|   | 
  • Kiralık Kalem (Satılık Değil Ama)

    BAŞKALARINA VE ONLARIN BABALARINA HAKSIZLIK ETMEK İSTEMEM

    -“En büyük öğretmen, bizim öğretmen!.. 

    Sınıftan bir öğrenci arkadaş coşmuş, bağırıyor. Haklı. Nice bilgi, nice erdem öğrenmedik mi öğretmenimizden! Çok memnunuz kendisinden! Ben de katılıyorum: 

    -“En büyük öğretmen, bizim öğretmen! En büyük öğretmen, bizim öğretmen!” Fakat arkadaş bir adım daha ileri gidiyor: 

    -“Başka büyük yok!” Sonra da dönüp bana bakıyor; belli ki benim de tekrarlamamı bekliyor. 

    Bense frenlerdeyim. Başka büyük yok mu!.. Her konuda “ölçü” çok önemlidir. Büyüklük, izâfîdir, nisbîdir. Kime göre büyük? Neye göre büyük? Hangi bakımdan büyük? Haydi, yine de bunlar cevaplanması mümkün sorular. Ama, “Başka büyük yok!” izah edilebilir mi? Bir ürküntü sarıyor içimi. Hattâ o değerli öğretmene duyduğum bağlılıkta, sevgili arkadaşıma duyduğum yakınlıkta, sanki biraz azalma oluyor. Çünkü sevgi söylemi bu noktaya varınca, sanki öğretmeni sevmenin ötesinde biraz ‘hubb-u nefis’ (nefsi sevme) söz konusuymuş gibime geliyor. Belki iyi niyetle yapılmış olabilecek bir haksızlıktan korkuyorum. Ve dolayısıyla, bunu söylersek başka öğretmenlerin öğrencileri bize olumlu bakmaz diye endişeleniyorum. Bilmiyorum bana benzeyen kimseler var mıdır ama ben fıtraten böyleyim. Bu arada, arkadaşın tezahüratını öğretmenimizin duyup duymadığından haberim yok. Duyuyorsa ne diyordur acaba? -“Sus evlâdım, bu ikinci cümleyi söylemen aslâ doğru olmaz! Kimin kimden büyük olduğu bilinemez ki! Hem benim, büyük olmak, en büyük olmak gibi bir iddiam yok ki!..” Ama öğretmenimiz de bir beşerdir ve onun da zayıf noktaları olabilir; nefsine hoş gelen bu tezahüratı en azından duymazlıktan gele de bilir. Dedim ya, bilmiyorum. 

    -“En büyük baba, benim babam! En büyük baba, benim babam! 

    Bu defa birader çoşmuş bağırıyor. Yakışır! Ben de katılıyorum: 

    -“En büyük baba, bizim babamız!..” Fakat birader bir adım daha ileri gidiyor: 

    -“Başka büyük yok!” Yine frenlerdeyim. Başka büyük baba yok mu?.. Kendisine katılmamı bekleyen kardeşime, soran, sorgulayan gözlerle bakıyorum. Böyle bir aşırı ve haksız yaklaşım karşısında rahatsızlık duyuyorum. Kardeşimi ve babamızı elbette severim ama kardeşimin fanatik yaklaşımı, içimdeki bu sevgileri örseliyor. Yine ‘hubb-u nefis’ kokusu geliyor burnuma. Bu kokuyu başkalarının da duyacakları mutlaka hesaba katılmalıdır. 

    Babamızın ille de en büyük baba olması şart değil ki! Bizim babamız olması, onu sevmemiz için, çok sevmemiz için yeterli bir sebep değil midir? En büyük baba o değil diye, babamıza olan sevgimiz azalır mı? Durum böyleyken, başka babaları küçük görmeye kalkışmamız haksızlık olmaz mı? Üstelik başkalarının babalarını ne kadar tanıyoruz ki! Onlar da büyük oluversin, ne değişir ki! Buna sevinmemiz bile gerekmez mi? 

    Kabul edilemez bir suçu, kabahati olmadıkça, babamızı “büyük” bilir ve severiz. O, bizim babamızdır, üzerimizde sayılamayacak hakları vardır. Bizim evlât olarak görevimiz, hakkını helâl ettirmeye çalışmaktır. Sonuçta bir peygamber değil bir beşer olan babamızı, bazı yanlışları bulunsa da severiz. Sevmeliyiz. Şâyet varsa, eksiğini ya da yanlışını görmemiz, hattâ kendisine göstermemiz, onu sevmemizi engellemez ki. İlle de başkalarının babalarıyla kıyaslamak ve en büyük olduğunu düşünmek üstümüze vazîfe değildir ki! Babamız sağ olsun, var olsun. Herkesin babası sağ olsun, var olsun. Başkalarına ve onların babalarına haksızlık etmeye hakkımız yoktur. 

