan bir yumaktır. Aşk denince aklımıza sadece Leylâ ile Mecnun arasındaki aşk gelmemelidir. Evrenin yaratılışındaki tutkal aşk değil midir? Evrende pek çok şey birbirine âşıktır aslında. Kürelerin arasında aşk bulunmasaydı uzay helâk olurdu. Elektron ve çekirdek arasındaki aşk ortadan kalksaydı maddenin sonu gelirdi. Âşık olmasalardı ırmaklar şırıl şırıl çağlar mıydı? Bulutlar “yaşın yaşın ağlar” mıydı? Ve bülbülün feryâdı yüreğimizi dağlar mıydı?
Peki, biz aşktan ne anlıyoruz, onu nasıl tanımlıyoruz? Daha doğrusu günümüz insanı acaba gerçek aşkı tanıyor mu? Gurur duyulabilecek aşklar ve âşıklar var mı hâlen daha? Hâlâ Mecnunlar, Leylâlar var mı?
İstisnalar saklı tutulmak kaydıyla, günümüzde gerçek aşk öldü. Mecnun yok artık… Hayatımızdaki gelişmeler insanları bencilleştirdi, kendimizden başkasını sevemez olduk. İlişkiler çıkar üzerine kuruluyor. Para, şöhret, makam gibi mecazî sevdalar bizi duygu fakiri kıldı. Teknoloji ve endüstri ise robotlaştırdı, birer makineye dönüştürdü. Aşka vaktimiz ve takatimiz kalmadı. Hayatın her köşesine doldurduğumuz külfet kadehleriyle sarhoş olduğumuz için aşka duyduğumuz gereksinimin farkına varamıyoruz. Aşkla beraber sadakat, sabır, tahammül, hoşgörü, vefa, fedakârlık gibi diğer pek çok güzelliği de kaybetmedik mi zaten? Mecnun, aşk uğruna çöllere düşmüş, Leylâ’dan Mevlâ’ya bir yol bulmuştu. Biz ise bugün gerçek anlamıyla ne Leylâ’yı sevme, O’nun uğruna çöllere düşme yiğitliğini; ne de Leylâ’dan Mevlâ’ya yönelme erdemini gösterebiliyoruz.
Evet, günümüzdeki insanların aşka yaklaşımlarına bakılırsa, biz aşkın ‘A’sını dahi bilemiyoruz. Bunun nedeni, çağdaş kaynaklardan aldığımız tanımlar, ölçülerdir. Her konuda olduğu gibi aşk konusunda da bu hataya düşüyoruz. Hattâ yeni bir aşk çeşidi buldular, zinanın adını ‘‘yasak aşk’’ koydular. Yasak aşkı da şiirlerde, şarkılarda, romanlarda, filmlerde, dizilerde, heyecanlı ve doğal bir olay olarak gösterdiler. Bizim aşk anlayışımızı baştan aşağıya değiştirme kertesindeler. En azından, İlâhî aşkı kaldırıp, beşerî aşkla yetinmemizi istiyorlar. Taşların yerleri değiştirilmek isteniyor. Meselâ; “Cennet’i değişmem saçının teline…”, “Seninle Cehennem ödüldür bana…” ya da “Tanrı seni unutmuş olsa da ben seni unutamadım…”
Söyleyin bakalım şimdi, Mecnun nerde? Peki Leylâ’ya ne oldu? İffetiyle, sadakatiyle, sevdasıyla dillere destan Leylâlar… Yârini aşkıyla Mevlâ’sına ulaştıran Leylâlar… Yüzüne bakınca Yaradan’ı hatırlatan Leylâlar… Bugün Mecnun olamıyorsak sebebi biraz da Leylâ’nın yokluğu değil mi? Baştan ayağa düşen bu taç, bizim ayıbımız değil mi?
Ah aşk! O üç harfin dünyalara sığdırılamazken şu an sadece sığlar sığı bir duygu olarak görülüyorsun. Erkek arkadaş(!)lara kız arkadaş(!)lara, çıkmalara, nikâhsız birlikteliklere, orta malı dokunuşlara, örtüsüz bayağılıklara, şehvetli bedenlere, “canım, cicim” sözlerine hapsedildin. Anlamını bilmeden birbirlerine “Aşkım aşkım!” diye seslenen gençler ne kolay harcıyorlar seni. Ve tabi boşanan çiftler… Önceden kalplerde hüküm sürerken, ruhların gıdasıyken, şimdi sokaklara döküldün, ayağa düştün. Oysa sen bize hem bu dünya için hem de öteler için lâzımdın. Sen hem hakkımızdın hem de bize bahşedilen en güzel lütuftun. Affet bizi aşk! İtiraf ediyoruz: Senin kıymetini bilemedik ve sana ihanet ettik.
Selâm olsun aşkın âşıklarına! Selâm olsun Yunus’a Mevlânâ’ya. Selâm olsun Ferhat’a Şirin’e, Kerem’e Aslı’ya. Selâm olsun Mehlika Sultan’ın fedâîlerine! Selâm olsun günümüzün gerçekten sevdalı divanelerine! Selâm olsun Nur’un pervanelerine! Selâm olsun senin kadrini bilene! Ey aşk!... Selâm olsun sana!!!
SEFIL IŞTIHANIN, HAYVANCA ŞEHVETIN, ÇIKAR BIRLIKTELIKLERININ, ZINANIN AŞK DIYE TAKDIM EDILMESINE; AŞK ADI KULLANILARAK YAVRULARIMIZIN AHLÂKINI BOZAN YAYINLAR YAPILMASINA hayır.
Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.
R. Serdar Özmilli