Selamların en güzeliyle, çok değerli gönül dostlarım, internet ve sosyal medya ulaşımı nerede olursak olalım bizi tüm dünyaya çevrimiçi olarak bağlıyor. Geçtiğimiz ay bir sitede “ASELSAN1919” adlı ilk yerli ve millî cep telefonumuzun resmini gördüm. Resmi kaydedip sosyal medya hesabımda paylaştım ve bu telefonu kullanan varsa ona hediye göndereceğim dedim. Bana aradan 29 gün geçtikten sonra bir vatandaşımız ulaştı. Ben de çok sevindim ve kendisini tebrik ettim.
Kendisine, adresini vermesini, çamsakızı çoban armağanı bir hediye göndereceğimi söyledim. O da bana “bu telefonun bataryasının bittiğini, yeni bir batarya hediye olarak alıp alamayacağımı” sordu.Ben de gereken neyse yaparız, dedim bir dost da kazandım. Ancak ben sosyal medya sayfamda paylaştığım bu büyükçetelefonun antenli resmine bakarken tam da sevinmiştim ki; 1961’de 200 Türk işçimiz ve 20 Türk mühendisimizin üstün bir gayreti ve çalışması ile 129 günde üretilen “DEVRİM” adlı ilk yerli ve millî arabamız aklıma geliverdi;“Türk gibi başlamak, Alman gibi çalışmak, İngiliz gibi bitirmek” sözü tekrar canlandı zihnimde. Sonra bir sürü “neden, neden?” soruları geçti sırasıyla aklımdan. Ama neylersin, sevinçlerimiz hep buruk ve hüsrandı.
Eskişehir’de TCDD tesislerimizde iki adet üretilen,29 Ekim 1961 sabahı trenle Ankara’ya ulaşan ilk yerli ve millî arabamız DEVRİM ve TECRÜBE’ye yolda trenden gelen kıvılcımlar zarar vermesin diye benzinleri boşaltılmıştı. Bunlardan TECRÜBE adlı olanaraba ile Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Anıtkabir’e gitti oradan da hipodromdakiresmigeçit törenlerine katıldı. Meclisin önüne gelince arabalardan Devrim’e benzin ikmali yapıldığını gören Gürsel şu sözü söyler: “Batı kafasıyla otomobil yaptınız ama doğu kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz!” Gerisi hep aynı hikâye.
İlk yerli uçak sanayimiz ve daha birçok sanayimizin başına gelenler burada anlatılamayacak kadar geniş değil mi?
Sonra dedim ki Atatürk “Türk öğün, çalış, güven!” sözünü şöyle mi deseydi “Türk çalış, güven, öğün!”? Sağlam temellere dayanırsa fikir jimnastiği her zaman iyidir.Onun için şunu hatırlamakta fayda var: “Ök” ya da “ög” Eski Türkçede “akıl” demektir. Atatürk, bir bakıma “Çalışmalarında aklını kullanırsan, bu çalışmana güvenebilirsin.” diyerek akıl ve mantık ile hareket edilmesini istemiştir. Çünkü o, daha başta 1923’teki İzmirI. İktisat Kongresi’nde şu tarihi sözü de söyleyerek işin yol ve yordamını milletine göstermiştir: “Siyasi ve askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılacak başarılar yaşayamaz ve sürekli olamaz!”
100. yılına yaklaşanCumhuriyet tarihimizin hemen her döneminde sadece ekonomi ve sanayi alanında değil; millî gücümüzü ve enerjimizi demokrasi, hukuk ve insan hakları alanında da kullanıp geliştiremedik. Nice genç beyinlerimizi batıl fikir çatışmaları, anarşi, teröre varan kamplaşmalarla ya hapislerde çürüttük ya teröre kurban verdik. Çoğu zaman da yabancı akımlar ve devletler zeki çalışkan ve üretken beyinlerimizi kendine çekti, dönüşü olmayan beyin göçleri hâlen de sürmektedir.
1996 yılıydı sanırım karı-koca olan iki bilim insanımızla İzmir’de karşılaştığımda “Hocam, artık ülkenize dönüp milletimize ne zamanhizmet edeceksiniz?” diye sormuştum. Onlar da bana “Biz yurtdışındaKatıhal Fiziği üzerine ihtisas yaptık, 15 yıl kadar önce Ankara’da Sanayi Bakanlığı’na geldik ve Sümerbank adına şu sanayi ürünlerini ülkemizde üretebiliriz dedik, ancak hiç kimse oralı olmadı, kimse bizi kale almadı.Hatta “Hocam, burada tesis yok, siz gidin yeşil dolarları almaya devam edin, boş verin!” diye de alaylı sözler söylediler.” dediler.
Bunun için ülkemiz istenilen uygarlık düzenine ulaşamamaktadır. İnsana, hukuk ve demokrasiye yapılacak yatırım ortak bilinci ve refahı doğuracaktır. Aksi takdirde geleceğimiz,Devrim arabası ve Aselsan 1919 başarısızlığına sürekli maruz kalmaktan kurtulamayacaktır.
****
Bakü’de Son Gün ve Son Akşam
Bakü’ye geleli henüz dört gün olmuştu, günler ne çabuk geçmişti bu güzel şehirde, bu güzel ve çok değerli insanların arasında, evlerinde! Kısa sürede birçok kişi ile tanış olduk, dostluklar kurduk. Ömer bana “Hocam, bizim ev sahibimiz Ramiz Bey ve eşi Fatma Müellim hepimizi yemeğe davet etti ve bu akşam yemeğe bekliyorlar hepimizi.” dedi.