     

    Bunları yazarken, Bediüzzaman Hazretleri’nin(*) şu değerlendirmeleri aklıma geldi: 

    “SEN MESLEĞİNİ VE EFKÂRINI HAK BİLDİĞİN VAKİT, ‘MESLEĞİM HAKTIR veya DAHA GÜZELDİR.’ DEMEYE HAKKIN VAR. FAKAT ‘YALNIZ HAK BENİM MESLEĞİMDİR.’ DEMEYE HAKKIN YOKTUR...” “Babam uludur. Babam daha uludur.” diyebiliriz ama “Sadece benim babam uludur.” diyemeyiz. 

     “Hüve’l-hakku (sadece o haktır) yerine, “Hüve hakkun(o haktır) olmalı... “Hüve’l-hasen” yerine “hüve’l ahsen” olmalı...    

    İşte bu haktır; başkasına ilişmem. Başkaları güzelse, benim en güzelidir.” “Dememeli: Budur hak; başkaları battaldır. Ya yalnız benimkidir güzeli; başkaları yanlıştır, hem çirkindir. 

    Mizaçlar farklı farklıdır. Herkesin bir kalıba, bir mizaca girmesi mümkün değildir. Güzellik, ululuk kriterlerinin de (sırat-ı mustakimde olmak kaydıyla) değişkenlik göstermesini anlayışla karşılamak ve kabullenmek gerekir. Kimine göre elma, kimine göre kiraz, kimine göre muz... Yolların, tariklerin, tarikatlerin çok olması da bu yönden rahmettir. 

    Söylemde bunları çoğumuz kabul ediyor ve onaylıyoruz. Ancak uygulamaya gelince lastikler patlayabiliyor. Dışımızdakileri başkalaştırabiliyor ve sonra da başka olanları elimizin tersiyle itebiliyoruz. Çünkü beşer fıtratında ‘hubb-u nefis’ vardır. Çünkü nefis söz dinlemiyor. Çünkü nefis, dersini şeytandan alıyor. Nefis, en yakın iman kardeşimize karşı sû-i zanna bizi itebilir. Kendi fikirlerimizi daha isâbetli, başkalarınınkini ise isabetsiz gösterebilir. Çünkü tekelci bir zihniyete meftundur nefis. Bu hakikati, hepimize, “bizim cenah”taki herkese sık sık hatırlatmak gerekir. 

    Kendi nefsini beğenen ve seven adam başkasını sevmez. Eğer zâhirî sevse de samimî sevemez; belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çelışır. 

    Evet, nefsine muhabbet ve i’timad eden, başkasına muhabbet ve i’timad edemez. Nefis her şeyi hep kendine yontar. Kendi söylediği, kendi öğretmeninin söylediği hep doğru, başkalarının söylediği hatâlıdır nefse göre. Kendi babası uludur, başkalarının babaları ulu değildir nefse göre. Nefiste böyle bir temayül vardır. Bu keyfiyet, toplumsal bir marazı, yani sosyal bir hastalığı netice verebilmektedir. Büyük ve istenmeyen nizâların kaynağı olabilmektedir. Sonuçta da birbirlerine dua etmesi, birbirlerinin yardımına koşması gerekenler, birbirlerine adâvet duyabilmekte, en azından kayıtsız kalabilmektedirler maalesef. 

    EN BÜYÜK ÖĞRETMEN BENİM ÖĞRETMENİMDİR DEMEYE evet, SADECE BENİM ÖĞRETMENİM BÜYÜKTÜR DEMEYE hayır. 

    Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler. 

     

    (*) Bediüzzaman Hazretleri” dedim. Evet, ben hak bildiğim yolu, ağırlıklı olarak Bediüzzaman’ın eserleri ve talebeleri yardımıyla bulmuş biriyim. Elbette peygamber değil, o da bir beşerdir ama benim için ulu bir beşerdir. “Hazret-i Bediüzzaman”dır. Keşke daha çok, daha çok “Bediüzzaman”lar olsa. Bu beni ancak memnun eder. Sohbetleriyle, eserleriyle benim irşâdımda katkısı bulunan başkaları da vardır. Örneğin, gençlik yıllarımda heyecanla dinlediğim bir Tâhir Büyükkörükçü Hoca vardı. Mehmed Zâhid Kotku, Esad Coşan gibi daha nicelerinin üzerimdeki etkilerini hâlen hissediyorum. Onlara da sevgim, saygım tamdır. Onlar da benim nazarımda birer “hazret”tirler. Yekdiğerini tahkir ve tekfir etmemeleri kaydıyla hepsinden Allah razı olsun. 

     

    R. Serdar Özmilli 

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.