Gideceğin belliydi;
Rüzgârın o alımlı saçlarını dağıtmasından, şiddetli rüzgâr vurmuş tınaz gibi savrulmuş saçların hâlinden, gözlerini her sabah her akşam gökyüzünün maviliğine maviliğine dikiyor oluşundan belliydi. Bir de nisan ayında dolu yemiş bembeyaz çiçeklerle süslü kiraz ağaçlarının hâlini andıran yüzündeki o yıpranmış resimden…
Ve gittin!..
Yıllar yılı huzur dolu bir ömür sürmen için açtığım kalbim demek ki sana o istediğin huzuru bir türlü veremedi veya verdikleriyle de sen kanaat etmedin. Belki de kanaatin sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini bilemedin, kim bilir!..
Bulmak istediklerini kuşların kanatlarında aramaya başladın artık. İncir kuşlarının gagalarında, ardıç kuşlarının kanatlarında, kartalların keskin bakışlarında, ala doğanın ak pençelerinde ve tabii ki serçe ve muhabbet kuşlarının naif, nazik, tatlı ve her daim ürperen kalplerinde… Bütün bunlarda, benim de o içimi burkan gidişinden izler vardı sanki…
Gitme iradesini gösterirken bir de yokladın mı kalbini? Her şey yerli yerinde mi?
Yıllar yılı, içinde dolaştığım, seyr ü sefer eylediğim, o temizlerden temiz mekânı kolaçan ettin mi?
Gitme yönünde karar alırken bir kez olsun ona da sorma, onun görüş ve düşüncelerini alma, hissiyatını öğrenme ihtiyacını hissettin mi? Yoksa… Yoksa buna bile gerek görmeyecek kadar ona karşı umursamaz bir tavır mı takındın? Seni benden bu kadar da alıp uzaklara, ta uzaklara götüren neydi?
Ah bir bilsem!.. Dahası kalbine, o dupduru olması gereken vicdanına sordun mu, sorabildin mi?
“O gül endam bir al şâle bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün” diyen şair Enderunlu Vasıf misali sana gönül verenlerin, duygularına perestiş edenlerin her daim peşinden gelmelerini mi arzu ettin?
Yakıcı çöl sıcaklarının kavurucu kumlarında dili damağına, dudağına yapışmış, suya muhtaç kimselerin suyu arzuladıkları gibi seni arzulamalarını mı, seveceksen beni gerçek anlamda böyle sev mi demek istedin? Naz etmek elbette hakkın… ama bilmelisin ve bilmeliydin ki “Fazla naz âşık usandırır.”, öyle değil mi? Evet, seven sevdiğinin cefasına katlanmalı, seni seven de senin ettiğin cevr ü cefaya tahammül göstermeli, bunu anlıyorum ama biraz da sana gönül verenleri senin anlaman gerekmiyor mu?
Seni sevenlerin biraz olsun senden anlayış beklemeleri çok mu? Onların gönüllerinin yorgun düşeceğini hiç mi hesaplamadın? Yoksa beni sevecek olanlar “hesapsız” sevsin mi dedin hep? Evet, hesapsız sevmek çok önemli ama bir o kadar da seni hesapsız sevenlerin varlığını, duruşunu, bakışını, anlayışını hesaba katman söz konusu olmalı değil miydi?
İyi ki şarkılar ve türküler var… Onlar da olmasa kalbimden geçenleri dillendirmenin imkânı yok. “Gözyaşımda saklısın ağlayamam ben
Düşeceksin sanırım kirpiklerimden”
Geçen zaman içerisinde sevenlerine yaptığın bunca işkence, eziyet yetmez mi?
“Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.” ama of da çekmeyeceğim, ağlamayacağım da! Ağlamak istesem de ağlayamam zaten. Ben düştüm belki ama senin de düşmeni istemiyorum. Ağlarsam düşeceksin, biliyorum, onun içindir ki ağlamıyorum.
Hani of da çekmiyorum; çünkü of çekmek biraz da pişmanlık içerir. Oysaki seni sevmekle hiçbir zaman pişman olmadım ki! Seven, sevdiğinden gelecek eza ve cefayı ancak sabırla atlatabilir. Sen gittin; gidişin bana azap, yokluğun kutuplardan da öte soğuk bir dünya.. Bir zamanlar “Yokluğun buz denizi, varlığın ateş!” demiştim. Evet, ne seninle olabiliyordum, ne de sensiz!
Gittin..
Sana, bütün hücrelerimle “Gitme kal!” diye seslenmek hatta haykırmak istedim. Ama bu sesimi kim duyar ki! Hepsinden önemlisi sen duyabilir misin ki! Bir de Zekai Tunca’nın harika sesinden yankılanan şu gerçeği bilmeni isterim:
“Sensizliği ben seçmedim ben seçmedim ayrılığı
İncitmeyi istemedim sen çıkardın dargınlığı”.
Bunu kalbine sorduğun zaman sen de anlayacaksın.
Ayrılık, dargınlık, dahası yüreğimizi pare pare eyleyen hicranı asla ben seçmedin. Yanımdaydın; varlığın hayatta kalmam için bir dayanak; yokluğunsa dayanağımın yıkılmasına sebep oldu.
İşte kalbimin renklerini, sesinin tınısını ortaya koyan dizeler:
“Varlığınla yüceltirken yokluğunla ezme beni
Gelişine sevinirken gidişinle üzme beni”
Bir ekin fırtınasıyla savurdun beni; zahirde sendin giden oysaki gönül mülkünden bendim kovulan… Ama işte üzdün, gidişinle harap eyledin beni… üzülen, harap olan bir ben miyim? Senin burada oluşuna, bir ve beraber oluşumuza sevinenleri de üzdün.
Şimdi bana, şair Neşatî gibi demek düşüyor:
"Gitdin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile”
Sen yoksan, var olmanın manası ne? Varlığınla kazanan anlam, elbette yokluğunla kaybolacaktır, bunu sen de biliyordun esasen!
Gittin…
Yoksun bugün yanımda…
Yalnızlığın ve ayrılığın vurduğu darbenin etkisiyle kalbi gönlü tuz buz olmuş bir hâlde bırakıp gittin...
Bu dağınıklığımı, yalnızlığımı sadece ve sadece Rabbime, gizli ve açık her şeyden haberdar olan Allah’a şikâyet ediyorum. Bütün kalpleri evirip çeviren Allah, elbette bir gün senin kalbini de bana döndürecektir... Buna inanıyorum. Dönüp geleceğin ümidiyle yaşıyorum.