Gezmekten, epeyce yer gezmiş olmaktan oldukça yorulmuş olan bizler, akşam yemeği davetinden çok memnun kaldık. Hem yeni bir aile ile tanışacak hem de bir akşam yemeği sofrasında yerel yemekler tadacaktık. Bizim için bu tür bir araya gelişler kültürel coğrafyamızı tanımanın, yaşatmanın ve paylaşmanın da yegâne yoluydu.
Akşam vakti yaklaşınca hep beraber Azerbaycan Cumhuriyeti Sanayi Nezirliğinin lojmanlarına doğru gittik. Lojmanlara yakın noktada yol kıyısında jeepiyle bekleyen Ramiz Bey’in büyük kızı Ramile bizi karşıladı ve oradan hep birlikte lojmanlara geçtik. Ev sahibi Ramiz Bey ve eşi Fatma Hanım bizi kapıda karşıladılar. Her biri ayrı yaşlarda beş güzel kız da bize hoş gelmişsiniz! diyerek tek tek kapıda dizilip bizi içeri buyur ettiler. Sonra kendi odalarına geçtiler.
Ramiz Bey bizi salona yönlendirip hâl hatır sordu. Ardından Fatma Hanım da aynı şekilde tanışıp hem de hatırımızı sordu. Vakit bir hayli akşam olduğu için kızı Ramile’yi çağırdı ve kısmen hazır olan yemek masasına sıcak yemekleri getirmesi için yardım istedi. Ayşe Hanım ve Leyla Hanımlar da aman çok zahmet etmişsiniz, diyerek Fatma Hanım’a sitayişle çok teşekkür ettiler. Ramiz Bey ile biz, çoktan koyu bir muhabbet kurmuş Türkiye ve Azerbaycan dostluğu üzerine birçok mevzuya girmiştik bile. O sırada salondaki televizyonda da Türk televizyonlarından birisi açıktı. Bu da Ramiz Bey’in bize bir jesti idi.
Fatma Hanım’ın sofraya daveti üzerine hep beraber masaya geçildi. Aman aman bu ne cömertlik böyle, böylesi bir yemek sofrası hangi hanede vardır!.. Sıcak soğuk başlangıç yiyecekleri, ana yiyecekler, mezeler, salatalar, soğuk sıcak içecekler de sofrada yer almışlar, boş yer bırakmamışlardı. Enva-i çeşit tatlılar, alkollü ve alkolsüz içecekler, çerezler, pastalar, börekler inanın aklınıza gelen her şey vardı sofrada; peynirler, mantarlı yiyecekler, etli yiyecekler…Nezaket gereği çok teşekkür edip ev sahiplerini Türkiye’ye davet ettik.
Biraz da espri
Ramiz Bey ve eşi Fatma Hanım’ın beş kızından en büyüğü olan Ramile üniversiteyi yeni bitirmiş, İstanbullu bir Türk genci ile nişanlı idi ve beş ay sonra da düğünleri olacaktı. Bu aralar Türkiye’deki düğün törenlerini araştırdığı için bize de soruyordu.Bir ara çay faslı devam ederken muhabbet iyice koyulaşınca ben Fatma Hanım’a herşey için çok teşekkür ettim sonra da Fatma Müellim’e,“Biliyor musun Türkiye’de bir vatandaşımızın 7 kızı olmuş!” dedim. Fatma Müellim de “Yaa, öyle mi?Bizim de beş kızımız var hocam!” dedi.Ben de “Bizim vatandaşımız, 7. kızına ne ad vermiş biliyor musunuz?” dedim.
Ne vermiş hocam, diye sordu Fatma Müellim. Ben de “Songül” vermiş, belki son kızımız olur diye!” deyince “Yaa, çok hoşdüşünmüş.” Dedi. Ben de devamla “8. çocuk da kız olmuş, ona da “Yeter” ismini vermişler.” dedim. “Hah hayyy maşallah…” diye duygusunu ifade edince olayın bitmediğini hatırlatırcasına “Ama 9. Çocuk da kız doğmuş, ona ne ad koymuş hocam?” dedi. Ben de “İmdât” adını koymuşlar.” Dedim. O yine “Hah hah hayy maşallah!” deyince söze Ramiz Bey dahil oldu ve “Hocam 10. çocuk da olmuş mu?” diye sorunca ben de “Evet, Ramiz Bey, olmuş hem de erkek!” dedim.
Bunun üzerine Ramiz Bey,“Yaa, ona ne ad koymuşlar?” dedi merakla. Ben de “O’na “Onbaşı” adını vermişler!” deyince herkes “Hah hââh!OyyOyy aman Allah’ım!” diyerek kahkahayı basmıştı.
Bu esprili sohbetten ziyade memnun olan Fatma Müellim,“Çok güzelmiş hocam daha var mı?” diye sordu. Ben de “Daha yok Fatma Müellim, bunu sizin için anlattım.” dedim. Bunun üzerine Ramiz Bey,“Sağolun hocam…” diyerek o da bu sohbetten memnun kaldığını ifade etti.
Çok değerli dostlarım haftaya Bakü’ye veda etmeden önce Hazar kıyısında bir süre gezeceğiz, oradan da Lenkeran’a gideceğiz.
****
“İnsanlar bir kurt tarafından ısırılmakla başa çıkabilirler; ancak onları esas kızdıracak olan bir koyunun ısırığı olacaktır.”
James Joyce